26 Nisan 2016 Salı

Kao-tun'un Siyasi Faliyetleri

Hun tarihinin olduğu kadar Türk tarihininde en büyük şahsiyetlerinden olan Bagatır, üstün vasıflarda yaratılmış biri idi. Daha veliahtlığı sırasında devletinin kötü geleceğini tesbit etmiş, bu sebeple de en az komşuları kadar güçlü bir devlet olabilmenin yollarım aramıştı. Bagatır'm bu çalışmaları kısa zamanda meyvesini vermiş ve O'nu iktidarın sahibi kılmıştı. Hun yurdunda meydana gelen bu iktidar değişikliği hemen komşu devletlerin iştahlarını kabartmış ise de, içişlerini ve teşkilatım süratle düzeltmek gereğini duyan Bagatır'ın zamana ihtiyacı vardı. Çeşitli tavizlerle bu zamanı kazanmasını bilen Bagatır'ın amacına ulaşmak için belirli bir plan dahilinde hareket ettiği görüşünde olanlar vardır. Bagatır'ın faaliyetlerini üç ana grupta toplayan bu görüşü bizde benimsediğimizden konuyu adı geçen görüş çerçevesinde inceleyeceğiz.

a.Doğu veya Tung-hu (Tunguz Seferi): Çin kaynağı Shih-chi'de teferruatıyla anlatılan bu sefere Bagatır'ı adeta Tung-hu'larm kendileri zorlamışlardı. Gobi'den Mançurya'ya hatta, Kuzey Kore'ye kadar olan topraklar üzerinde hüküm süren Tung-hu/Tunguz (Moğol kabileler birliği) 1ar Bagatır iktidara geçtiğinde epey güçlü idiler, bu sebeple Hun yurduna saldırmak için adeta bahane arıyorlardı. Bu tutumlarında Bagatır'ı tanıyamamalarının da önemli rolü vardır. Fakat Bagatır düşmanını gayet iyi tanımaktadır. Bu sebeple Tunguz'ların töreye uymayan ve her kesimden Türk'ün kolaylıkla infialine sebep olabilecek tarzdaki isteklerine ilk zamanlarda bütün muhalefetlere karşı hep olumlu cevap vermiştir. Halbuki Türk'lerde töre çok önemlidir. Nitekim kendisinden XVII. asır sonra torunlarından Fatih, Memluk Sultamna töreyi haürlatarak Osmanlı askerlerinin kellesi ile Kahire'de çevgan oynanması meselesi üzerine sefer tertip etme hazırlıklarına girişecektir. Fakat, Fatih'teki imkan Bagatır'da yoktur. O imkanlarını kendisi hazırlıyacakdır. Bunun içinde zamana ihtiyacı vardır. İşte bu zamam kazanabilmek için G. Türükoğlu'nun "büyük şahsiyetlere has bir özellik" diye yorumladığı sabrım göstermiş, Tunguzlarm en iyi atım ve karılarından   birini   istemelerine   "İyi   komşuluk münasebetleri" gerekçesiyle olumlu cevap vermiştir. Zaten at ve kadın kendisine aittir. Aslında at da kadında Türk için çok önemlidir. (Bengütaşlarda Kültigin'in atlarına dair birçok bilgi verilmesi Çiçi'nin düşman eline geçmesin diye kadınlarım kendisinin oklayarak kale bedenlerinden aşağıya atması ve bir rivayete göre Yıldırım Bayezid'in Timur'un meclisinde şakilik yapan karışım ayak tırnağından tanıyarak intihar etmesi hep bunu gösterir.) Fakat Bagatır'm ilk devirlerinde Türk Milletinin varolması için zaman daha önemli idi. Böylelikle gerekli zamam sağlayan Bagatır, bu hareketlerinden cesaret alarak sımrdaki çorak, fakat stratejik öneme haiz araziyi işgal etmeye kalkan Tunguz reisinin üzerine yürümüş ve aniden bastırarak mahvetmiştir. Bagatır'm Tunguzlarm toprak isteklerine karşı olumlu rey sahiplerine karşı tepkisi çok büyük olmuş ve onları şiddetle cezalandırmıştır. Bagatır'm bu hareketindeki gerekçesi şudur: "Atı ve kadın benimdi, fakat, toprak devletindir/ veya devletin temelidir." Gerçekten bu düstur daha sonraki devirlerde bile Türkler için vazgeçilmez, kutsal bir düşüncenin temelini oluşturmuş; her vesileyle Bengütaşlarda Ötüken toprağımn Türk varlığı için ne kadar büyük bir önem taşıdığım belirten Bilge Kağan'ın yamnda, Onun XX. yy.daki torunlarını son vatan topraklarının korumak için Bedr'in aslanlarım dahi geride bırakacak bir yiğitlik ve ölümsüzlük eseri meydana getirmelerine sebep olmuştur.

b. Yüeh-Chih (Yüe-çi) Seferi: Tunguzlan mahvederek hakimiyetini Peçili körfezine kadar genişleten Bagatır'm artık fütuhat devri başlamıştı. Bu sırada Tunguzlar kadar Yüe-çi'lerde Bagatır için tehlikeli idi. Güçleri nüfus fazlalığından ve bazı ticaret yollarının ellerinde bulunmasından ileri gelen Yüe-çiTer, bir görüşe göre Hint-Avrupa kökenlidir. Bu konuda W. Eberhard'a dayanarak "Orta Asya'da Tanrı dağları, Kansu havalisindeki   Hint-Avrupa menşeili oldukları samlan Yüe-çi (Yüeh-ch'in)leri" diyen İ. Kafesoğlu, daha sonra "Bu suretle Büyük Hun hükümdarı o çağda Asya kıtasında yaşayan, Türk soyundan bütün toplulukları kendi idaresinde bir bayrak altında toplamış oluyordu." demektedir. Buradaki tezada Yüe-çi Terin batıya kayarak Orta Asya'yı terk etmiş olmaları düşüncesi sebep olarak gösterilebilirse de Bagatır'm Çin imparatoruna yazdığı mektuptan onların (Yüe-çi Terin) hepsini   ya   hakimiyeti   altına   aldığım   ve   yahutta öldürdüğünü öğrenmekteyiz. Ayrıca Yüe-çi'lerin büyük bir kısmının batıya kaydığı ve orada büyük bir devlet kurdukları (Kuşanlar) daha sonra Bagatır'm oğlu Ki-ok'un bunlar üzerine yaptığı seferle ilgilidir. Her ne kadar Çin kaynağı Hou-Han-shi ve O. Franke, bu göçü Bagatır'm hücumuna bağlarlarsa da hatalıdırlar. Bu konuda B. Ögel "Yüe-çi'lerin Türk ırkından olduklarına dair birçok deliller vardır. Mete ve oğlu tarafından mağlup edilen Yüe-çiTer sonradan Batı Türkistan'a gidecekler ve Hindistan'a kadar uzanan Kuşan devletini kuracaklardır." demektedir. Aslında Bagatır'm akınlarının sırası tam olarak kesinleşmemiştir. Fakat; Çin kaynaklarından (Shih-chi) edindiğimiz çok az bilgiye göre Tunguzlan mağlup eden Bagatır'm hemen batıya (Güney-doğu) dönerek Yüe-çiTer üzerine yürüdüğünü, M.Ö. 176'da Çin imparatoruna yazdığı mektuptanda onların büyük bir kısmım öldürerek hakimiyeti altına aldığım (M.Ö. 203) öğrenmekteyiz. Aym mektuptan öğrendiğimize göre daha sonra Bagatır, büyük bir memurunu; sağ Hien (Hsien) kralım tekrar Yüe-çiTerin üzerine   göndererek   onları   arayıp   bulmasını   ve savaşmasını (cezalandırmasını) istemiştir. O'da Tanrı'nm yardımı ile askerlerinin mahareti ve atlarının kuvveti sayesinde hepsini mahvetmiştir.

Hun ilinin güney ve güneydoğusunda oturan ve bazı ticaret yollarına hakim olan Yüe-çi'lerin bu devirde batıda nereye kadar uzandıkları tesbit edilememiştir.

c. Çin Seferi: Bagatır, Tunguz ve Yüe-çiTeri ezerken muhakkak Çin'i de hesaba katmıştı. Fakat, Çin bu sırada Hunlarla uğraşabilecek durumda değildi. Çünkü, Bagatır'm Tunguz tehlikesini yeni ortadan kaldırdığı bir sırada Çin'de iktidar değişikliği olmuş, Ts'in '(Ch'in) sülalesini deviren Han sülalesi idareyi ele almış (M.Ö.206) ve iç istikrarı sağlamaya çalışıyordu. Yüe-çilere indirilen darbeden sonra Hun orduları Çin sınırında görünmüşler, güneyde Lou-lan bölgelerini işgal ederken, kuzeyde Kie-k'un, Ting-ling, Sin-li, Kiü-şu ve Hun-yü gibi irili ufaklı bir çok Türk kavmim itaat altına almışlardı. Bundan sonra Hun başkenti (Tanrıkutluk merkezi) Ting-ling iline çok yakın olan Tai-yün'e (Ötükende bir bölge olsa gerek) taşınmıştı. Bu sırada devletin "Sol Bilge elig" i Shang-ku'da, Sağ Bilge elig" i de Shang-kün'de ikamet ediyordu. Bagatırda Tanrıkut unvanını almıştı. Zira daha önce Yabgu unvanını taşıyordu.

Bütün bunlar olup biterken Çin'de iç kargaşa sona ermiş, Han sülalesi kesinlikle otoritesini kurmuştu. Fakat, bu seferde kuzeyde (Türkistan'da) Güçbi bir lider olan Bağatır'm akınları başlamıştı. Bagatır'ı Çin'e yönelten üç büyük sebep vardır. Bunlardan birincisi; Çin'in çok zengin ve verimli bir ülke olması (Orta Asya ekonomisinin bir yerde bu verimli ve zengin ülkeye bağımlı olması), İkincisi; yeni kurulması sebebi ile zayıf olan Han sülalesinin durumu ve bu sülalenin kuvvetlenmesi halinde Hunlar için doğuracağı tehlikenin zamanında önlenmesi, Üçüncüsü ise; Han-Ts'in sülalelerinin mücadelesi ve iç karışıklıklar esnasında Hun yurduna sığman Çinlilerin Bagatır'ı Çin üzerine yürümeye teşvik etmeleridir.

G. Türükoğlu'nun ruhi tuzak dediği ve neticelerim de "Büyük sayılar kanunu" ile izah ettiği Bagatır'ı Çin'e yönelten birinci sebep, ondan öncede bir çok Türkün Çin'e akın yapmalarına hatta orada yerleşerek zaman içinde de eriyip yok olmalarına sebep oluyordu. Böylelikle Çin gece karanlığında kendisine hücum eden böcekleri yakıp kavuran bir ateş görüntüsü yaratıyordu. İşte Bagatır zamamnda da böyle bir cazibeye sahip olan Çin, ayrıca güçlü olduğu zamanlarda da Türkler için daha başka bir çok teMikenin kaynağı durumunda idi. İkinci sebep olarak gösterdiğimiz meselede Han sülalesi güçlenirse bu tür tehlikelerin kaynağım oluşturacağı muhakkaktı. Öyleyse Bagatırm yapacağı iki şey vardı. Ya Çin'e dalmak ve orada iktidarını sürdürerek kendisinden öncekilerin düştüğü hataya düşmek ve Çin'de yok olup gitmek, ya da Çinliyle yan yana, fakat eşit şartlarda yaşamak. Olaylar göstermiştir ki Bagatır; her ne kadar Çin'e dalmak düşüncesinde idi, bunu Çinli karısı önledi diyenler var ise de ikinci şıkkı tercih ederek "yaptığı anlaşmayla da" Türk'ün önüne Çin'in maddi duvarına karşılık manevi bir sed çekerek, Türk insanının büyük ölçüde Orta Asya'da toplanmasını sağlamıştır.

BagatırTn Çinliye bütün bunları kabul ettirmesi elbette kolay olmamıştır. Çünkü, Çinli mağrurdu, kimseyle eşit olamazdı ve dünyada kendisinden üstün bir kuvvetin varlığına inanmıyordu. Çhüinin felsefesi bu olunca; ona dünyada kendisinden üstün kuvvetlerin de varolduğunu göstermek, hatta onda bir zillet duygusu yaratmak gerekiyordu.

Bütün bu sebeplerle harekete geçen Bagatır çeşitli savaşlardan sonra Ma-yi, Tai-yuan bölgelerini, yani Şansi'de Piyang'a kadar olan bölgeyle, Ordos'ta T'sin dahil olmak üzere atalarımn eski yerlerin itam olarak hakimiyeti altına alarak Ordos'daki Ch'ao-chün'e (bugünkü Ching nehri üzerindeki Ping-liang'ın güneydoğusu) kadar akınlarda bulundu. Üç yıl kadar sürdüğü anlaşılan BagatırTn Çin harekatım önlemek için Han sülalesinin kurucusu Kao-tsu Kao-ti/Gao-cu hudut muhafızı olan Sin'e emir vermişse de yardım göndermediğinden bu komutan da muazzam Hun ordularına katılarak emrine verilen akıncılarla Hun birlikleri) Çin'in içlerini vurmaya başlamıştı. Bu durum karşısında bizzat hareket etmek ihtiyacım duyan İmparator Gao-cu, "BagatırTn yolunu kesmek, böylece onun daha fazla güneye inmesine engel olmak maksadıyla... kuzeye doğru ileri yürüyüşe geçiyor." Bunu haber alan ve Çin hükümdarıyla mutlaka vuruşarak onunla da boy ölçüşmek azminde olan Bagatır, Gao-cu'yu bazı tedbirler alarak karşılıyor. Ancak karşılama Türk'e has bir kaşılamadır, yani; bozkır usulü sahte ric'at tabyası (Turan Taktiği) şeklinde bir karşılamadır. Taktik gereği hasta ve işe yaramayan zayıf birlikleri ordugahta bırakan Bagatır,esas ordusuyla geriye çekilerek pusuya yatmıştı. Ön hatta bulunan zayıf birliklerin Çin taarruzu karşısında geri çekilmeleri Gao-cu'nun kesinlikle zafer kazanacağına inanmasına sebep oldu. Hatta Hun ordusunun böyle olamayacağım, bunun bir hile olduğunu ileri süren komutanını askerin manevi gücünü bozmakla suçlayarak cezalandırmıştı. Ancak, tam bir zafer sarhoşluğu içinde yürüyen Çin ordusu aniden karşısında muazzam Türk birliklerini görünce ayıkmış, tuzağa düştüğünün farkına vanncada çaresiz Pai-teng/ Ping-Çeng dağına doğru geri çekilmeye mecbur kalmıştı. Bu durumda İmparator'u takip eden Bagatır O'nu bu dağda kuşatmayı başardı.

Çinlilerin bu kuşatmada en çok dikkatlerini çeken hususu B.Ögel şöyle açıklıyor. "Kuşatmada Mete'nin kır atlıları dağın doğusunda, al ve doruları güneyinde, ak atlıları dağın batısında, siyah atları ise dağın kuzeyinde yer almışlardı. Üçyüz bin atlı ile yapılan böyle ani bir baskından sonra atların renklerine göre hemen mevziye girmeleri askerlik tarihinin şaheser bir hareketi olarak görülür. Hele bu mevzi alma Türklerin mitolojik renk ve yönlerine uyularak yapılmış ise

Bagatır, İmparatoru yedi gün kuşattıktan sonra karılarından birinin aracılığıyla serbest bırakır. (M.Ö.200) Bu husus tarihçiler, bilhassa bizim tarihçilerimiz tarafından çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. (J.De Guignes, Çin kaynaklarına dayanarak olayı özetle şöyle anlatmıştır. "Kaoti bu kötü durumdan kurtulmak için Mete'nin (BağatırTn) karısının şefaatine başvurdu. Kadın Mete ile görüşerek Çin İmparatorunun bitmez tükenmez kuvveti olduğunu, (Nüfus kalabalığını kastediyor) Hunlarm onunla boş yere savaştıklarım, zira Çin'i istila etmeyi başarsalar bile muhafazaya kadir olmadıklarını anlattı. Bu sebepleri olumlu bulan Mete Sin krallarının soydaşları (Çinliler) tarafına geçmiş olabileceklerini de hesaba katarak (asılsız bir şüpheyle) pek müteyakkız bulunmaktan ve Çinlileri her taraftan kuşatmaktan vazgeçti. Onlara serbest bir taraf bıraktı. Çinliler bundan istifade ettiler.

J. De. Guignes'in bu açıklamalarına dayandıklarını sandığımız H.N. Orkun "yedi gün devam eden muhasara günlerinde Çin hükümdarı pek fena dakikalar geçirmiş bulunuyordu. Kalede açlık ve sefalet son haddine varmıştı. Bu durum karşısında teslim olmaktan başka çare kalmamıştı. Bu esnada Mao-tun'un Çinli karısı kendi soyundan olan bir hükümdarın böyle bir durumda kalmasına razı olmamış, kocasım kandırmış, muhasaramn bir tarafı gevşetilerek hükümdarın kaçıp kurtulmasına müsaade edilmişti." derken R.Nur, "Mete Çin ordusunu ikiye ayırıp imparatorun beraber bulunduğu kısmı kuşattı. İmparator Mete'nin karısına müracaat ederek kurtulabildi. Mutlaka bu kadın Çinli idi. Çin'i zor durumdan kurtarması, başka şeye hami olunamaz. Türk'e ise ihanettir. Bu vak'a içimize giren, saraylarımıza sokulan ecnebi unsurların Türk'e ettiği fenalıklar ve hıyanetlerin tarihçe malum olan birincisidir. Türk devletlerinde bunun binlerce misalini günümüze kadar göreceğiz.

Türk tarihinin her satırında bu yedi başlı ejderha" korkunç şekliyle yatar durur." demektedir. Bu büyük olaya batılı tarihçilerden bazıları ya hiç dokunmamışlar (L.Ligeti, H. Cordrer v.b.) yahutta bir kaç cümleyle geçiştirmişlerdir. (J.Macgowan gibi) Mesele hakkında görüşünü ortaya koyan W.Eberhard'a göre, Bagatır'm bu hareketinde kansı kadar devlet meclisinin de rolü vardır. B. Ögel "Çin ile pazarlığı ve barış müzakerelerini, Mete'nin Ulu Hatunu bizzat kendisi idare eder, kocasına akıl verir, böylece kuşatma kaldırılır. Bundan sonra da artık Mete Çin sınırında barış politikası güder." derken, Mete'nin karısının oynadığı rolü teslim eder. Onu, kötülemediği gibi, onu "Ulu Hatun" diyerek yüceltir. Esasen H.N. Orkun'un dediği gibi, bu kadının Bagatır gibi birisini kandırmasına imkan yoktur. Ancak Çin'i gayet iyi tanıdığı belli olan bu kadımn görüşlerinin Bagatır tarafından doğru bulunmuş olduğu da muhakkaktır. Bu da bize, daha o devirlerde bile Türk'ün kadına karısına verdiği değeri gösterir.

İmparator'un doğrudan doğruya Bagatır'a değil de, hanımına müracaat etmesini; düştüğü şaşkınlık ve perişanlık içinde devletlerarası teamülleri çiğnemek şeklinde değerlendiren G. Türükoğlu; Bagatır'm asıl maksadımn Çin'i ele geçirmek olmayıp "Hun gerçeğini" sağlam bir şekilde Çinliye kabul ettirdikten sonra, rahatça soydaşlarının bulunduğu batıya dönebilmek, böylece de "kalbini tutuşturan en büyük emelini "yani, ""Orta Asya halklarını bir bayrak altında toplamak ve onları sulh, sükun içinde yaşatmak amacım tahakkuk ettirmekti diyor.

Pai-teng kuşatmasından kurtulan Cao-cu ile Bagatır arasında bir barış anlaşması imzalandı. Bu anlaşma W. Eberhar Çin Tarihi adlı eserinde "Doğu Asya'da müstakil ve müsavi sayılan iki büyük devletin arasında aktedilen ilk beynelmilel mukaveledir." Görülüyor ki Bagatır yukarıda da belirttildiği gibi amacına ulaşmış, Çinliye yeryüzünde en az kendisi kadar güçlülerin de bulunabileceğini öğretmişti. Haliyle bu durum o zamana kadar ki Çin devlet felsefesini temellerinden sarsmıştır. Bu anlaşmayla, bozkır bölgeleri Hunlara bırakılacak, ayrıca Çin yıllık vergiyle beraber yamnda ipekli kumaş ve yiyecekde verecekti. Ay m anlaşma gereğince Bagatır'a sunulan bir de Çinli prensesden bahsedenler vardır.

Bu anlaşmanın tarihi hakkında da bir uyuşmazlık vardır. İ. Kafesoğlu, M.Ö. 200 yılı derken G. Türükoğlu, M.Ö. 199 demektedir ki, kuşatma M.Ö. 200 yılında olduğuna göre anlaşmanın ancak M.Ö. 199 yılında imzalanmış olması akla daha uygun olamdır. Bagatır, bu anlaşmadan sonra batıya yönelmişse de Çin'i dikkatle takip etmekten geri durmamıştır. İmparator (Kao-tsu) Gao-cu ölünce yerine oğlu geçmiş fakat küçük yaşta olması sebebiyle idareyi İmparatoriçe Lu ele almıştı. H.N. Orkun'un belirttiğine göre Bagatır, Çin'e de sahip olabilmek için Bagatır, İmparatoriçeye talip olmuş, Çinliler bu teklife çok kızmalarına rağmen Gao-cu zamamndaki acıklı hatıralarım göz önüne alarak mülayemetle red cevabı vermişler ve birçok hediyeler göndermişlerdir. Bundan sonra İmparatoriçe Lu (M.Ö. 195-179)'nun sağlığında Çin-Hun ilişkileri normal şekilde devam etmiş, fakat Lu ölüpde Wen-ti (M.Ö. 179-157) iktidarı ele alınca bazı ufak tefek sımr hadiseleri yamnda Hunlarm Sağ Bilge Elig'i (Sağ Hien-Hsien Kralı) Çin içlerine, hatta başkenti yakınlarına kadar akınlarda bulunmuştur. BagatırTn M.Ö. 176 tarihli mektubundan anladığımıza göre; mevcut hadiseler üzerine kendisine başvurulmuş, Bagatır'da bu birliği geri çekerek Yüe-çiTer üzerine göndermiştir.Bundan sonra Bagatır ölünceye kadar Çin'le barış içinde yaşamış, hayatımn son zamanlarında tekrar bir barış anlaşması yapmak istemiş ise de ömrü buna vefa etmemiştir.

KAYNAK: Doç. Dr. Salim CÖHÇE, Türk Tarihine Giriş, ELAZIĞ 1995, Çag Ofset Matbacılık, s. 89-97

Mao-tun Bagatır Devri (M.Ö. 209-174)

M.Ö. III. asrın sonlarına doğru Türkistan büyük olaylara hazırlanıyordu. Bu zamana kadar kendi kabuğuna çekilen Çinliler gözlerini Kuzey-batıya dikmişler ve neler olduğunu hayal meyal da olsa seçmeye çalışıyorlardı. İşte bu yüzyılda Çin tarihleri efsane ile gerçek arasında bazı önemli şeyler söylemek istiyorlardı. Fakat olup bitenleri kendileri de henüz pek iyi anlayamamışlardı. Ama söylemek istediklerinde Türkistan'dan kopup gelen korkunç bir selin sesleri vardı. Gerçi Çinliler Orta Asya'dan gelen pek çok akınlar görmüşlerdi. Fakat, asıl adımn "Bagatır" yani "Bahadır" olması gereken Mao-tun bir başka tehlike idi. Zira Mao-tun'un ortaya çıkması ile Çinlilerin dünya görüşü de temelinden sarsılmaya başladı. O zamana kadar Çinliye göre kendi devleti tek ve dünyamn ortasında idi. Diğer milletler barbar ve vahşi olmakla beraber Çini bir halka gibi çeviriyorlardı. Çinli bugün bile kendi memleketine Chungkuo; Orta Memleket-Orta Devlet der. Halbuki Bagatır, Çin'in yamnda daha kuvvetli ve düzenli bir Hun Devleti meydana getirmişti. Bu durumda yeryüzünde en güçlü devlet olarak yalmz Çin değil, hemen onun yamnda bir de Hun Devleti vardı. Bu suretle yeryüzündeki Orta devlet ikileşmiş oluyordu. Çinlinin felsefesini temellerinden sarsan bu olay onu pratikte birçok yeni siyaset ve stratejiler uygulamaya şevketti. Çinlinin uygulayacağı siyaset ve stratejiler karşısındaki düşmam tanıyabildiği ölçüde başarılı olacaktı. Zaten Çinlinin tarih boyunca başarısı buna bağlıdır. Bu sebeple hayal alemini bırakan Çinliler, gençliğinde Çin için bir tehlike teşkil etmeyen Bagatır'm bu döneme ait hayatını duyabildikleri ölçüde bir masal veya hikaye şeklinde anlatırlarken, O'nun Çin'e yaptığı seferlerden sonra bizzat görerek daha geniş ve sağlam bilgiler toplama yoluna gitmişlerdir. Bu da meşhur Çin tarih yazıcılığının başlamasına vesile olmuştur. Daha önce ince damarlar şeklinde yazılı kayıtlara (Çin kayıtlarına) geçen Orta Asya Türk tarihi, Bagatır'dan itibaren gür bir kaynak görüntüsünü almış ve bu durum M.S. VIII. asra kadar devam edegelmiştir. Bu devirlerden kalma Türk yazılı belgelerinin olmayışı bizi, M.S.VIII. yy.'a kadar olan Orta Asya Türk tarihini, (arkeolojik buluntular hariç tutulursa) bilhassa siyasi tarihini Çin kaynaklarından vermek zorunda bırakmıştır.

a. Mete Adı Meselesi:

Çin kaynaklarından (Shih-chi) bahsedilen bu büyük Türk Hükümdarının adı, babasımn adında olduğu gibi çeşitli şekillerde okunmuştur. Bu ismi ilk defa J.De Guignes "Mei-dei" (Mei-tei) şeklinde okumuş, Türk tahirçileri de bunu doğrudan doğruya "Mete" şeklinde almışlardır. İngiliz transkripsiyonunda "Mao-tun" olarak okunan bu adı: D Herbolet "Mothe", F.Hİrth önceleri "Moydon", W.Eberhard "Mao-tun", H.Parker "Baghdur, Mao-tun veya Mete", J. Macgowan "Mao-tun", J. Anne-Marie "Mete" şeklinde okumuşlardır. Bizde Çinceye vakıf olmayan tarihçi ve yazarlarımız batılı bilginlere dayanarak bu adı tesbıte çalışmışlardır. Bunlardan M.Ş. Günaltay; R.Nur, Z V Togan N.Atsız,   "Mete",   Z.Gökalp;   "Mete"  veya  "Mote",  uzun yıllar Türkiye'de çalışan L. Rasonyı ve H.N. Orkun; "Mao-tun" şeklinde kullanmışlardır. N.Atsız "Mete, Made, Mado, Madok" şekillerinde okunabilen bu adın Türkçe Batur (Kahraman) veya Matur (Güzel) olması ihtimali" üzerinde durmuştur.

Bizde ilk defa bugünkü kabul edilen şekline uygun bir tarzda bu ad üzerinde S.M. Arsal durmuştur.S.M. Arsal, "Mete=Mote" adının Türkçe bir kelimenin Çinlilerce bir telaffuzu olduğunu, bu adın Bagatır olması gerektiğini, Çin kaynaklarının daha sonraki bir Türk reisinin unvammn   Mo-ho-tu   şeklinde   kaydettiklerini,   Mo-hu-tu'nun da E.Chavannes tarafından Türkçe Bagatır kelimesinin Çince telaffuzundan başka bir şey olmadığının ortaya konulduğunu belirtmiştir. Fakat; konuyu bugünkü kabul edildiği şekilde ortaya koyan B.Ögel'dir B Ögel J De Gaıgnes'in Mete (Mei-dei/ Mei-tei) şeklinde okuduğu bu adı Alman Smoloğu. Hırth'm buluşuna dayanarak şöyle izah etmektedir. "Halbuki bugün modern Çin dilinin kurallarına göre bu Çince işaretleri Mao-tun yam Mao-dun şeklinde okumaktayız. Elbetteki bu okunuş aym Çin işaretlerinin bugünkü Çin telaffuzuna göre seslendirilmiş bir şekli idi Aym işaretler Mete çağında ise Bak-tut şeklinde okunurdu Çinliler kelime sonundaki "r" sesini okuyamazlar ve bu sesi "t" şekline sokarlardı. Oyle anlaşılıyor ki Mete'nin esas adı da eski Türkçedeki "Bagatur" ve Orta Türkçedeki "Bahadır"dan başka bir şey değildir Bu güzel buluş Alman Sinoloğu F.Hİrth'e aittir." M.Köymen'in yaptığı doktora tezinden Bagatır'm "cesur, kahraman, alp" manalarına geldiğini öğreniyoruz. Bu durumda Mao-Hun'un özellikleri isminde de tebarüz etmiş oluyor ki, biz bu sebeple bu Hun hükümdarının adım bundan böyle Bagatır olarak belirteceğiz.

b. Bagatır-Oğuz Han Meselesi

Oğuz Han destanları ile Bagatır Tn Çin kaynaklarında verilen gençlik hikayesi yerli ve yabancı pekçok ilim adamının dikkatini çekmiştir. Bu hususta Oğuz Han'ın Bagatır olduğuğunu söyleyenler bulunduğu gibi Oğuz Han'ı daha başka tarihi Türk ve başka milletlerin büyüklerinin şahsında arayanlar da olmuştur.Biz bu konuyu derinlemesine incelemektense bir fikir verebilmek amacıyla konu hakkındaki görüşleri vermeyi daha uygun bulduk.

J.De. Guignes, Mete'nin (Bagatır) Oğuz Han'a benzediğini büyük bir ihtiyatla söylemişti. Fakat Rus Sinoloğu N.Y. Biçurin (Yakinef) bu iki hükümdarın aym olabileceğini kesin olarak öne sürdü. Daha sonra B. Ögel'in tabiriyle keşif sevdasına düşen bazı bilginler, mesela; W.Radloff, Oğuz Kağan veya Oğuz Han Uygur Kağanı Bögü-Tekin ve Böğü-Kağan olmalıdır derken, J. Marquart Çingiz olabileceğini ileri sürerek Oğuz Han'ın ilkel Moğol efsanelerindeki Kirey Han ile Uhır-Bama Han'a benzetmiştir. Bizim yukarıdaki bilgileri kendisinden aktardığımız B. Ögel eserinde devamla bilhassa Potanin'in görüşü için "her türlü dış tesirlerin girdiği bu iptidaî Moğollann masal kahramanlarına bir devlet ve imparatorluk efsanesi olan Oğuz Han destanının nasıl benzetildiğine pek akıl ermiyor. Moğol İmparatorluğunun resmi tarihçisi olan Reşideddin bile Çingiz Han'ın atalarından önce Oğuz destanını kitabının başına koymuş ve bununla Moğollan bile memnun etmişti. Böyle ileri geri konuşmak bilgi noksamndan ileri gelen şeylerdi" demektedir.

Oğuz Han'ın Bagatır olduğu fikri, bizim tarihçi ve yazarlarımızın çoğunluğu tarafından da kabul edilmiş görülmektedir. Şöyle ki; bizde bilhassa batı kaynaklarına dayanarak ilk defa bir Umumî Türk Tarihi meydana getirmeye çalışan Süleyman Hüsnü paşa "Tarih-i Alem" adlı kitabının Tevaif-i Türk Bölümünde Oğuz Destanını bugünkü bilinen şekle yakın bir tarzda verdikten sonra "Bu rivayetler, Salif-i Selâtin-i Haverezim" den ve Cengiz soyundan EbuT Gazi Bahadır Han'ın "Şecere-i Türkisi" ile Mirhond, Bayzavi tarihlerinin ve müsyü Herbelot (D'Herbelot)'in cem ittiği Vekâyi-î şarkiye ile "Hun Tarihi" müellifi müsyö Döjöğni (De Guignes) nin hülasa-ı malumatıdır." demektir. J.De. Guignes'den istifade ettiğini bildiren yazar, eserinin bu bölümünde Bagatır'dan (Mete) hiç söz etmediği gibi, J.De. Guignes vasıtasıyla istifade ettiği Çin kaynaklarındaki BagatırTa ilgili bölümleri de tamamen Oğuz destamm tamamlar mahiyette kullanmıştır. Bagatır (Mete) ismine yer vermeyen yazar, bunun yerine hep Oğuz ismini kullanmıştır. Z.Gökalp; Milli Tetebbular Mecmuası'mn I. cildinde yayınladığı "Eski Türlerde Mantıkî Tenazurlar" adlı makalesinde bu konuyu daha geniş olarak ele almış ve Biçurin'den habersiz olarak Mete ile Oğuz Han'ın aym kimse olabileceğim ileri sürmüştü Yine Z. Gökalp bir eserinde "görülüyor ki "Oğuz Han" ile "Mete" ordusunu kuvvetlendirmek için ıslık çalan gayet müthiş bir ok icat etmiş ve ordusunu bu ok ile teslih etmiş. "Oğuz Han'a" gelince, bunun ismi olan "Oğuz" kelimesi "ok" ve "uz" tabirlerinden mürekkeptir. Binaenaleyh, bu tabirin manâsı "Ok Eri" yahut "Ok Aşiretleri" dir. "Mete" nin "Ok Eri" olması meşhur ıslık çalan "Ok" u icad etmesinden dolayıdır. Oğuzların da bu adı almaları "Mete"nin tesis ettiği yirmidört tümen'in torunları olmalarındandır, ihtimal ki, "Mete" daha o zamanda ordusuna "Ok erleri, okçular" adım koymuştur...

"Oğuz Han" ile "Mete" nin aym şahsiyet olduğuna başka delilde vardır. "Oğuz Han" babası ile harp etmiş ve babası bu harpte maktul düşmüş, "Mete" de Çin tarihlerine göre, babası ile harp etmiş ve babasım öldürmüştür.

ilk vak'ada da evlât ile babamn arasım açan bir anne yahut üvey annedir. Bundan başka "Mete" ile "Oğuz Han" m aym milletlerle muharabe, etmeleri ve bütün Türk illerini bir hakimiyet altına toplıyarak bir "Turan İlhanlığı" vücuda getirmeleridir. Sonunda ikisinin de yeni bir din ve yeni bir yasa tesis ederek meydana çıkmalarıdır." demektedir. Daha sonra Z.Gökalp "Oğuzlar Milli menkıbelerinde "Oğuz Han" adlı bir kahramanın icraatım terennüm ederler ki "kitap-ı Dede Korkut" daki "Boğaç" adlı kahramanın da aym şahsiyet olduğu babasıyla olan mücadelesinden anlaşılıyor" dedikten sonra J.De Guignes'in Oğuz Han'ın Mete olduğu iddiasını ele alarak yukarıdaki sunduğumuz görüşlerini dört madde de toplamış ve bu mukayeselerin Oğuz Han'ın Mete olduğu fikrini kesinlikle isbatladığmı belirtmiştir S. M. Arsal'dan ve B. Ögel'den

öğrendiğimize göre Biçurin'de Oğuz'un Mete olduğunu Z. Gökalp'in yukarıda sunduğumuz görüşlerindeki gerekçelere dayanarak ileri sürmüştür. İşte, Türk Tarihi ve Hukuk adlı kitabında Biçuri'nin bu gerekçelerini dört maddeyle özetleyen S.M. Arsal "Oğuz Han gerçekten de Mete'midir? Bugün bu mesele kati olarak halledilmiş sayılmaz. Fakat bu fikri red etmek için delil yoktur. Biçurin'in fikrinin doğru olması çok muhtemeldir." demektedir.

M.S. Günaltay eserinin "Mete Tanju veya Oğuz Han" başlığım verdiği bölümde "Çin tarihlerinde (Mete) Tanju'ya dair verilen malumatla destan-ı milli'nin Oğuz Han'a isnad ettiği menkiıbe arasında büyük bir mutabakat görülmektedir. Usturevi destanların ekseriya bir hakikat-ı tarihiyeden doğmuş olduklarını nazarı itibara alırsak, asırlardan beri hatıra-î ihtişamı elsine-i halkta hıfz ve nakl edile gelmekte olan Oğuz Han'ın Çinlilerin (Mete) Tanju dedikleri başbuğ olduğunu kabul edebiliriz" demektedir.

Önceleri "Oğuz Han Makedonyalı Büyük İskender olabilir" diyen R.Nur'un daha sonra "Mete Han, Oğuz Han, değildir. Oğuzla babasım öldürmek vakıası benzeyişi varsa da yalnız bu, bu iki şahsiyeti birleştirmeye kâfi değildir. Adca hiç, hatta hece değil bir harf benzeyişleri yoktur. Tarihçe de öyledir. Oğuz, Mete'den pek eskidir. Bu eski mitoloji bulutları içindeki Oğuz'umuzu öylece muhafaza edelim. O, Türk'ün kendisinin ve tarihinin büyüklüğü timsalidir. Mete, Türk'ün pek ulu padişahlarmdandır." demesine karşılık, Z.V.Togan, Oğuz Han'ın Mete (Moton) olduğuna dair O. Lattimore'un E. Chavannes'e dayanarak yeni deliller bulduğunu bildirmektedir. Ayrıca Z.V. Togan "Mete fütuhatları ve teşkilatçılığı sayesinde tarihin büyük şahsiyetlerinden biri sıfatıyla Çin kaynaklarında yad olunuyor. Oğuz destanlarında Oğuz Han ismi altında zikredilen Türk hükümdarına ait hatıraların da olduğu şüphesidir." Babasım av sırasında öldürerek Han olma motifinin Karahanlılarda yaşadığı Buğra Han rivayetinden de anlaşılıyor. Bunun babası Karahan olduğu gibi efsanevi Oğuz'un babasımn da Karahan olması ve Önasya seferine ait teferruat Mete destamna Karahanlılarm ceddi olan Tunga Alp (Afrasyab /Alp Er Tunga) destanından gelen motifler olsa gerektir" "Oğuz rivayetleri bir kaç fatihin, mesela Doğuda Mete'nin, Batıda Afrasyab (Tunga Alp)m ve belki de Attila'mn fütuhatına ait destanların bir araya getirilen şekli gibi görünüyor."

demektedir. Bu konuların kültür tarihimizin en büyük meselelerinden birisi   olması    sebebiyle    Z.V.Togan'ın   yukarıdaki görüşlerini derinlemesine bir tahlile tabi tutamayacağız, fakat; anlaşılan o ki, Z.V.Togan en azından Mete ile Oğuz destanları arasında bir ilişkinin olduğunu, hatta Oğuz'un Mete olabileceğini kabullenmektedir. Bu konuda daha başka fikir beyan edenlerden M.E. Köprülü (Türkiye Tarihi, s.57) "... Uygurca metinde eksik olan bu mukaddime, Oğuz'un Mete olduğunu pek iyi göstermektedir." N.Atsız (Türk Edebiyatı Tarihi, adlı eserinin s.26) "mda Destandaki Oğuz Han'la babası Kara Hun Hun tarahinde gördüğümüz Mete (Motun) ile babası Tuman Yabgu'dan başkası olamaz." demektedir. O.Turan, "Oğuz Han veya İranı adı ile Afrasyab neslinden gelen Selçuklular." "Cihangir Oğuz Han ile babası Kara-han arasında vuku bulan mücadele, M.Ö. III. asır sonlarında Hun imparatoru olan Mete (Modun) ile babası, Tuman arasındaki savaşın destani bir in'ikasından başka bir şey değildir... Büyük Hun Tanyu'su Mete'nin destanda Oğuz Han olduğunu gösteren başka sağlam deliller de vardır." demektedirler. Bunlardan sadece O.Turan, Oğuz Han'la Afrasyabı, dolayısıyla Mete'yi de Afrasyab'la birleştirmiştir ki, bu husus hemen dikkatimizi çekiyor. Kanaatimiz o ki; Afrasyab (Alp Er Tunga) destam ile Oğuz destam tamamen ayrı iki destan olup, daha sonraki devirlerde birbirlerinden çeşitli motifler almış olabilirler.
Bu konuda en muafık görüş bizce B. Ögel'in görüşüdür. 644 sayfalık eserinin 273 sayfasım Oğuz destanım incelenmesine ayıran B. Ogel, J. De Guignes'in görüşünü verdikten sonra birbirlerinden habersiz hemen hemen aynı şeyleri söyleyen Biçurin ve Z. Gökalp'm fikirleri için "Bizce bu iki nazariye en mantıkî ve aklî olan fikirlerdi. Bununla beraber kitabımızda daima ileri sürmüş olduğumuz şu görüşümüz, bunlardan kesin olarak ayrılmıştır; Bize göre Oğuz Han efsanesi, Mete'den de önce Orta Asya'da yaşıyordu. Bu eski inanış biraz değiştirilerek, esasen Çin kaynaklarında da efsane şeklinde anlatılan Mete'nin gençliğine de yakıştırılmış olabilirdi, diyerek bu arada kendi görüşünü de ortaya koymuştur. Konu üzerinde en son araştırmayı yapan G. Türükoğlu, bizimde büyük ölçüde kullandığımız malzemeyi kullanarak neticede Oğuz destamndaki Oğuz Kağan veya Oğuz Han'ın hangi tarihi şahsiyet olabileceği hakkında görüşleri (1. Milliyet yönünden, 2. Zaman yönünden, 3. Türk soyu yönünden) üç ana grupta toplamış ve "Bu konuda şimdilik söylenebilecek en doğru söz en aklî ve en mantıkî hüküm: S.M. Arsal'in dediği şekilde Oğuz Han'ın "Mete" olduğu hakkındaki fikri reddetmek için elde delil olmadığından bu fikrin doğru olmasımn çok muhtemel bulunması: B. Ögel'in söylediği şekilde de "Mete" ile Oğuz Han'ın aynı kimse olabileceği hakkındaki nazariyenin en mantıki ve en akli olan fikir olmasıdır şeklinde bir sonuca ulaşmıştır.

Bilhassa son zamanlarda bazı gazete ve dergilerde Oğuz Han'ı Kuran-ı Kerim'de adı geçen Zülkarneyn'le birleştirmek isteyen yazılara da rastlamaktayız. Maalesef bütün araştırmalarımıza rağmen adı geçen dergi ve gazeteleri tesbit edemedik. Fakat; bir fikir verebilmek için söz konusu ettiğimiz bu görüşlerin tarihi belgelerden ziyade akli ve mantıki sebeplere dayandığım da hemen belirtmek gerekir.

KAYNAK: Doç. Dr. Salim CÖHÇE, Türk Tarihine Giriş, ELAZIĞ 1995, Çag Ofset Matbacılık, s. 82-89

Bilinen İlk Hun Hükümdarı Tou-man (tuman)

T'ou-man (T'u-man/Tuman) Çin kaynaklarımn ismen verdikleri ilk Hun hükümdarıdır. Çin tarihçilerinin Hunların hayatma karşı duydukları ilgi onunla başlar. Buna rağmen Çin kaynakları T'ou-man'ın ne zaman Hun Devleti'nin başına geçtiğini vermemişlerdir. Çin kanaklarından zikredilen bu Hun Şan-yü'sünün adı ilk defa Türk tarihini derli toplu olarak bir araya getiren ve böylelikle Türk tarminin gerçek kurucusu olan meşhur Fransız sinoloğu J.De Guignes tarafından "Teo­man" şeklinde okunmuş ve bizde de Z. Gökalp, M.Ş.Günaltay R. Nur gibi yazarlarımız bu ismi benimsemişlerdir. Bu isim halkımız arasında tutulmuş, hatta birçok vatandaşımızın ad veya soyadı olmuştur. J.De Guignes bu testinde tamamen mazurdur. Çünkü O'nun zamamnda Çin araştırmaları henüz şimdiki kadar ilerlememişti. Fakat, daha sonraki devirlerde de bu isim batılı bilginlerce başka başka okunmuştur. Mesela: De Groot "T'ö-ban" Parker "Deu-man" . W. Eberhard "T'ou-man", Biçurin "Tuman" şeklinde okumuşlardır. Bizde de, Z.V. Togan "Tümen" şeklinde, H.N. Orkun "T'ou-man" S.M. Arsal "Tuman" veyahut "Tümen" şeklinde olması gerektiği üzerinde durmuşlardır. Bunlar Çince bilmediklerinden batılı bilginlerin okudukları şekiller üzerinde bu sonuçlara varmışlardır. Çince bilen Türk bilgini. B.Ögel'e göre; bugünkü Sinoloji ilmi bu adın "T'ou-man" olduğunu ortaya koymuştur. "Buda herhalde eski Türkçe "Tuman" ve bugünkü Türkçemizdeki dumandan başka bir şey değildir." Gerçekten de daha sonraki devirlerde bu ada rastlamaktayız. Göktürk Devlet'nin kurucusu Bumm Kağan'ın adı Çin kaynaklarında T'u-men" olarak yazıldığı gibi Uygurlarda da kişi adı olarak görülmektedir. (Radloff'un tesbiti) Bu sebeple Asya Hun Devleti'nin siyasi tarihini verirken G. Türükoğlu, Türkili Devleti'nin ilk iktidarı saydığı bu devlet için "Tumanoğulları (Hun Çağı)" başlığım kullanmıştır.

Tuman (T'ou-man/T'uman/Duman) devrinde Hunlar; Çinlilerin disiplinsiz ve karışık durumlarından yararlanarak, az önce İmparator Shih-huang-ti zamamnda Mung-T'ien tarafından zaptedilen arazileri tekrar ele geçirerek Sarı nehrin ötesinde bütün Ordos'u ellerine geçirmişlerdir. Tuman ele geçirdiği bu bölgede Çin'e akın yapabilmek için özel kale ve garnizonlar kurdurmuştu. Bu kalelerden bir ianesi Sarı nehrin Kuzeybatı kıvrımında yer almaktadır. Aslında "Çin'in kuzeybatı kesimleri Mete'nin babası Tuman Han'ın bir yurdu idi. TumanTn hayatımn son devirleri ile oğlu BagatırTn tahta geçişi mitolojik bir hüviyetle bize kadar (Çin kaynaklatınca) intikal etmiştir. Çin kaynağı Shih-chi'de mevcut olan efsaneye göre. Tuman çok sevdiği cariyelerinin birinden olan bir diğer evladını yerine Şan-yü olarak bırakmak istemektedir. Fakat, büyük oğlu Bagatır resmen veliaht olup, bu hususta önemli bir engel teşkil etmektedir. Tuman bu engeli ortadan kaldırmak için, O'nu ipek yolu ile bereketli topraklan ellerinde tutan güçlü Yüeh-chih'lere rehin olarak gönderir. Arkasından da ordusuyla Yüeh-chi (Yüe-çi)lere saldınr. Amacı Yüe-çilere üstünlük kurmak olmayıp, onlann BağatırT öldürmelerini sağlamaktır. Bunu farkeden Bagatır çok hızlı koşan atma binerek Yüe-çilerin elinden kaçmayı başarır ve yurduna, babasımn yamna döner. O'nu gören Tuman güya çok sevinir ve birazda taltif mahiyetinde olmak üzere atlı bir tümenin başına komutan olarak tayin eder. Bilindiği gibi Türklerde tümen 10.000 kişiden müteşekkildir. D.Avcıoğlu "Her ne kadar kaynaklar onun bağımlı büyük boy ve budunların sağlayacakları kabile askerleri dışında 10.000 askerlik kişisel bir güce (Hassa Tümeni) sahip olduğunu yazarlarsa da bu sayıya inanmak güçtür. Zira 1500 yıl sonra dahi Çin'den Avrupa içlerine uzanan en büyük göçebe imparatorluğunun kurucusu Cengiz Han'ın dahi hassa ordusu 10.000 kişiden ibarettir." diyerek bu sayıya itiraz etmekte ve BagatırTn TumanTn hassa kuvvetine dayandığım, T'u-ku boyuna dayanan bu kuvvetin de birkaç yüz kişi olduğunu söylemektedir. Daha o zaman bile 400-500.000 kişilik ordu çıkarabilen Çin'e karşı, kanşıklıklara rağmen başarı sağlayan ve toprak ele geçiren TumanTn hassa kuvvetinin birkaç yüz kişi olacağı inandmcı değildir. Çin'e saldırabilecek güce sahip bir Şan-yü'nün heran emrinde 10.000 kişilik değil 40-50.000 kişilik bir kuvvetin varolduğu düşünülmelidir. Daha sonraları BagatırTn320­400.000kişilik ordulara komuta etmiş olması o zaman için 10.000 kişinin çok görülmemesini gerektirir. 10.000 kişilik bir güce sahip olan BagatırTn ilk işi, ordusunu sıkı bir disipline almak oldu. Aynca vızlayan bir ok icat ederek ordusunu bununla teçhiz etti. Vızlayan oklar kemik bir ok ucuna delikler açmak suretiyle yapılırdı. Bu okun işaret vermek veya  yön göstermek için Osmanlılarda da " Çavuş oku" adı altında kullanıldığım bilmekteyiz.

BagatırTn ilk hedefi disiplinli bir ordu vücuda getirmekti. Bu disiplini kontrol için, kendi atma nişan alıp, ordusuna da aym hedefe atış yapmaları için emri vermiştir. Kendisine uymayan veya gecikenleri hemen orada öldürtmüştür. Aym şeyi bir başka gün en sevdiği cariyesi ve bir başka atı üzerinde deneyerek istediği neticeyi almıştır. Artık ordusunun istediği duruma geldiğini anlayan Bagatır, bir sürek avı sırasında okunu babasına doğrultunca bütün ordu oklarını TumanTn üzerine boşalmış ve Tuman çok sevdiği cariyesi ile birlikte hayatım kaybetmiştir. Böylece Hun tahtına Bagatır geçmiştir. (M.Ö.209)

Hikayeyi inandırıcı bulmayan D.Avcıoğlu boy ve budun ileri gelenlerinin onayı olmadan böyle bir oldu bitti ile BagatırTn başa geçmesinin imkanı olmadığım, zira; hemen karşı ayaklanmaların ve çözülmelerin başlayabileceğini, dolayısıyla boy ve budun arasında Şan-yü Tuman'a karşı sebebi bilinmeyen ciddi bir hoşnutsuzluğun varlığından bahsederek yeteneklerini isbatlayan Bagatır'a boy ve budun ileri gelenlerinin onaylarının iktidar olma imkanını sağladığım ileri sürer. BagatırT çok gaddar ve merhametsiz, fakat cesur ve maharetli bulan L.Ligeti, "azmi ve kana susamış gaddarlığı kendisini yine de babasımn tahtına çıkarmıştı. Bu suretle Asya Hunlarımn Attila'sı Mao-tun (Bagatır) olmuştur.
Mao-tun'un tahta çıkması etrafında efsaneler türemiş ve "ozanların bu geveze şarkıları" büyük Çin şeddinin ötesine kadar ulaşmıştır. Hatıralarım, Çinlilerin hassaten kuru ve bazen kasvetli tarihi eserleri bile muhafaza etmiştir. Çin hikayelerinin sade ve epik dalgalan arasından, imparatorluk kuran büyük hükümdarın icraatı hakkındaki Hun türkülerini sanki hala duyar gibi oluyoruz" dedikten sonra yukarıda bizimde verdiğimiz efsaneyi özetleyerek "Nihayet süvarilerinin ok yağmurunu babası T'ou-man Şanyü'nün üzerine savurdu; Onunla birlikte genç kansı ile oğluda telef oldu ki, bu sonuncusunun hatırı için Mao-tun'u bertaraf etmeyi düşünmüşlerdi. Karşı gelen herkes onların (BagatırTa birlikte atma ve karısına ok atmayan veya tereddüt edenleri kastediyor) akibetine uğradı" diyor. Görüldüğü gibi D.Avcıoğlu'nun söylemek istediği şekilde olmasa bile, Bagatır'a karşı yinede bir ayaklanma söz konusu olup, netice vermemiştir.
G. Türükoğlu'da tarihle efsanenin içiçe girdiği bu metine itiraz edenlerdendir, G. Türükoğlu'na göre, rehin verme zayıf kabileler için söz konusudur, Ts'in (Ch'in) sülalesi tarafından Ordos'un geri alınması TumanT güç duruma düşürmüştür. Tuman iki güçlü rakibinden (Tung-hu ve-Yüe-çi) daha tehlikeli bulduğu Yüe-çiTerin bir saldırışım önlemek için veliaht oğlunu onlara rehin olarak gönderir. Buna rağmen Yüe-çi taarruzunun muhakkak olduğunu sezen Bagatır, kurtuluşu yurduna kaçmakta bulur ve başarısından ötürüde babası tarafından ödüllendirilir.

Bu durumda metinde verilen Tuman'm oğlunu öldürtme plam efsaneden başka birşey değildir. Zira Tuman oğlunu öldürtmek için tehlikeli ve dolambaçlı yollar yerine daha kestirme ve emin yolları tercih edebilirdi. Tarihin ezeli bir kanununa göre zayıf kuvvetliye her ne suretle olursa olsun saldırmaz. Ancak kuvvetli zayıfa saldırır. Gerçektende karşısındaki düşmamn gücünü bilen bir hükümdar, böyle bir yola başvurmaz. Nitekim daha sonra Bagatır Tung-huTara karşı onların seviyesine gelinceye kadar taviz vermiş, kendini güçlü hissedince de bastırmıştı. Çünkü, metinde izah edildiği şekilde Bagatır'ın öldürülerek ortadan kaldırılması ve diğer oğlunun tahta geçmesini sağlamak için TumanTn güttüğü siyaset bizcede çok hatalıdır. Bunu Tuman'ın da hesaplamış olması gerekir. Zira güçlü bir düşmana. Ayrıca G. Türükoğluna göre; TumanTn plam suya düşünce oğluna 10.000 kişilik bir kuvvet vermez. Çünkü bu kuvvet o zaman için çok önemli ve kendisi açısından da tehlikelidir. Bu durumda Tuman'm deli olması gerekir. Tuman ise deli olmadığı gibi, Bagatır'da kendisini yok etmek isteyen birinin yamna kaçmaz. Madem ki kendisi yok edilmek isteniliyor, bunun da farkında; o zaman Hunlar hakkında iyi düşünmeyen bir başka komşuya (Meselâ, Tung-huTara) kaçabilir. Oradan saltanat iddiasım sürdürebilirdi? Bunun örnekleri Orta Asya Türk tarihinde pek çoktur. Bu durumda devletini tehlikede, babasım da ehliyetsiz gören BagatırTn önünde iki yol vardı. Ya babasımn ölümünü bekleyerek iktidarı normal yoldan ele almak, ya da devletini kurtarmak için kendine olan güveninden dolayı önce babasım tasfiye ederek Yüe-çi ve Tung-hu tehlikesine zamamnda müdahale etmektir. Bagatır bu yollardan ikincisini seçmiştir." Belki bu yolu denerken D. Avcıoğlu'nun bahsettiği şekilde Tuman'a karşı varolan bir hoşnutsuzluktan da istifade etmiş olabilir. Türk Tarihinde   birçok  motifini  gördüğümüz   (Oğuz  Han'da, Manas Destanı'nda) babayı öldürerek tahta çıkma olayım S. Freud'un Ödip kompleksiyle izah ettiğini bildiren B.Ögel, Tuman'm cariyesinden olan bir çocuğu başa getirmek istemesiyle töreye karşı geldiğini, bu sebeple BagatırTn duruma müdahale hakkım kazandığım, fakat tabii olarak bunun bir efsane ve Türk Mitolojisinin bir parçası olduğunu belirttikten sonra "Bilindiği üzere Oğuz Handa müslüman olmak istemeyen babasına böyle yapmıştı. Aslında ne Oğuz Han, ne de Mete babalarım öldürmüş olmazlardı. Fakat, Türk Mitolojisi suç ve cezayı tartıyor ve böyle bir sonuca varıyordu." demektedir. Belki, Türk Mitolojisinin Tuman'a yüklediği suç, O'nun BagatırTn yamnda daha ehliyetsiz oluşudur. Fakat ne sebeple ve nasıl olursa olsun Bagatır babasını tasfiye ederek iktidar sahibi olmuş ve Türk milletini belki de yok olmaktan kurtarmıştır

KAYNAK: Doç. Dr. Salim CÖHÇE, Türk Tarihine Giriş, ELAZIĞ 1995, ÇagOfset Matbacılık, s. 77-82

Hun Çağının Başlangıcında Asya'nın Siyasi Durumu

Bir siyasi teşekkülün tarih sahnesine çıkışını ortaya koyabilmek için o siyasi teşekkülü meydana getiren kavmin komşularıyla olan münasebetlerini ve komşularının durumunu gayet iyi izah etmek gerekir. Zira bir siyasi teşekkül durup dururken ortaya çıkmaz, bazı kavimler böyle bir teşekkül kurmaya zorlanırlar veya şartlar ona bu imkanı hazırlar. Fakat, siyasi teşekkülün kuruluşu ve yaşaması, onu meydana getiren kavmin kabiliyetine bağlıdır. O zaman işte dünya ve Türk siyasi tarihinde büyük bir önemi haiz olan Hunlarm kabiliyetlerini göstermelerine zemin hazırlayan olaylar nelerdi? Yani, Hunlar hangi şartlarda böylesine büyük bir siyasi teşekkül ortaya koyabilmişlerdi? L. Rasonyı'ye göre, "Hunlarm büyük başarılarının amilleri arasında büyük bozkır (steppe) bölgesinin doğu kısmında onlarla tarih sahnesine çıkan atlı-göçebe tarzı başta gelir." Bunu daha iyi anlayabilmek için Hunlarm ortaya çıkışlarına kadar ki devreye, bilhassa siyasi olaylara iyi bakmak gerekir. Aym siyasi teşekküle müessir olan sebeplerin siyasi mi, okonomik mi, yoksa belirli bir ülkünün eseri mi olduğunu ortaya koymalıyız. Bu konuda D. Aveıoğlu Şöyle diyor: "Bozkırda siyasal birlikler olağanüstü koşullarda meydana gelir. Hun siyasal birliği, zorla yeni otluk bulmak zorunluluğunun sonucudur". Bu görüşte belirtilen sebeb, boy ve özlerin meydana gelişlerinde geçerli bir unsur olarak kabul edilebilir. Fakat, bu sebep, büyük bir siyasi teşekkül meydana getirmede tek başına yeterli bir unsur olarak kabul edilemez. Yani, büyük bir devletin kuruluşunu hazırlayan ve sağlayan sadece ekonomik sebepler değildir. Kaldı ki, Hun siyasi tarihi bir bütün olarak incelendiğinde daha başka sebeplerinde varlığı ve bunların birinci sırayı aldığı görülmektedir. Bu sebepler mevzu ilerledikçe kendisini gösterecektir. Fakat şu kadarını belirtmeden geçemeyeceğiz; Hun siyasi birliğinin büyük bir devlet haline gelmesinde, BagatırTn şahsında belirginlik kazanan büyük (Ama, şuurlu bir şeklide uygulanmaya konan) bir ülkünün siyasi meseleleri çok iyi değerlendirerek kendisini göstermesinin önemi büyüktür.

Tarihi bir yapan, bir de yazan milletler vardır. Tarihi yazan milletlerin   varlıkları,   tarihi   yapan   milletleri   iyi tanımalarıyla

mümkümdür. Zaten bunun için tarih yazıcılığına merak salmışlardır. Bu milletlerin başında Çinliler gelir. Bu durumda, ister istemez Büyük Hun devletini ortaya çıkaran sebepleri ve bu devletin kuruluşunu Çın kaynaklarından takip etmek zorundayız. Fakat, bunu yaparken de şunu unutmamalıyız: Çinliler başka kavimlerin, bilhassa kuzeydeki kavimlerin tarihleriyle "kendi memleketi ve hükümdar hanedanının tarihiyle bağlılıkları nisbetinde alakadar olmuşlardır." Çünkü, "tarih boyunca Çin'in başarısı, karşısındaki düşmanı tanımasıyla ilgilidir." işte bu sebeplerle müracaat ettiğimiz Çin kaynaklar, başlangıçta Hunlardan oldukça az bahsederler. Bunun yamnda Hunlara akraba olduklarım sandığımız Jung ve Ti'lerle, daha pek çok küçük kabile ve ikamet yerleri hakkında bu kayıtlarda bol bol bahsedilmiştir. Elbetteki bu kavimler Çın kaynaklarına durup dururken girmemişlerdir. Bu kavimler Çin'in kaderim değiştirecek  bir  çok  olaylara   sebep   olduklarından  dolayı Çın kaynaklarından yer alabilmişlerdir. Gerçektende Çinlilerce "Kuzey barbarları" diye zikredilen bu Türk asıllı kavimlerin yamnda, Türk olmayan (Tung-hu'lar v.b. gibi) bir çok kavminde Çin'e akınlarda bulunduğunu, ve bu ülkede meydana gelen iç mücadelelere müdahale ettikleri gibi zaman zaman baskı yaptıklarım da biliyoruz. Hatta bu kavimlerden bazıları Çin'i tamamen ele geçirerek, bu ülkede uzun ömürlü ve çok büyük imparatorluklar dahi kurmuşlardır. Bunlardan biri olan ve Wilhem adlı bilgine göre Çin'in ve bütün doğunun üç bin yıldan beri  ideal olarak özlediği devlet şeklini sağlayarak Doğu-Asya medeniyetinin fecrini teşekkül ettiren Chou (M.Ö 1150-259) hanedam, (Wilhem Büyük Çin filozofu Meng-tse'ye dayanarak bu sülaleyi kuranların batı barbarları olduğunu söylemiştir.). Hunlardan hemen önce çok zayıflamış ve merkeziyetçiliğe dayanan iktidarını hiçe sayan 14 kadar büyük derebeyliğin mücadeleleri sonunda da yıkılmıştı. (M.Ö 256) Bu derebeylikler aym zamanda birbirleriyle de sonsuz bir rekabet ve korkunç bir mücadele içerisindeydiler. Bu mücadele sonucunda daha zayıf olanları yok olmuş ve Çou (Chou) hanedammn mülkünde; bugünkü Şensi'de Tsin (Ts'in), Pekin civarında Yen, Hopei dolaylarında Ça'o, Şantung'da Ts'i, Konfüçyüs'ün vatanında Lu, Honan'da Ts'en ve Çeng aileleri kendilerini göstermeye başlamışlardı. Çin kayıtları bu matemli devreye (M.O255­222)"Harpçı Krallıklar "Muharip Devletler" devri" demişlerdir. Bu krallıklar daha ilk mücadeleye başladıkları (M.Ö IV. asrın ilk çeyreği)

zamanlarından itibaren kendi siyasi iktidarların kurabilmek için kuzeydeki kavimlerden yardım almak yoluna gitmişlerdir.Kuzeydeki kavimlerde böylece, Çin'de meydana gelen olaylarda rol almaya başlamış oluyorlardı. İşte bu mücadele esnasında sivrilen Ts'in (Ch'in) ailesine karşı daha önce bahsettiğimiz Yen, Ts'i, Çao, Han ileWeisülaleleri bir ittifak oluşturarak kuzeydeki Hunlardan da yardım almışlardı. İşte bu yardım anlaşması M.Ö 318 yıllarına rastlamakta olup Hunlar bundan sonra devamlı surette Çin tarihinde yer almaya başlamışlardır. Zira, bu ittifak başarılı olamamış ve Ts'in ailesi hepsine karşı galip gelmişti.Fakat bu başarısızlık Hunlar'm Çin'den ellerini çekmelerine sebep olmadığı gibi, bilakis Çin'in içindeki politik mücadelelerin ortaya çıkardığı durumdan azami istifade ederek, muazzam yağma akınları düzenlemelerine sebep olmuştur. Gittikçe artan bu Hun baskısı mahalli hükümetleri, bilhassa Yen, Çao ve Ts'in iktidarlarının meskun yerleri ve askeri yığınak bölgelerini surlarla çevirmelerine sebep olmuştur. Hatta bunlardan Çao hanedam düşmanına, kendi silahıyla mukabele edebilmek için ilk defa olarak klasik Çin savaş teçhizat ve usulünü bırakarak Hunlannkine benzeyen ordular meydana getirmiştik. Bu yenilik Çao hanedanının başarısına sebep olmuş ve Hunlar bir müddet Çin sınırlarından uzak kalmışlardır. Fakat bu durum harpçı krallıklar devrinin sonlarına doğru ayakta kalan 7 fedoal beyliğin, bu beyliklerden Ts'in'in (Ch'in) artan gücü karşısında yok olmalarına sebep olmuştur. Böylelikle Konfüçyüs ve Lao-çe ile başlayarak ortaya çıkan büyük mütefekkir ve filozofların sayesinde Çin'de oluşan fikir hayatımn ve Çin sanat tarihinin parlak devrelerinin yaşandığı Chou sülalesi devri sona ererek (M.Ö256­255)reformcu Ts'in (Ch'in ) hanedam devri başlamış oluyordu. E. Chavannes'e göre Türk olan Ts'inTer eski feodal sistemin kalıntılarım tamamen yok ederek reformlarla yeni bir Çin cemiyeti oluşturmaya çalışırken, Çin'i de tek bir idare altında toplamıştı. (M.Ö 222-221) İşte bu sülale zamanında imparator Shih-huang-ti, daha önce Çin'in kuzey eyaletlerindeki derebeylerin Hun baskısı sonunda meydana getirdikleri ve birbirleriyle olan mücadeleleri esnasında da kullandıkları kalelerin iç kısımlarım yıktırarak elde ettiği malzemelerle bu kalelerin dış surları arasındaki boşluk birbirine bağlamak suretiyle meşhur Çin şeddini meydana getirmişti (M.Ö214) Bu şeddin meydana getirilmesindeki tek amaç Hun akınlarına karşı Çin'i muhafaza etmekti.

Ayrıca bu imparator zamamnda hazırlanan ordular Mung T'ien komutasında Hunlar'a karşı hücuma geçerek Ordos bölgesini ve Hunlarm Kuzey Çin sınırında meydana getirdikleri askeri garnizonları ele geçirmişlerdi. Daha sonra Çin şeddi kuleler ve karakollarla takviye edilerek ateş v.s. gibi haberleşme araçlarıyla Hun akınlarına karşı cephe gerisinde zamamnda uyarı tedbirleride alınmıştı. Ayrıca bu karakollardan memleketin içine doğru uzanan askeri yollarda yaptırılmıştır. Fakat bütün bu tetbirler Hun akınlarını istenilen ölçüde önleyemediği gibi, Çin'de de arzu edilen sulh ve sükunu sağlayamamış, nitekim Ts'in hanedam Shih-huang-ti'nin ölümünden hemen sonrada yıkılarak (M.Ö.207) yerini yıllarca süren karışıklıklardan sonra meşhur Han sülalesine bırakmıştı. (M.Ö.202, M.S. 220) İşte tam bu sırada Hun devletinde de bir saltanat değişikliği vuku bulmuş ve Tannkut Bagatır Hun siyasi birliğinin başına geçerek, (M.Ö.209) Hun tarihinin altın çağım başlatmıştı.

M.Ö.IV ve III. asırlarda Çin'in durumu böyle iken Asya'da (Bilhassa Doğu Asya'da) durum ne idi? Bunu öğrenmek için yine Çin kaynaklarına müracaat etmek zorundayız. Bu kaynaklardan öğrendiğimize göre, Asya'daki irili ufaklı birçok Türk kavminin yanında Proto MoğollarTn bir başka adla Tung-hu (Tonguz) ve Yüeh-chih (Yüe-çi)leri görüyoruz. M.Ö III. asrın sonlarına doğru Tung-huTar ve Yüeh chihTerin yanında Türk kavimlerinden Hunlarm da sivrilmeye başladığım görüyoruz. Fakat, Hunlar Çin kaynaklarından Shih-chi'ye göre doğularında oturan Tung-hu ve güneylerinde oturan Yüeh-chihlerden daha zayıf idi. Bu üç kuvvetten en güçlü olan Tung-huTann yamnda, bilhassa nüfus yönünden kalabalık olmaları sebebiyle Yüeh ChihTerde önemli bir kuvvet idiler.Bu son kuvvetin, yani, Yüeh-chihlerin de Türk olduğuna dair birçok delilerin bulunduğunu B. Ögel haber vermektedir. Çin kaynakalarmda "Doğu Barbarları" manasına gelen Tung-hu adı ise Proto Moğollar Tn etnik adı olup, bu adın Türkçe Tonguz (Domuz-donuz) un Çince işaretlerle yapılan bir transkripsiyonu vardır. Bu kavimler, bilhassa Hunlar Çin'i devamlı baskıları altına almışlar, iktisaden bu bereketli ülkeyi zaman zaman yağmaladıkları gibi fırsat buldukça yerleşerek kısa veya uzun ömürlü iktidarlar da kurmuşlardı.

Görüldüğü gibi Hunlarm tarih sahnesinde olarak görülmeye başladıkları M.Ö IV. ve bilhassa IIL asırlarda kendilerinden başka üç kuvvetli siyasi varlık daha mevcuttu. Bunlar Tung-huTar, ÇinTiler ve Yüeh-chüYler olup sürekli birbirleriyle mücadele halindeydiler.

KAYNAK: Doç. Dr. Salim CÖHÇE, Türk Tarihine Giriş, ELAZIĞ 1995, ÇagOfset Matbacılık, s. 73-77

Hunların Milliyeti

H.N. Orkun'un M.Ö.XX. ve XIII. asırlarda "Dağ Congları" mn Hiun-yu, Hun-yü ve sonrada Hien-yün şeklinde Çin kaynaklarında bahsedilen kavmin, Han Sülâlesi devrinde (M.Ö 206-Milattan Sonra 25) Hsiung-nu diye zikredildiğini belirtmesine karşılık L. Ligeti, "Asya Hunlarmm Hsiung-nu adı ilk defa M.Ö 318'de Kuzey Şensi'de vukubulan bir muharebe ile alakadar olarak geçer. Daha önceki zamanlara atfedilen bütün diğer kayıtlar sonraki devirlerde ilâve edilmiştir" der. Biz bu meseleyi ileride inceleyeceğimizden burada keserek şu veya bu sebeple varlıklarının daha eski zamanlardan beri bilindiğini kabul ettiğimiz, fakat Çin kaynaklarında M.Ö IV. yy.dan itibaren bilgi verilmeye başlanan Hsiung-nuTarın milliyeti meselesine geçelim. G. Türükoğlu, Hsiung-nu larm milliyetine ait görüşleri üç grupta toplamaktadır. Hsiung-nu sözünün Türkçe konuşan Kadim-Moğol, Tunguz v.b. oymakların Hun-Türk önderliğinde "Heterojen" bir topluluğu ifade ettiği görüşü bir kenara bırakılırsa Hsiung-nu Tarm milliyeti üzerinde ileri sürülen fikirleri şöyle ortaya koyabiliriz. Rahip Biçurin ve K. Shiratori; Moğoldur, St. Martin; Fin-Ugor'dur, J.De Guignes, J.Klaprothe, W.Eberhard ve P.Pelliot; Türk'tür diyorlar. Aslında K. Shiratori Hsiung-nuTarı önce Türk olarak kabul etmiş, daha sonra Moğol olduklarına hükmetmiştir. L.Ligeti, "Şu halde Proto Hunların daha Çin tarihinin en eski devirlerinde Çin'in Şimalinde mi yaşadıkları veyahutta oraya daha sonradan mı göç ettiklerini tayin etmek mümkün değildir." diyerek Hsiung-nuTarın kimliğini tesbit etmenin zor olduğunu belirtiyor. A. Von Gabain'in Türk-Moğol karışımı oldukları fikri gerçeğe en yakım gibi geliyorsa da B. Ögel, ırklar arasmdaki böyle bir karışmamn Hun Devleti'nin kuruluşundan sonra meydana geldiğini ortaya koymuş olması ve W. EberhardTn "Hsiung-nu kavimleri arasmdaki kuvvetli ahenk bize bunları

bir gruptan olarak tanıtıyor ve Türkleri de biz bu kavimler arasında görüyoruz. Buna mukabil acaba Hsiung-nuTarı, Türk olarak kabul etmek mümkün mü, değil mi sorusu hakkında muhakkak itirazlar yükselecektir. Benim için burada hiç şüpheye yer yoktur. Zira vaktiyle Hsiung-nuTarm kültür maddeleri olarak nelerden bahsediliyorsa, bunların tamamıyla aynıları, sonradan T'u-cüeTerde görülüyor ki bizim, bu T'u-cüeTerin "Türkler" olduğu konusunda hiç şüphemiz yoktur. Sonra bütün Türkler için bir hususiyet gösteren kurttan türeme efsanesi, Hsiung-nuTarda da vardır. Yine şimdiye kadar tetkik edilegelen Hsiung-nu dili bakiyelerinin bugün bile Türkler arasında kullanıldığı bu hakikati teyid eder". "Sonra şunu da ileri sürebiliriz; Hsiung-nu Tardan oldukları muhakkak olan aşağı yukarı yüz kabileden büyük bir kısmı Türk idi. Bazısı ise Türk değildi" sözleri Hsiung-nuTarm Türk olduklarını ortaya koyar. P. Pelliot'da en azından dil ve siyasi kadro itibariyle Hsiung-nuTarm Türk olduklarım ısrarla belirtmiştir. Gerçektende, Hsiung-nuTarm kurduğu siyasi birlikte Moğol, Tunguz gibi yabancı kavimler var ise de devleti kuran ve yürüten asıl unsur Türktür. Bu kanaati doğrulayan bir çok deliller vardır. Her şeyden evvel bu devlette bozkır kültürü hakim olup, Gök Tanrı'ya inanılıyor ve aile "baba hukuku" üzerine kurulu bulunuyordu. Yine Gy. Nemeth'e göre Hsiung-nu devletinde idareci zümre ve hanedamn dili Türkçe idi. Zaten bilinen ilk Hsiung-nu hükümdarları, (Shan-yüTeri) Türklükleri kesinlikle isbat olunan Tu-ku (Tu-cu-e) kabilesindendirler, Çin kaynaklarının Tuk-yu (Tu-ku/T'u-cüe/Tu-cu-e) lan da Hsiung-nu soyundan göstermeleri manidardır. Ayrıca atı ehlileştirerek dünya tarihine hediye eden Türklerdir. Hsiung-nuTarda at besleme ve terbiyesi çok gelişmiş olmasına rağmen Moğol ve Tunguzlarda domuz (Donguz) besleyiciliği çok gelişmiş idi. Türkler bu devirlerde de domuzla ilgilenmemişler. Bunun yerine koyunla ilgilenmişlerdir. G. Türükoğlunun tabiri ile "Bir Moğol'un zenginliği domuz sayısıyla ölçülürken, Türk'ün zenginlik ölçüsü sahip olduğu koyun sayısıdır. A. Von Gabain'in tesbitlerine göre Hsiung-nu Çin münasebetleri sebebiyle Çin yıllıklarında zaptedilen bir çok kelime (Tann, Kut, Börü, İl, Ordu, Tuğ, Kılınç v.b.) Türk dilinin en eski yadigarlanndandır.

KAYNAK: Doç. Dr. Salim CÖHÇE, Türk Tarihine Giriş, ELAZIĞ 1995, ÇagOfset Matbacılık, s. 71-72

Hun Yurdu

Altaylardan Asya'ya yayılan bir milletin herhangi bir kabilesinin yurdunu aramak ilk bakışta yadırganabilir. Fakat; Sibirya'da devlet kurduğu gibi Mısır'da da devlet kuran bir milletin kabileleri için bu durum çok görülmemelidir. Her ne kadar bazı milletlerin tarihi varolduklarından bu yana belirli bir coğrafya dahilinde oluşmuşsa da (İranlı, Çinli, Arap v.s.) Türkler için böyle bir durum söz konusu değildir. Zira, Türkler çeşitli çoğrafi bölgelerde varlık gösteren bir millettir. İşte bizim Hun yurdunu aramamızdaki başlıca sebep bundan ileri gelmektedir. Hun yurdu deyiminden de kastımız, Hunlar'm bir varlık olarak ilk görüldükleri çoğrafi sahadır. Yerleşik toplumlarda böyle bir saha aramaya gerek yoktur. Çünkü bu saha, o tüplümün anayurdu dahilindedir. Fakat; göçebe veya yarı yerleşik toplumlarda durum başka bir özellik göstermektedir. Bu toplumlar aym zamanlarda veya değişik zamanlarda anayurttan uzak bölgelerde bile bir varlık olarak ortaya çıkabilmektedir. İşte Hunlar'da böyledir. Öyleyse bu yurt neresidir? Her ne kadar yan yerleşik topluluklann yurtlarının sınırlarını, değişik tesbit etmek zor isede, umumi çizgilerle bu yurt ortaya konulabilir. Ayrıca münasebette bulunulan komşu kavimlerin yerlerinin tesbiti de, tayin edilecek yurdun sımrlanna bir ölçüde belirginlik kazandırabilir.

Çin kaynakları Hunları Şansi, Şensi ve Ho-beğ'in kuzeyinde gösterir ve doğularında; Şansi'nin kuzeyinden Şara-muren kıyılarına kadar Tung-huTarın güneylerinde de, yani bugünkü Kansu bölgesinde Yüe-çi (Yüeh-chih)lerin oturduklarım kaydeder. Bu durumda Hun yurdu Altaylann güneydoğu eteklerinden başlayıp Etzine-göl ve Alaşan bozkırlarının kuzeyinden Gobi çölüne kadar uzanmaktadır. İ. Kafesoğlu'da bu görüşe yakın bir tesbit yapmıştır. Bu tesbite göre Hun yurdu; Orhun-Selenga ırmakları ile, Türklerin kutlu ülke saydıkları Ötüken havalisi merkez olmakla beraber, ilk devrelerde ağırlık noktasımn Hoang-ho (Sarı nehir) nehri dirseği etrafında ve Ordos bölgesindedir. L.Ligeti'ye göre, Hunlann en eski devirlerden beri Çin kaynaklanmn gösterdikleri bölgede mi yaşadıklan yoksa sonradan mı bu bölgeye geldiklerini tayin etmek mümkün değildir. Fakat asıl vatanlarının Orhun ve Selenge ırmaklarının menbaları sahasında bulunması muhtemeldir. K.Shiratori Hun yurdunu ve menşeini uzak doğuda görmek istiyor, bu

sebeplede Moğolistanı Hun yurdu olarak gösteriyordu. Aslında O. Franke ve A.Hermann'a gelinceye kadar Hun devleti bir Moğolistan İmparatorluğu sayılmıştı. Halbuki Moğolistan, Hun Devleti'nin sol kanadım meydana getiriyordu. A. Hermann, "An Historical Atlas or China" adlı atlasında Hun yurdunu Gobi çölünün batı yarısmda üçgen şeklinde hemen hemen boydan boya kaplamış olarak göstermektedir. Bu alim, Hun yurdunu tesbitte Çin akınlarının yönlerine büyük önem vermiştir. Fakat, Hunlann Orhun vadisinde oturduklarına inanmakla birlikte, nereden geldiklerini de söyleyememiştir.

Hun yurdu hakkında en önemli tesbitler B. Ögel'e aittir. Biz bu tesbitleri vererek Hun yurdunun sınırlarını sabit olmamakla beraber umumi çizgileriyle ortaya koyabileceğimiz inancındayız. B. Ögel'e göre, "Hun'lar daha ziyade Tanrı Dağlarının doğu uçlarından batıya doğru uzanan büyük bir kitle idiler. Batıda nereye kadar uzandıklarım bilmiyoruz, çünkü elimizde hiç bir kaynak yoktur. Öyle anlaşılıyorki, Kuzey-batıda Volga ırmağına; Güney-batıda da Türkistan'a kadar uzanan bölgelerde yaşayan halklar onların akrabaları idiler. İmparatorluk kurulduktan sonra tıpkı Göktürk Devletinde olduğu gibi devletin ağırlığı ve imparatorluğun başkenti doğuya kaymış ve başkent, Orhun nehrinin kaynaklarım aldığı Ötüken bölgesinde kurulmuştu. Burası bütün Orta Asya'mn en kutsal bir yeri idi. İnanca göre, bütün büyük imparatorlukların başkenti burada kurulmalı idi. Esasen bu bölgeyi ele geçirmeyen ve başkentini de burada kuramayan bir devlet, büyük bir teşekkül veya imparatorluk sayılmazdı...

Büyük Hun İmparatorluğu hakkındaki başlıca kaynaklarımız Çin tarihleridir. Çin tarihleri Hunlann yalmzca doğudaki faaliyetlerinden söz açarlar.Bu kaynaklara bakan batılı bilginler, Büyük Hun Devleti'nin bir Doğu Asya İmparatorluğu olduğunu zannetmişlerdi. Halbuki Doğu Asya Hunlann eline, ancak Metenin Tunguzlan mağlup edişinden sonra geçmişti. Biz Hunlann esas yerini öğrenmek için daha başka türlü metodlar takibettik. Büyük Hun Devletinin kuruluşundan aşağı yukarı yüz sene sonra, Doğu Asya Hunlann elinden çıkmıştı. Fakat Hunlar buna rağmen batıda, 150 sene daha mukavemet etmişlerdi. Hunlara karşı akın yapan Çin generallerinin takip ettikleri yollar incelenirse, Çin ordulanmn Tanrı Dağlanmn kuzeyine ve Altay Dağlarımn da güney-batısma doğru gittikleri açık olarak görülür. Sonradan Göktürk Devletini kuran Türk kitleleri de bu bölgede yaşayan ve bu bölgeden kuvvetlerini alan halklardı. Bunlar her zaman için, Orta Asya'mn en asil ve en güçlü boyları olmuşlardı.

Hunların güney-batısında Yüe-çiTer yaşıyordu. Yüe-çiTerin batıda, nereye kadar uzandıklarım da bilemiyoruz. Yüe-çi Terin Türk ırkından olduklarına dair pekçok delil vardır.

KAYNAK: Doç. Dr. Salim CÖHÇE, Türk Tarihine Giriş, ELAZIĞ 1995, ÇagOfset Matbacılık, s. 69-71

Hun Adı Ve Anlamı

Bu adı değişik şekilleriyle birlikte ilk önce Çin kaynaklarında bulmak mümkündür. Çin kaynaklarının bahsettikleri Çin'in kuzeyinde oturan bir takım kavimleri Hsiung-nuTarm ataları kabul eden H.N. Orkun, "İlk devirlerde Dağ Congları adıyla amlan bu kavim, daha sonraları, Hsiun-nyu, Hun-yü diye isimlendirilmişler, Çou sülalesi zamanında da Hien-yün ismiyle kaydedilmişlerdir. M Ö.IX. asırdan itibaren bu isimle amlan Hsiug-nulardan Han sülalesi (M.Ö. 206- M.S. 25) zamamndan beri doğrudan doğruya Hsiung-nu ismiyle kaydedilmeye başlanmıştır." demektedir. L, Rasonyı'de, "Asıl Hsiung-nuTara gelince M.Ö.VIII. yy.larda onlar Hoang-ho (Sarı ırmak) nehrine dayamyorlar. Çinlilerin bazı kısa süreli başarılar sağlayan karşı taarruzları onların gayretlerini kıramıyor ve Çin için gittikçe artan ciddi tehlike teşkil ediyorlar. Çin kralları M.Ö.300 sıralarında surlar inşa ederek akınları önlemeye çalışıyorlar. Büyük şeddin ve askeri yolların bazısını yaptıran İmparator Si-Huang-ti 210 da öldüğü sırada Hunlar çok kuvvetlenmişlerdi ve Asya'daki devletlerinin altın çağı başlamıştı." diyerek Hsiung-nuTarm M.Ö.VIII. asırdan itibaren Çinlilerce bilindiğini söylüyor. Halbuki, L.Ligeti, "Çin kayıtlarının Çin'in birkaç bin yıllık tarihinin daha fecrinde, Asya Hunlanm zikrettikleri ve mesela Hsiung-nu kavmi ceddinin M.Ö.XX. asırda hüküm süren Hia Çin hanedammn bir halefi olduğu kabilinden yazıları bugün de çok defa okuyabiliriz. Bununla beraber şayet Çin kayıtlarım yakından tetkik edecek olursak çok daha mütevazi neticelerle iktifa etmemiz icap edecektir. Çin medeniyeti hakikaten çok eskidir. Bununla beraber yakınlarda meydana çıkarılan Paleolitik, Neolitik buluntuları ve daha eski zamanlardan beri bilinen M.Ö. XII-XI. asırdan kalma parçalar halindeki Çin devri kemik kitabelerine rağmen en eski ve birbirini takip eden tarihi kayıtlar, M.Ö.IX-VIII. asırlardan daha eski değildir. Bunların da daha muahhar ve yazılı hatıraları zengin devirlere doğru muazzam fasıllarla devam ettirdiklerini, ayrıca not etmeliyiz.

Çin kavmi tarihini M.Ö. III. bine kadar çıkaran efsanevi an'aneler, M.Ö.VIII. asırda saray yazarları tarafından telif edilmek

suretiyle teşkil edildiğini modern ilmi tetkikler tesbite muvaffak olmuştur...
M.Ö.XXIV-XX. asırdan, muasır (veya muasır olmayan, fakat birdereceye kadar) tarihi vasfım haiz kayıtların, Hsiung-nu Tarla alakadar olarak bahis mevzuu dahi olamayacağı muhakkaktır.
Asya Hunlarımn Hsiung-nu adı ilk defa M.Ö.318'de Şimali Şansi'de vukubulan bir muharebe ile alakadar olarak geçer. Daha önceki zamanlara atfedilen bütün diğer kayıtların muahhar devirlerin ilavesi olduğu meydana çıkmıştır" diyerek bu görüşe karşı çıkmıştır. İ. Kafesoğlu'da "Çin kaynaklarında M.Ö.IV. asırdan itibaren Türk'lerle birlikte Moğol, Tunguz soyundan bazı grupları da ifade etmek üzere "Kuzey Barbarları Hanedanı" manasında olarak Hsiung-nu (Hsiung-nu) diye amlan bu kütlenin kesin tarihini M.Ö.IV. asırdan itibaren takip etmek mümkün olmaktadır. Hunlarla ilgili ilk tarihi vesika olarak bir anlaşma zikredilmiştir ki bu da, M.Ö.318 tarihlidir." diyerek L.Ligeti'ye katılmaktadır. Ayrıca L. Ligeti Çinlilerin çeşitli isimlerle zikrettikleri ve Hsiung-nu adına benzeyen bu kezey barbarlarının Hsiung-nu Tarla aynı olmadığım, yani Hien-yü, Hun-yü ve M.Ö.IX. asırda resmi bir isim olarak görülen Hien-yün adıyla Hsiung-nu adı, ayrıca gerek Hien-yün gerekse Hsiung-nu kelimeleriyle MI. asır önce zikredilen Kui, Kun, Hun, Kiüan, K'iüan barbar adlarının birleştirilmesinin dil ve tarihi sebepler dolayısıyla kabul edilemeyeceğini ileri sürmektedir. Bizce, L. Ligeti'nin ileri sürdüğü bu mesele daha geniş bir izaha muhtaçtır. Zira: B. Ögel'in daha önce verdiğimiz görüşlerinde bahsettiği, M.Ö. 1700 yıllarından sonra kendilerini göstermeye başlayan ve Büyük Hun Devletini kuracak olan Altaylı kavimlerin ÇinTe muhakkak ilişkileri vardı. Bu devre ait Baykal ve Selenga bölgesinde bulunan Çin yapısı malzemeler bu konuda bize bir malumat vermesi bakımından önemlidir. Ayrıca Çine yapılan Türk akınlarında en önemli yollardan biri olan Gobi Çölü çevresi ve bugünkü iç ve dış Moğolistan'da bulunan Cilalı Taş Devri kültür unsurlarının Orhun Nehri ve Baykal Gölü kıyılarındaki kültür unsurlarına çok benzemesi, buradaki ahalinin Çin'le olan ilgisini-Bu kültür, Çin kültüründen farklıdır. Ortaya koyduğu gibi, Büyük Hun Devletini kuran kabilelerin de bu bölgede tarih sahnesine çıkmaları tesadüf değildir. O halde Çin kaynaklarında bahsedilen Çin'e yapılan akınların ki; bu akınları yapanlar hakkında Han Sülalesine gelinceye

kadar önemli bir bilgi verilmemektedir. Altaylı kavimler, yani; Hsiung-nu kabilelerine akraba veya bizzat Hsiung-nu siyasi birliğine dahil kabiielerce (veya kavimlerce) yapılması gerekir. Öyleyse, Hienyü, Hun-yü, Hien-yün, Huei-fang ve nihayet Han sülalesi devrinde Hsiung-nu (Hiung-nu/Siüng-nu) diye geçen adlar arasında bir münasebet vardır. Esasında Çin hiyegroliflerinin çeşitli göçebe devletlerin devirlerine rastlayan farklı zamanlarda ne surette telaffuz olunduklarım Sinologlar daha tam olarak tesbit edememişlerdir.

Çin'e akın yapmak isteyen kuzeyli kavimlerin Gobi Çölü'nü geçer geçmez yorgun bir vaziyette Çinlilerle karşılaşmamak için Hunlardan önceki çağlarda Çin sınırındaki stratejik bölgelerde kurdukları ileri garnizonları var ki; bu garnizon ahalisinin meydana getirdikleri eserler büyük medeniyet eserleri olmasa bile özbeöz Hsiung-nu sanat eserleridir. Bu durumda muhtelif devirlerde Çin'e akın yapanlar Çinliyle temas edenler Hun-yü, Hien-yü Hien-yün v.s. gibi adlarla amlan Hsiung-nu Tardan başkası değildir. Ayrıca Çin'de sülâleler değiştikçe yeni sülalenin tarihçisinin mümkün olduğu kadar eski sülale tarihinde kullanılan tabirleri kullanmağa çalışması yüzünden Hsiung-nuTarm adlarının aynı kalmadığım da göz önünde bulundurmak gerekir. Aslında L.Ligeti, makalesinin bir başka yerinde "Bu kabile ve kavim adlarının Çin'ce izahı hakkında çok şey yazılmış ve münakaşalar olmuştur. Buraya dahil bulunmayan yalmz Kui'nin Çince bir manası vardır ve şeytan, cin demeğe gelir; buna bağlı bulunan Kui-fang ise "Demonlar Memleketi" demektir. Buna mukabil Hsiung-nu "Hiung Kölesi" demek değildir, Hien-yün "uzun burunlu köpek", Hiün-yü "pis kokulu bulgur" veya "Bulgur yiyen" manasının verilmesi yanlıştır. Burada Çin kaynaklarının bir barbar dili tesmiyesini, veya bunun herhangi bir variantım bütün ihtimallere göre, kasten pejoratip bir mana ifade eden yazı işaretleriyle dillerine nakletmiş olmaları ihtimali vardır" diyerek, Çinlilerin başka kavimlerin veya bir kavmin adım çeşitli şekillerde bozarak ve kendilerince aşağılayıcı manalar ifade eden şekillerle gösterdiklerini (bunuda kasten yaptıklarını) teslim ediyor. Gerçekten Hsiung-nuTarm münasebette bulunduğu diğer kavimler, mesela; Hintliler "Huna", Avrupalılar "Hunni" demek suretiyle bu Türk kavminin adım aslına en yakın şekliyle zaptetmişlerdir. " Hunni", " Huna" Hunlar demek olduğundan ortak kelime "Hun" dur. Aslında burada söz konusu olan

Hsiung-nu, Hunları tesbit eden Çince işaretlerin İngiliz usulü seslendirilmiş şeklidir. Aym işaretleri Alman sineloğu J.I.M. de Groot "Hung-no", Fransız E. Chavannes "Hiongnu" şeklinde seslendirmişlerdir. Bu seslendirmelerde "Hun" sesi kolaylıkla sezilmektedir. Eski Türkçe'de "h" sesi olmadığı, bunun yerine "K" kullamldığı malumumuzdur. Fakat, Türkçe'deki "k" sesi; yabancı dillere "h" sesi ile yer değiştirerek geçtiği gibi zamanla bizde de "h" sesi şekline dönüşmüştür (Kangı/hangi, Kah halı v.s. gibi). Bu durumda "Hun" kelimesinin Türkçedeki aslı "Kun" dur.
Hsiung-nu veya Hun kelimesinin manasına gelince: Ural Altay kavimlerinin en eski adları hep insan manasına gelen kelimelerden ibarettir. Bu noktadan hareket eden bazı batılı alimler (Gy. Nemeth, P.Pelliot, L. Hambis. F. Altheim v.b.) bu kelimenin de insan manasına geldiğini ileri sürmekteler. İ. Kafesoğlu'da bunlara dayanarak devletin sahipleri kendilerine, Türkçe'de "İnsan, Halk" manasında "Hun" (Khun) dediklerini belirtmektedir. "Hun" adı bir görüşe göre de, M.Ö.I. bin başlarında Kwan, Gun, V. asırdan önce Kun, IV-III. asırlarda ise Khun şeklinde telaffuz edilmişti" demekte ise de, H.N. Orkun "Fakat biz bunu kabul edemeyiz. Çünkü, bu kelime başka dillerde insan manasına gelirse de Türkçe'de böyle bir manası yoktur, ve bir kavim kendisine ad verirken başkalarından kelime almaz. Binaenaleyh bu sözü Türk dilinde mevcut bir kelime ile mukayese etmek lazımdır" diyerek buna karşı çıkmış ve Türklerin tonemizm (totemizm) neticesinde hayvan isimlerini kabile isimleri olarak aldıklarını, (Bir oğuz boyunun Alayunt/Ala: Alaca, yunt: at, Alayunt: Alacaat) Hun ismininde eski kaynaklarda (D.L.T. de olsa gerek) koyun manasına geldiğim belirttikten sonra, "binaenaleyh bizce Hun sözü koyun demektir. Bu taktirde koyun kelimesini de Çincedeki Hiung sözü ile mukayese edebiliriz" demektedir. Gerçektende bazı hayvan ve kuş adları daha sonraki devirlerde bile şahıs, yer, sülâle ve kabile adı olarak alınmış ve kul lam İmiş tır. (Tuğrul, Çağrıl, Arslan, Pars, Börü, Sungur, Aksungur, Doğan, Babur, Koç, Aşina/Kökbörü, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Teke/Tekeli Karakeçili, Yunt Tepesi, Tekeçatı v.s. gibi) Hatta totemizm devrinden gelme koyun figürü bugün bile Doğu Anadolu (Kars-Iğdır) ve Azerbaycan bölgelerindeki Türk ahali tarafından mezar taşı olarak kullanılmaktadır.

Biz Hun-Koyun ilişkisinin teferruatına geçmeden önce Hsiung-nu

sözüne J.De Guignes ve batıda hazırlanan sözlüklerde hangi mananın verildiğini ortaya koyalım. Çince'de iki işaretle gösterilen Hsiung-nu (Hung-no, Hiong-no, Siüng-nu) kelimesinin, "Hiung" okunan işareti: "Göğüs, bağır, akıl, zekâ, hafıza, hatıra, dimağ" "nu" okunan işareti ise; "köle, esir, hizmetçi, alçaltıcı, aşağılatıcı terim, anlamlarım taşıdığını, ikisinin birden J. De Guignes'e göre, "Bedbaht Esir" manâsına geldiğini görmekteyiz. Çinliler "Hun" kelimesini ses bakımından Çinceye mal ederken kasıtlı olarak bu sese kendilerine has bir metodla aşağılayıcı, tezyif edici bir hüviyet vermekten kaçınmamışlardır. Juan-Juan ismini "küçük, küçücük kurtlar" şeklinde bir hayvan motifiyle tezyif ederek veren Çinlilerin, Hunluları insan vasıflarıyla aşağılama yoluna gitmeleri böylece Hun/Koyun tezini zayıflatıcı bir durumun ortaya çıkması dikkatimizi çekmekte ise de, göçebe Orta Asya Türkünün hayvansız, hele at ve koyunsuz düşünülemeyeceğini, bunlardan birinden bahsedilirken diğerinin de ifade edildiğini ve yukarıda sunduğumuz hususları göz önüne alırsak; ortaya çıkan durumun izahımn kolaylaşacağı kanâatindeyiz. Konuyu burada derinlemesine ele alacak olursak ileride vereceğimiz bir bölümü (Hun Kültürü ve Medeniyeti) burada incelemek durumunda kalacağız. Bu sebeple, meseleye derinlemesine girmektense Hun/Kun sözünün Türkçedeki varlığına ve manâsına geçmeyi daha uygun gördük.

Kun/Hun kelimesi Z.Gökalp, M.Ş. Günaltay, R.Nur ve G. Türükoğlu'na göre; Orkun, Ergenekon kelimelerinde de Kun ve Kon şeklinde mevcuttur. Fakat: B. Ögel Ergenekon Destanı'nm Câmi ût-Tevârih'teki (Reşideddin) metninin tercümesini verirken "Kon" sözünün manâsı "dağ beli, geçit" demektir. Ergenek ise "Sarp" anlamına gelen bir sözdür." tesbitini yapmıştır. Öyleyse Ergenekon kelimesindeki, geçit, bel manasına gelen "kon" un Hun kavim adıyla bir ilgisinin olmaması gerekir. Bu durumda H.N. Orkun'un varlığım tesbit ettiği (Hun sözünün) ve aşağıda sunacağımız görüşlerin dayandığı eski kaynak hangisidir? Hiç şüphesiz bu kaynak Hun kelimesinin Argu Türklerince Koyun (Kon/Koy) manâsına kullanıldığım haber veren Kaşgarlı Mahmud'un "Divan-ı Lügat it Türk"dür. M.Ş. Günaltay "Divan-ı Lügat it Türk"'e dayanarak "Hsiung-nuTann, Akkoyunlu ve Karakoyunlu aşiretlerinin ecdadı olan Hunlardan ibaret olduğu tezahür ediyor" hükmüne varmış ve Hun tarihine başlık olarak "Koyunlu Devleti" tabirini seçmiştir. Z. Gökalp ise, "Hun kelimesi Türk ve Türkçe olduklarında şüphe bulunmayan

"Ergenekon" ve "Orkun/Orhun" gibi tabirlerin içine lisanî bir unsur olarak girmiştir. O halde "Hing-nu" ve Hun tabirlerinin aslı Türkçe "Hun" kelimesi olduğuna, binaenaleyh bu eski Türk kavminin Türklerin kendilerince "Hun" adıyla adlandığına hükmedebiliriz.

"Hun" kelimesinin manâsına gelince; Mahmut Kaşgarî Lügatına göre (Mes'udî, Mürûcü'z-zeheb 1.213) bu kelime, Argu Türkçesinde "Koyun" manasınadır. M.Kaşgarî'nin "Istificab" ile "Balasagun" arasında oturduklarım haber verdiği bu Argu Türkleri ihtimal ki "Orgun/Orhun" Türkleridir. Bunlar tabi kendi adlarım en doğru şekilde muhafaza etmişlerdir. Sonradan Oğuzlar bu kelimeyi "Koyun" Şark Türkleri de "Koy" şeklinde muhafaza etmişlerdir. "Kun" kelimesinin manâsı bu şekilde taayyün edince, Eftalitlere verilen "Ak Hunlar" tabirinin de "Akkoyunlular" olduğu meydana çıktı.
Çinlilerin "Hsiung-nu" Avrupalıların "Hun" adım verdikleri kavmin Türklerce "Koyunlular" diye adlandığı anlaşıldı." R.Nur, bu görüşlere katılır mahiyette" Bunlara (Hiyongnu) son zamanlarda bizim alimlerimiz "Koyunlular" diyorlar. Bunun nereden geldiğini bilmiyorum. Vâkıâ Arapça, Acemce kitaplarda "kon" kelimesine tesadüf olunur, fakat bunlar Çinlilerin Hiyong-nuTarı mıdır? Kelimenin aslı "Hun" olmalıdır. Avrupalılar "Hiyong-nu" evlâdı olup Avrupa'ya gelenlere "Hun" demişler ki, bu mutlaka "Hun"dur. Fransızcaya Lâtinceden gelen bu kelimedeki "u" Lâtinler'de "ou" okunur. "Orhun" Coğrafi adı da bu iddiaya bir delildir. "Hun" "kon" şekline girebilir, fakat "Hun" ve "kon" un "Koyun" manâsına olduğunu bilmiyorum. Çağatayca'da "Koyun" "Koy" dur. Arkaik Türkçede acaba "Kon" mu? Fakat eski bildiğimiz XII asır evvelki Orhun abideleri Türkçesinde de -ki arkaik Türkçe diyoruz-"Koyun" "Koy" dur. Orhun stellerinden çok sonra yazılmış olan Divan-ı Lügat'it Türk Türklerden bir kabilede "Kon" un "Koyun" demek olduğunu bildirmesi, bu adı vermeye kâfi ve stelden kıymetli bir delil olmasa gerektir. Hiyong-nu "Hiyon-yu" suretinde de yazıldığından bu son kelime "Koyun" mu demek? "Nu" Çince "Li" manâsına mı? Zannımca "Esir" demektir. Yoksa "Li" Türkçe şimdiki tarih istilâhı mı olarak konuyor? O halde "Nu" ve "yu" ne oluyor. Bence bugün bu Çince adların Türkçelerini bulmak mümkün değildir. Eğer bu tefsir sureti doğru ise pek güzeldir. O suretle umûmen kabul edilmelidir. Çünkü bunların Türkçe orjinal adlarım bulmaya pek muhtacız" demekle birlikte kesin bir

şey söyleyememiş ve bir çok soru ortaya koymuştur.R.Nur zamamnda Türk Tarihi üzerine yapılan araştırmaların azlığı ve kaynakların durumu haliyle ona bu sorulan sordurmuştur. Bugün Türk Tarihi çalışmalarının ilerlemiş olması sebebiyle bu soruları cevaplandırmak artık mesele değildir. Dolayısıyla, R. Nur'un görüşlerinin tahliline girmeden, yukarıda sunduğumuz bilgiler ışığında Hun adı ve manasımn özetle ortaya koyarak konuyu bağlamak istiyorum.
Adı Çin kaynaklarındaki işaretlerin; Hsiung-nu, Hsiung-nu, Hiong-nu, Hung-no, Siüng-nu şekillerinde transkripsiyonuy la tesbit edilen Orta Asya Türk kavminin adım Hind ve Avrupa kaynakları Hûna, Hunni şeklinde vermektedirler. Çinlilerin kasıtlı tahripleri neticesinde bile ortaya çıkan isim "Kun" olmaktadır. Kun/Hun kelimesine; Çince işaretlerle verilen manâlan kabul edemediğimiz gibi batılı bilginlerin mukayese yoluyla verdikleri anlamımda kabul edemiyoruz. Her şeyden önce adı geçen kavim Türk'tür ve adımn da Türkçe'de var olup olmadığına, varsa ne anlama geldiğine bakmamız gerekir. Bunun için de hiç bir zorlamaya girmeden bazı Türk kaynaklanndaki tesbitlere bakmamız kâfidir. Bengütaşlardan Kültigin'e ait olanının doğu cephesi 12. satırında ve Bilge Kağan'a ait olammn doğu cephesinin 11. satırında aynen "Tengri küç bir Türk üçün kanğım kağan süsi böri teg ermiş, yağısı koyn/kony teg ermiş". Bugünkü konuşulan şekliyle "Tanrı kuvvet verdiği için babam kağanın askeri kurt gibi imiş, düşmam koyun gibi imiş." denilmektedir. Buradaki Koy n/Kony, koyun manasına gelmektedir. Orhun alfabesinde "u" ve "o" sesi tek işaretle (>) gösterildiği gibi baştaki "k" sesi de "ok, uk, ko, ku" seslerini veren tek bir işaretle (i) gösterilmektedir. Dolayısıyla Koyn/Kony kelimelerini Kuyn/Kuny şeklinde de okumak mümkündür. Kelimedeki yn/ny sesi bugün sadece "n" harfiyle gösterilmektedir. Bilindiği gibi bugünkü kullandığımız lâtin alfabesi dilimizin bütün seslerine cevap verememektedir. Bana/Banga, Sana/Sanga, bin/bing (kastedilen binmek fiilinin emir kipi bin olmayıp, 1000 sayısıdır.) kelimelerinde görülen "gırtlak g" si de dediğimiz sesde olduğu gibi; gırtlakla dilin kökü arasında (dilin kökünün hafifçe kalkmasıyla) oluşan yn/ny sesine cevap veremediğinden bu sesde bugün " n" işaretiyle (harfiyle) gösterilmektedir. Bu sebeple Bengütaşlarda kaydedilen Koyn kelimesini bugün "kon" veya "kun" şeklinde yazmamızda bir sakınca olmadığı gibi, kelime ses itibariyle de bugünkü

"koyun" kelimesine çok yakındır. Ayrıca bu meselede, dillerin teşekkülleri esnasında ilk kelimelerin tek heceli olduğunu ve önceleri tek heceli olan bir çok kelimenin de daha sonraki zamanlarda çok heceli hale geldiğini göz önüne almalıyız. (At, it, taş, ok, od, kuş, ay, il v.b. gibi) Aslında Bengütaşlar Çinlilerin bazen kendilerince bilinen kavimlere, adı geçen kavimlerin kendilerine verdikleri addan büsbütün başka bir ad verdiklerini ortaya koymuştur. Meselâ, Çin kaynaklarında Kıtay kavmi ile birlikte zikredilen "Hi" kavmi Bengütaşlarda "Tatabı" şeklinde geçmektedir. "Hi" ile "Tatabı" arasında hiç bir benzerlik yoktur. Avrupalı bilginler bu iki adın aynı kavmin adı olduğunda hemfikirdirler. Çinli'lerin kasıtlı olarak hem ses, hem de anlam bakımından bozdukları, (her ne kadar Çince işaretlerin traskripsiyonu ile ortaya çıkan Hiyung kelimesi ses itibariyle koyun/koyn kelimesine benzese de) fakat, Hind ve Avrupa kaynaklarının aslında yakın bir şekilde zaptetmeleri neticesinde tesbit edebildiğimiz ve Bengütaşlar'da koyun manasına kullanıldığını yukarıda ortaya koyduğumuz bir Türk kavminin adı olan Kun/Kon kelimesininde daha sonraki devirlerde bile (bir başka Türk kavmi olan) Argu Türklerince aym anlamda (Koyun manâsına) kullanılarak yaşatılmakta olduğunu Kaşgarlı Mahmud Divan-ı Lügat'it Türk'de bize haber vermektedir. Ayrıca, Kaşgarlı Mahmud'un Argu Türklerini XI. yy .da yukarıda verdiğimiz görüşlerinde Z.Gökalp'inde dikkat çektiği gibi Hunlarm ortaya çıktıkları bölgeye yakın bir yerde tesbit etmesi çok manidardır.

Bütün bu bilgileri netice olarak özetlersek; Türkler çeşitli hayvan adlarını, şahıs, yer, sülâle ve oymak ismi olarak kendileri aldıkları gibi başkalarına da vermişlerdir. Bu durumda Çinlilerce Hsiung-nu (v.s.), Hindlilerce Hûnna/Hûna, Avrupalılarca Hunni diye adlandırılan Türk kavminin adı, Türk kaynaklarında Türkçe koyun manasına gelen "Hun"dur. Bu ad önce iktidarın yani bir sülâlenin adı iken daha sonra siyasi birliği meydana getiren ve çoğu Türk olan kabilelerin ortak adı olmuştur. Bu sebeple biz bu Türk devletini belirtirken bundan böyle "Hun" adım kullanacağız.

KAYNAK: Doç. Dr. Salim CÖHÇE, Türk Tarihine Giriş, ELAZIĞ 1995, ÇagOfset Matbacılık, s. 60-68

22 Nisan 2016 Cuma

Hunların Tarih Sahnesine Çıkışları

Burada temel nokta Türklerin değil Hunların ne zaman ortaya çıktığını ortaya koyabilmektir. Türklerin ilk ortaya çıkışları ile ilgili farklı görüşler mevcuttur ve Türklerin ilk kez tarih sahnesine çıkışları Hunlardan çok daha gerilere gitmektedir. Dolayısıyla burada, ne kadar eskiye gidersek o kadar sağlam köklere sahip olduğumuzu ispatlarız düşüncesiyle hareket ederek, sınırları zorlamamak gerekir. Zaten kaynaklar dikkatli incelendiğinde Hunların ilk ortaya çıkışları ile devlet haline gelmeleri arasında önemli bir zaman farkı olduğu da kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

Dönemin temel kaynağı Shih-chi’nin bakış açışından bahsettik. Shih-chi 110. Bölümde Hunlardan bahsederken, Hsiung-nu’ların atası, Hsia’nın hükümdar ailesinin soyundan Ch’un-wei adlı bir kişidir49, der. Ancak bahsettiğimiz Hsia Hanedanlığı dönemi biraz efsanevidir. Fakat yine de, efsanevi de olsa, yazılı kaynaklar vardır ve bunlar inkâr edilemez. Ch’un-wei, Hsia hanedanının kralı olan babası, M.Ö. VIII. yüzyıl ya da öncesinde, bir iç savaş sonucu yenilip öldürülünce kuzeye kaçtı. Babasının eşleri ile evlendi ve çiftlik hayvanları ile göç etti. Çin’ de o ve boyu Hsiung-nu diye adlandırılır50. Ssuma-Chien’ in Shih-Chi kayıtlarındaki ifade bu şekildedir. Ancak bu konu bilim adamları tarafından sürekli tartışılmıştır. Ortaya çıkan genel kanı, Çinlilerin, güçlü Hunları kendi torunlarıymış ve kendilerinden türemiş bir alt topluluk olarak gösterme çabası içinde olduğu yönündedir. Zira L. Gumilev’in de belirttiği gibi tek atadan türeyen hiçbir millet olmamıştır, olamaz da. Bütün insanlar bir anne ve babadan meydana geldiği gibi, bütün etnoslar da en az iki kişiden veya birçok atadan türemiştir51. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Hunların devlet teşkilatı oluşturmaları, M.Ö. III. yüzyıla tekabül eder. Ancak Hun boyları bu tarihten önce de Çin’ in kuzeyinde yaşamaktaydı. Hunların Ch’un-wei’ye dayandırılması bile, Çin kaynaklarının

Hun varlığının Han döneminden (M.Ö. 206’ da başlamıştır) önce başladığını kabul ettiğini gösterir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu durumun en önemli sebebi, Han dönemiyle beraber kavim adlarının farklı Çin karakterleriyle yazılmaya başlanmış ve böylece eski ve yeni adlar arasında bağlantı kurmak zorlaşmıştır. Araştırmacıları Hunların ortaya çıkışları konusunda yanılgıya iten en önemli sebep budur. Hunlarla ilgili Çin kaynaklarından başka yazılı belgenin olmayışı da tek kaynağa bağımlı kalmaya sebep olmaktadır ve böylece elimizde değerlendirme yapmak için sınırlı malzeme kalmaktadır.

Hiçbir kavim bir anda, tek atadan ortaya çıkmaz. Hunlar M.Ö. III. yüzyılda devlet kurduklarına göre, mutlaka boy olarak, bu tarihten çok önce var olmuş olmalıdırlar. Birden ortaya çıkıp, teşkilatlanarak devlet kurmaları pek akla yatkın gelmemektedir. Zaten kaynaklar ve alanın uzmanları bunu belirtir. Burada en önemli kaynaklardan biri Prof. Dr. Wolfram Eberhard’ın Çin’in Şimal Komşuları adlı eseridir. Bu eserde tespit edilen Hun boyları 17 tanedir. Ancak eserde sadece Hyung-nu (Hsiung-nu, Hun) kavimleri başlığı altında 17 kavim vardır. Bunlar Eberhard tarafından, eski Çin kaynaklarına dayanılarak, Hyung-nu kavmi olduğuna kesin gözüyle bakılan kavimlerdir. Bunların dışında Hun kavimlerine komşu onlarca kavim vardır. Eberhard, bu komşu kavimlerin Hun kavmi olduğundan emin olmadığı için bunları ayrı başlıklar altında incelemiştir. Örneğin H’yen-bi kavimleri bunlardan biridir. Pelliot ve Barthold, H’yen-bi’lerin Türk oldukları kanaatindedirler, Franke bunlara itiraz eder52. Bunun gibi pek çok kavim tartışma konusudur. Ancak, Türk kavimlerinin kesin sayılarını tespit etmek pek mümkün değildir. Fakat Hun boylarının sayısı tahminimize göre en az 25-30 arasında olmalıdır. Bu boylar, özellikle Çin’in kuzey bölgeleri ve Gobi Çölü’nün kuzeyinde yaşarlar. Bu kavimler hemen tamamıyla göçebedirler ve at yetiştirirler, yalnız zaman zaman bir yere yerleştikleri de görülür. H’yung-nu kavimlerinin şimal kısımlarındakiler avcılık yapmışlar; cenupdakilerden bazı kısımlarda ziraat ile uğraşanlar vardı53. Bu ortak özellikleri taşıyan boylar daha sonra Hun Devleti’ni kurmuşlardır.

İşte bu noktada Ch’un-wei efsanesine tekrar dönersek bazı sorular sormamız gerekir. Ch’un-wei, kuzeye gittiğinde, Hun Devleti henüz kurulmamıştı. Dolayısıyla boylar arasında birlik yoktu. Bu nedenle Ch’un-wei, hangi Hun boyunun atasıdır, sorusu

sorulabilir. Bunun yanında bazı Hun boylarının ortaya çıkışı Ch’un-wei’nin kuzeye göçünden daha öncelere tarihlenmektedir54. Bu durumda Ch’un-wei bu boyları yönetmiş olabilir mi? Kavimlerin biri birinin başında yönetici sınıf bile olabildikleri Orta Asya tarihi böyle pek çok örnekle doludur. Bir örnek vermek gerekirse, Çin’in kuzeyine kadar inen Hunların M.S. III. yüzyıl sonlarında Çin topraklarında yerleştirilmiş 5 boyu olduğunu ve bu boyların Çin’deki iktidar zafiyetinden faydalanarak bağımsızlık hareketine giriştiklerini görürüz. M. S. 304 yılında bağımsızlığını ilan eden Hunlar önce İlk Chao veya Han Devleti’ni (304-329) kurmuş ve bunu sırasıyla Sonraki Chao (319-352), Büyük Hsia (407-432) ve Kuzey Liang (397-439) devletleri izlemiştir55. İşte bu şekilde zaman zaman Hun boylarının Çin’i yönettiği gibi, Çinliler Hunları veya başka Türk boylarını yönetmiş olabilirler. Bu, Orta Asya tarihinde bu sık rastlanan bir durumdur. Çünkü hiçbir millet homojen değildir. Ayrıca şu düşüncemizi de ekleyelim: Bu efsanevi bilgiyi veren kaynaklara göre Ch’un-wei bir prenstir. Kuzeye Hunların arasına gittiğinde, halk üzerinde etkili olup bazı Hun boylarını yönetmiş olabilir. Hunlar arasında yönetici olan Ch’un-wei’nin etkinliği Çin kaynaklarınca yüceltilmiş olabilir. Bunun sebebi de Çinlilerin, güçlü Hunların köklerini kendi atalarına bağlama, Hunları kendi torunları gibi görme eğilimi olabilir. Ch’un-wei gerçekten anlatıldığı gibi biri olabilir, gerçekten kuzeye gitmiş olabilir. Bazı Hun boylarını yönetmiş de olabilir. Ancak Hunların ondan türediği düşüncesi, kuvvetle muhtemel, Çin kaynaklarının durumu abartmasıdır. Çünkü, tekrar belirtelim, hiçbir millet tek bir atadan türemez. Burada milletten kastımız Hunlardır. Ayrıca pek çok tarihçi Ch’un-wei’nin kuzeyde zaten var olan Hun kavimlerine iltica ettiğini belirtir ki; bu görüş bizce de akla yatkındır.

Ayrıca şu hususu da ayırmak gerekir: Bizim buraya kadar aradığımız ilk Türklerin değil, Hunların kökleridir56. Türklerin kökleri çok daha eskiye gitmektedir ve burada en önemli kaynaklar Çin’ in kuzeyi ve Güney Sibirya’ da bulunan arkeolojik malzemelerdir. Konumuzu fazla dağıtmamak için Orta Asya’da ilk Türk varlığı konusuna girmeyeceğiz.

Çin ile kuzeyindeki ve batısındaki toplulukların homojen olmadığını belirttik. Öyle ki belki de tarihteki en büyük iç içe geçmişliklerden biridir bu. Böyle olunca da kimin hangi topluluğa ait olduğunu ve boyların, milletlerin tarih sahnesinde ilk görüldükleri tarihleri net bir biçimde belirlemek zorlaşmaktadır. Pek çok zaman sınırlar kesin bir şekilde belirlenmemişti. Devletlerin coğrafi büyüklükleri de sürekli değişmekteydi. Örneğin tarih boyunca Çin’in büyüklüğü çok değişmiştir; bu devlet bazen bütün Türkistan ve Moğolistan’ı ihtiva etmiş, bazen de Sarı Irmak bölgesinde ufak bir devlet olmuştur57. Aynı şekilde Hun Devleti de ve diğer devletler de her daim sabit sınırlara sahip olamamışlardır. Bazen çok genişleyen sınırlar, bazen de yaşamı zorlaştıracak kadar daralmıştır. Çalıştığımız dönem, günümüzden yaklaşık 2000-2500 yıl öncesi olduğu için, kaynak sıkıntısı da mâlumdur. Bu nedenle, bu dönemde kimin nereye ait olduğunu belirlemek için, Prof. Dr. Wolfram Eberhard’ın kültür çevreleri metodunu58 kullanmak gerektiğini düşünüyoruz. Bu yöntemle milletlerin ayrıştırılması daha da kolaylaşmaktadır. Ancak özellikle bozkır topluluklarının merkezi yurtlarını ve kesin sınırlarını belirlemek için bir metot maalesef yoktur. Bu noktada da yine mevcut kaynaklarla yetinmek durumundayız. Bu konunun zorluğu ile ilgili Otto Franke’nin görüşleri şöyledir: Bu kavimler (bozkır kavimleri), İç Asya’nın uçsuz ve bucaksız bozkırları ile çöllerinden ve orman bölgelerinden, hiç durmadan akıp geliyorlardı. Asya yaylarından, dağları aşarak gelen bu kavimler, çok eski çağlarda Jung ve Ti gibi geniş adlar ile adlandırılıyorlardı. Çin’ de Shang ve Chou gibi büyük devletler kurulduktan sonra, bu yabancı kavimler için söylenen adlar da çoğalmaya başladı. Bunlardan birçokları da artık Hun ve Hung gibi adlar almaya başladılar59. Çin kaynaklarının kavim adları konusunda hassas davranmayarak, kavim adlarının karıştırılmasına sebep olması, sürekli değişen sınırlar, biri birine benzeyen kültürler, bu dönemde boyların belirlenmesini zorlaştırmakta ve hatalar yapılmasına sebep olmaktadır. Ancak Hunların

devletlerini kurmalarından sonraki dönemdeki kaynaklar daha açıktır. Dolayısıyla, Hun Devleti döneminde tespitler yapmak, geçmişe nazaran daha kolaydır.

Devlet kurulduktan sonra daha net bilgiler mevcuttur ancak, burada akla gelen bir diğer soru da Hun adının neyi ihtiva ettiğidir. Bunu da belirlemek zordur. Burada yine O. Franke’nin fikirlerini başvurmayı yararlı buluyoruz: Hunların köklerini, kesin olarak bilmemize imkân yoktur. Bu adın, sığır besleyen türlü kavimlerin hepsine verilen geniş bir deyim olması muhtemeldir. Bunlar, orman ve bozkır bölgelerindeki yurtlarından güneye inip, ziraatçi kavimleri baskıları altında tutmuşlardı. Hun adı, daha sonraki çağlarda olduğu gibi, çeşitli köklerden gelen kavimleri içinde toplayan, geniş bir ad olmalıdır. Tıpkı İskit deyimi gibi. Bunların çekirdeğini, her çağda ve her durumda, Türklerin meydana getirmiş olmaları düşünülebilir60. Hangi kavimin Hunlarla beraber olduğunu belirlemek gerçekten güçtür. Ayrıca, beslenen hayvanlar itibariyle baktığımızda Shih-chi’de bu konuyla ilgili bilgiler vardır. Hsien-yü’ler ve Hun-yü’ler kuzeyin kontrol dışı alanlarında yaşarlar ve hayvanlarının otladıkları alanları takip ederler. Canlı hayvanlarının önemli bir kısmı atlar, sığırlar ve koyunlardan oluşur. Sayıca daha az olan hayvanları ise develer, katırlar, vahşi atlar ve eşeklerdir61. Bu hayvanlar arasında Baykal Gölü civarında bulunan cins atlar ve at ile dişi eşekten olma katırlar da vardı. Tabii bu bilgi Hun Devleti kurulmadan çok önceki dönemlere aittir ancak bu yapı ilerleyen yıllarda da değişmemiştir. Burada sadece beslenen hayvanlar belirtmektedir ancak Orta Asya bozkırlarında bu hayvanları besleyen pek çok kavim vardı. Demek ki bu kavimlerin çoğu da Hun birliğinin içinde idi. Franke’nin de belirttiği gibi kimin bu birliğin içinde olduğunu kesin olarak belirlemek güçtür Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi, bölgede sınırlar kesin bir şekilde belirlenmemişti ve her millet kendi boyunun topraklarında yaşamıyordu. Bu nedenle Türklerin çoğunlukta olduğu Hun Devleti’nde bölgedeki farklı milletlere mensup, boylar da yaşamış olabilir.

Genel kabul görmüş kaynaklara göre Hunlar, belki bir noktada Chou Devleti’nin kuruluşunda da dolaylı olarak etkili olmuşlardır. M.Ö. geç 14. yüzyıldaki bir savaş, Chouların devlet kurmalarına sebep olacak bir dizi olayın gelişmesine sebep olmuştur.

Jung ve Ti büyük Kral Tan-fu’ ya saldırdılar62. Tan-fu, Ch’i Dağı’nın eteklerine sürgüne gitti ve Pin halkı onu takip etti ve orada Chou’yu ortaya çıkaran yeni bir yerleşim yeri kurdular63. İşte bu, Chouların Shang Sülalesi döneminde, Shang Devleti’nin batısında kurduğu küçük devlettir. Bu kuruluşa sebep olan akınlarda Ssuma-Chien’ in kayıtlarına göre Hsun-yü’ler yani Hsiung-nu’lar da bulunmuşlardır. Akın yapan kuzeyli toplulukların arasında Hsiung-nu isminin farklı bir biçimde söylenişi olan Hsun-yü kavminin adı da geçmektedir. Bu bilgiyi destekleyen bir başka görüş de, Jung ve Ti isimlerinin etnolojik anlamda kullanılmamasıdır. Çinliler Tibetliler, Moğollar ve Türkler için barbar kelimesini kullanırlardı. Yani kendisinin dışında olan, kendisiyle savaşan bütün toplulukların ortak adı veya sıfatıydı barbar. İşte bazı tarihçiler de Çin’in kuzeyinde yaşayan ve Çinli olmayan tüm bozkır kavimlerinin o dönemde, Jung ve Ti isimleri ile adlandırıldığını ileri sürerler. Etrafındaki bütün kavimleri düşman olarak gören Çin, bu şekilde bir genelleme yapmış olabilir. Bundan dolayı Çinliler, uzun süre, ülkelerinin kuzeyinde bulunan kavimleri birbirinden ayırmaya lüzum görmemiştir64. Jung ve Ti’lerin içinde Moğollar, Türkler ve diğer irili ufaklı kuzeyli kavimler vardır. Fakat yine de özellikle Ti adı, erken doğu Asya tarihinde oynadığı önemli role rağmen, bir muamma olarak kalmıştır65. Burada ve 13 numaralı dipnotumuzda bahsettiğimiz görüşler esasen biri birinden pek farklı değildir. Bizim için önemli olan, o tarihlerde Hsiung-nu adının, şu veya bu şekilde, Çin kayıtlarında geçmesidir. Bu bilgiyi, erken dönemde net olarak Hsiung-nu’lardan yani Hunlardan bahsedildiği için çok değerli buluyoruz. Ancak yine de acaba Jung kelimesi Moğolları, Ti de merhum Bahaeddin Ögel’in belirttiği gibi Türkleri mi kapsamaktaydı diye bir soru da zihnimizi kurcalamaktadır.

Zamanla oldukça güçlenen ve Çin’de hâkim hanedan konumuna gelen Choular, bu   güçlü   halleriyle   Hunlara   ve   diğer   bozkır   kavimlerine   zor   günler   yaşatmışlardır.

Çin’in kuzeyinde yaşayan Hunlar, devlet kurmadan önce, Chou döneminde (M.Ö. 1050-247), Chou Devleti’nin yerleşim politikası sebebiyle bazı zorluklar yaşamışlardır. Bu dönemlerde, yine kuzeyden Çin’e, organize olmuş, taarruzlar görülür. Ancak bu savaşların sebebi tabii ki barbarca eğlenceler değildi. Bu akınların sebebi, ileride de her zaman Hun-Çin mücadelelerinin sebebi olacak bazı olaylar ve politikalardır. Pek çok tarihçi Çin’in Chou döneminde gerçek Çin olmaya başladığı görüşünde hemfikirdirler. Ordu sisteminden, yönetim biçimine, ekonomiden kültürel hayata kadar pek çok alanda önemli yenilikler ve değişimler getiren Choular, ülkenin pek çok yerine askeri garnizonlar kurdular. Bu garnizonlar, kendi iaşelerini kendileri temin etmek zorundaydılar. Özellikle doğudaki derebeylerinden, savaş zamanında yardım gelmediği için böyle bir askeri teşkilatlanma yoluyla, her türlü saldırıya karşı savunma kurmayı hedefleyen bu sistem neticesinde, askeri garnizonların etrafında ziraat yapılmaya başlandı. Bu alanlar genişledikçe, bozkır kavimlerinin ihtiyaç duyduğu otlak alanları da daralmış oluyordu. Bunun yanında kendileri de az miktarda tarım yapan bozkır kavimleri, şimdi zirai mahsullerini mübadele veya soygunculukla daha kolay elde edebildiklerini görüyorlardı. Bunun için yavaş yavaş kendi ziraatlerini bırakarak yalnız göçebe olmuşlardı ve zirai mahsullerini komşularından yahut efendilerinden temin ediyorlardı. Fakat ziraatten vazgeçmekle müşkül bir duruma girmiş oluyorlardı; çünkü Çinliler herhangi bir sebepten mahsulleri teslim etmedikleri yahut çok yüksek bir bedel istedikleri zaman aç kalıyorlardı. O zaman da malları soygunculukla elde etmek zorunda bulunuyorlardı66. Böylece Hun-Çin mücadelesi başlamış oluyordu. Kuzeyden Çin’ e Hunlarla beraber Moğol kavimleri de saldırıyordu. Ancak özellikle M. Ö. 772’ ye kadar, güçlü Choular bu akınları püskürtmüşlerdir. Garnizonlar arasında daralan alanlarda kalan bozkır kavimlerinin bir kısmı, doğuya göç etmiş, bir kısmı da Çinlilerin arasına karışarak yaşamaya devam etmişlerdir.

Hep göreceğimiz Hun-Çin mücadelesi bu ekonomik sebeplerle başlamıştır. Hunların az da olsa yaptıkları tarımı, ürünleri daha kolay elde etmek amacıyla terk etmeleri kendilerine o zaman ve ilerleyen yıllarda pahalıya mal olmuştur. Fakat tarımı kısıtlı yapmanın tek sebebi kolaycılık değildir. Bu noktaya ilerleyen bölümlerde detaylı olarak değineceğiz.

Kuzeyli kavimlerin yaptığı bu akınlar tabii ki bir devlet düzeni altında yapılmış hareketler değildi. Askeri anlamda bir organize vardır ama ayrı ayrı küçük kavimler biri

birinden kopuk hareket ettikleri için Choular bu akınlarla kolayca baş edebilmişlerdir. Ancak o yıllarda, kaynakların bahsettiği büyük savaşlar da vuku bulmuştur. Bunlardan birinde Chou Hanedanı’ nın neredeyse tüm üyeleri kılıçtan geçirilmişti. Bu akın kuzeyden ve batıdan gelmiştir. M. Ö. 771 yılındaki bu savaştan kaçırılan bir Chou prensi doğuya götürülmüş ve Loyang şehrinde tahta çıkarılmıştır. Bu savaş sonucunda Choular yok olmaktan zor kurtulmuşlardır.

M.Ö. 640 yılında da kuzeyli bir kavim ile Choular arasında bir savaş olmuş ve bu savaş neticesinde Choular yine yenilerek çok zor durumda kalmışlardır. Burada, gelişiminin detaylarına fazla girmeyeceğimiz bu savaşta Choular’a saldıran kavim büyük ihtimalle Hsun-yü (Hsien-yün)’lerdir. Burada da yine Ti adı geçmektedir fakat bu isim bir kavim ismi olarak değil, şahıs adı olarak geçmektedir67. Bu savaş neticesinde Ti, Wei eyaletinin doğu uçlarındaki Lu-hun şehrine kadar ulaşmış ve Chou Devleti’nin en önemli merkezlerini zapt etmiştir. Bu şehirler yağmalanmış, yakılıp yıkılmıştır. Bu savaş ve acı sonuçları üzerine şairler şu satırları yazmışlardır:

Jung-Ti yenilecek!

Ve

Hsien-yün’leri çıkarıp gönderdiğimizde, bütün yollar T’ai-yüan’a çıkacak.

Ve

Sayısız savaş arabaları oraya gidecek! … Kuzey bölgesini sağlamlaştırmak için68.

Burada da kuzeyden gelenlerin Hsien-yü’ler olduğu açıkça görülmektedir. Bu yıkıcı savaştan sonra Choular’ın tekrar toparlanması uzun zaman almıştır. Bu bilgiyi de yine Hsien-yün’lerin Çin Devleti’ne karşı büyük bir saldırıyı anlatması bakımından önemli buluyoruz.

İlerleyen dönemlerde Choular, bu savaşların da etkisiyle biri birine yakın şekilde büyük askeri garnizonlar kurmaya başlamışlardır. Bu nedenle yukarıda bahsettiğimiz, otlak ve tarım ürünleri için mücadeleler başlamıştır.

M.Ö 481-256 yılları arasında Çin’de irili ufaklı pek çok derebeylik biri biriyle savaşmış ve büyük kayıplar vermişti. Bu savaşların sebebi temelde iktidar mücadelesiydi. Çin’ in kuzeyindeki hayvancılıkla uğraşan kavimler bu dönemde geçmişe nispetle biraz daha rahattı ancak kuzeyde de kavimler arasında anlaşmazlıklar

vardı. Çin’ in içindeki u savaşların sonucunda, yaklaşık 1000 derebeyliğinden 14’ ü kalmıştır. Bunların arasından Chao Beyliği aradan sıyrılıp başarılı oldu. Burada şu noktaya dikkat etmek gerekir: Doğuda Chou hâkimiyeti, son demlerini yaşasa da devam etmektedir. Hâkim güç Choular’dır. Uzun yıllar kendi aralarında savaşanlar ise irili ufaklı topraklara sahip, derebeyleridir. Bu dönemde derebeyleri, imparatora bağlılıklarını yitirmiş ve kendi aralarında iktidar mücadelesine girişmişlerdir. Chao Beyliği de Çin’in kuzeybatı sınırında, Hunlara yakın bir bölgede bulunmaktaydı. Chao Beyi Wu Ling, iç savaşta Hun taktiklerine benzer sistemlerle savaşmıştır. Bunu da Hun sistemini iyi bilen generallerle yapmıştır. Tecrübeli askerleri komşularından çekerek kendi ordusunda çalıştıran bu bey, diğer yandan da kuzey sınırına uzun duvarlar yaptırmıştı. Wu Ling (M.Ö. 325-298) kendi devletindeki gelenekleri değiştirdi. Hunların giyindikleri elbiseleri giyinmeye başladılar. Bundan başka orduda atlı ve yay çekebilen birlikler de oluşturdu69. Burada daha devletleri kurulmadan önce Hunların, Çinliler üzerinde askeri yönden etkili olduklarını ve askeri sistemlerinin, Çinli derebeylerinin, kendi klasik sistemlerini terk etmesine sebep olacak kadar baskın ve başarılı olduğunu görüyoruz. Öyle ki burada başlayan değişiklik, ilerleyen dönemlerde Hun ve Çin ordularının biri birine benzemesine yol açacaktır.

Buraya kadar, temel kaynaklara dayanarak, Hunların M.Ö. 206 yılında birden bire ortaya çıkmadıklarını ortaya koymaya çalıştık. Zaten böyle bir düşünce akla, mantığa da aykırıdır. Bir kavim kısa sürede güçlü bir devlet kuracak seviyeye gelemez. Büyük devletler bir anda ortaya çıkmaz. Bu değişimlerin mutlaka bir arka planı, gelişim dönemi olmalıdır. Buradaki karmaşanın, özellikle Han döneminden itibaren yer ve kavim adlarının, isimlerin kayıt yöntemlerinin değişmesinden ve o dönemde, belki de dikkat edilmeyerek, kayıtların biraz özensiz tutulmasından kaynaklandığını düşünüyoruz. Tabii ki bu olayların günümüzden binlerce yıl önce gerçekleşmesi de kaynak problemlerini arttırmaktadır. Araştırmacılar belli birkaç kaynağı kullanmak durumundadırlar. Bu da haliyle, yapılan yorumların fazlalaşmasına sebep olmaktadır. Fikirler farklılaşsa da kaynaklar dikkatli incelendiğinde, Hun varlığının hemen hemen M.Ö. II. binlere kadar gittiği söylenebilir.

Bununla beraber Çinlilerin de Hunlar ile ilgili tuttukları kayıtları, çoğunlukla onlar     ile     karşılaştıkları     zamanlarda     kaleme     aldıklarını     biliyoruz.     Nitekim     Mete

döneminde bile SC ve HS’da uzun müddet Hunlardan bahsedilmeyen yıllar vardır. O yıllar Mao-tun’un yönünü kuzeye ve batıya çevirdiği yıllarıdır. Dolayısıyla, özellikle devlet kurulmadan önceki zamanlara ait kayıtlar hep, Hunlar ile Çinlilerin karşılaştığı zamanlara aittir. Yani kayıtlar hep karşılaşmalarla ilgilidir. Bu nedenle Hunların ne zaman ortaya çıktığını kestirmek hemen hemen imkânsızdır. Biz Hun varlığı M.Ö. II. binlere kadar gider dedik ancak bu cümleyi Hunlar ile Çinlilerin karşılaşmaları M.Ö. II. Binlere kadar gider diye düzeltmek doğru olacaktır. Çünkü Çinliler, Hunları gördükleri zaman onlardan bahsetmeye başlamışlardır. Bilgilerimiz de karşılaşma dönemleri ile sınırlıdır.

Tou-man’dan önce Hunların, bir devlet düzeni kurmadığı hep söylenmiştir. Peki, kavim olarak Tou-man’dan yaklaşık 1800 yıl önceye kadar giden bu kavim neden devlet düzenine girememiştir? Bu sorunun cevabı, tek bir neden değildir. Öncelikle Tou-man ve sonrasında Mao-tun70 devirlerinde, bizim bugünkü manada anladığımız özelliklere daha yakın bir devlet düzenine geçilmiştir71. Bu sisteme geçiş de bütün Hun boylarının birleşmesiyle oluşmuştur. Yani, milli birliğin sağlanmasıyla bu ilerleme sağlanmıştır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Chou devrinde kuzeyden gelen Hun akınları

ile ilgili kayıtlar mevcuttur. Bu akınları küçük ya da büyük olsun, bir ordu yapmıştır. Ordu da devletin bir en başta gelen kurumlarından biridir. O dönemdeki Hun boyları büyük nüfuslara sahip olmasalar da, irili ufaklı toprakları olan, yani ülkesi olan, teşkilatlanmış insanlardan oluşmaktaydı. Bu yönüyle bakıldığında bu boyların da kendilerine ait bir sistemleri, düzenleri yani devletleri vardır diyebiliriz.

Zamana şartların olgunlaşması ve Mao-tun gibi büyük bir liderin ortaya çıkması da eklenince bu boyların birleşmesi ve büyük bir devlet haline gelmesi artık kaçınılmaz olmuştur. Mao-tun, Hunlar arasında milli birliği sağlamış ve böylece Hunların daha iyi bir sisteme, daha büyük insan gücüne ve daha ileri bir medeniyete kavuşmasını sağlamıştır. Mao-tun, Hunlara çağ atlatmıştır demek mümkündür.

Mao-tun’un büyük bir lider olduğu mâlumdur. Ancak büyük kişileri ve devletleri oluşturan belirli sebepler vardır. Geri ve gelişmemiş bir topluluktan, 600 yıl yaşamış ve Asya tarihine derin tesirlerde bulunmuş, Büyük Hun İmparatorluğu gibi bir devlet, elbette ki birdenbire doğamazdı. Tarih, tesadüfler ve rastlantılar zinciri değildir. Asya tarihinde büyük devletler, ancak ve ancak belirli kavimler tarafından oluşturulmuş ve geliştirilmişlerdir72. Sanırız bu değerlendirme de Asya Hun Devleti’nin gerisinde, güçlü bir medeniyetin var olduğu düşüncemizi desteklemektedir. Zaten mantık gereği de böyle güçlü bir devletin bir anda ortaya çıkması mümkün değildir.

DİPNOTLAR:

Shih-chi   (Bundan   Sonra   SC   olarak   kısaltılacaktır),   Nienhauser   William   H.,    The   Grand   Scribe’s Records The Memoirs Of Han China, Vol. IX, Part II, Indiana University Press, Bloomington USA 2010, s. 237 SC, Nienhasuer W., Grand Scribe’s, Vol IX, Part II, s. 237 (4 numaralı dipnot)

Gumilev Lev. N., Hazar Çevresinde Bin Yıl, Selenge Yayınları, Dördüncü Baskı, İstanbul 2003, Çev. Ahsen Batur, s. 100

52 Eberhard Wolfram,  Çin’ in Şimal Komşuları,Türk Tarih Kurumu Yayınları,  Çev.  Nimet Uluğtuğ, 2.

Baskı, Ankara 1996, s. 46

53 Eberhard Wolfram, Çin’ in Şimal Komşuları, s. 90

54  Özellikle Hunlar ile aralarında bağ olma ihtimali oldukça yüksek olan kadim topluluk Hu’ ların varlığı

bazı çalışmalara göre, M.Ö. II. Binden öncesine gitmektedir.

55  Baykuzu Tilla Deniz, Bir Hun Başkenti: T’ung-Wan Ch’eng, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi,

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay., Sayı 183, İstanbul, Aralık 2009, s. 247-262

56  Çin’ in kuzeyinde Türk kültürünün genel özellikleri, ilk görüldüğü dönemler ve yayılma alanları
hakkında bakınız: Wolfram Eberhard, Eski Çin Kültürü ve Türkler, Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve
Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt I, Sayı 4, Ankara 1943, s. 19-29. Ayrıca bakınız: İbrahim Kafesoğlu,
Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, 25. Baskı, İstanbul 2005, s. 50-56

57 Eberhard Wolfram, Çin Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 3. Baskı, Ankara 1995, s. 1

58   Prof.    Eberhard    bu    yöntem    için,    öncelikle    yazılı    kaynakları    ve    sonra    da    arkeolojik    buluntuları

değerlendirerek, Türk, Çin, Moğol, Tibet ve Kora (Kore) kültürlerinin ihtivasını ve sınırlarını belirlemiştir. Günlük yaşam, ekonomik faaliyetler, din, aile, efsaneler gibi konular kültür çevresinin belirlenmesinde etkendir. Örneğin Eberhard, kurttan türeme efsanesinin Türklere ait olduğunu ve köklerini bu efsaneye dayandıran toplumların Türk olma ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduğunu belirtir. Farklılığı belirtmek açısından, Moğolların türeyiş efsanesinin köpeğe dayandığını da söyleyelim. Yine Türk ve Moğol kavimlerinin farklı yönlerinden biri de ekonomik faaliyetler amacıyla beslenen hayvanlardır. Türkler, sığır, at, koyun v.b. hayvanlar beslerken, Moğollar bunlardan faklı olarak, domuz da beslemektedirler. Türk kavimlerinin hiçbiri domuz beslememiştir. Bu bilgilerin kaynağı Shih-chi’ dir. Çalışmamızda ekonomik faaliyetlerden bahsederken, beslenen hayvanlar konusuna daha detaylı olarak değiniceğiz.

59  Franke Otto, Geschichte Chinas Cilt I, s. 134, Nakleden: Ögel Bahaeddin Büyük Hun İmparatorluğu

Tarihi, Cilt I, s. 26

Franke Otto, Geschichte Chinas Cilt I, s. 135, Nakleden: Ögel Bahaeddin Büyük Hun İmparatorluğu

Tarihi, Cilt I, s. 41 SC, Nienhasuer W., Grand Scribe ’s, Vol IX, Part II, s. 238. Ayrıca: Onat Ayşe, Sema Orsoy, Konuralp

Ercilasun, Han Hanedanlığı Tarihi Hsiung-nu (Hun) Monografisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları,

Ankara 2004, s. 1

SC, Nienhasuer W., Grand Scribe’s, Vol IX, Part II, s. 243. Grand Scribe’s Records IX. Cilt, II. Bölümde bu noktada verilen dipnotun son kısmı şöyledir: Detaylı izahata göre, sadece Jung ve Ti’ ler değil, Hsiung-nu adının farklı bir biçimi olan Hsun-yü’ lerin de saldırıya katıldığını belirtmek ilgi çekicidir. Bunun yanında Bahaeddin Ögel Ti’ lerin, Hunların atalarından biri olduğunu belirtir. Bu görüş, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi I cilt sayfa 48’dedir. Prof. Eberhard ise bu konuyla ilgili şu ifadeyi kullanmıştır: (Chouların) Doğu Shensi’ ye çekilmelerine sebep, belki, yine Türklere mensup başka kavimlerin tazyikiyle olmuştur (Wolfram Eberhard, Çin Tarihi, s. 33). Burada etkili olan Türk kavimi, Ssuma-Chien’ in kayıtlarına göre Hsun-yü’ ler yani Hsiung-nu’ lardır. Bunlar da Ti adı altında, Çin’ in kuzeyindeki toplulukların içinde yer alan kavimlerdir.

SC, Nienhasuer W., Grand Scribe ’s, Vol IX, Part II, s. 243

Koca Salim, Büyük Hun Devleti, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, Cilt 1, s. 687-708

SC, Nienhasuer W., Grand Scribe ’s, Vol IX, Part II, s. 243 (30 numaralı dipnot)

66 Eberhard Wolfram, Çin Tarihi, s. 38-39

SC, Nienhasuer W, Grand Scribe ’s, Vol IX, Part II, s. 247 (64 numaralı dipnot) SC, Nienhasuer W, Grand Scribe ’s, Vol IX, Part II, s. 248-49

69 Ögel Bahaeddin, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları,   Ankara 1981, Cilt I, s. 58

Çince iki karakterden oluşan bu isim “Mao-tun” (Maodun) okunduğu gibi “Motun (Modun) veya Mo-tu (Modu)” olarak da okunur. Ayrıca SC 110’da okunuşun ilk karakterinin “Mo” sesinde olduğu da belirtilir. Çin kaynaklarından batı dillerine çeviri yapıldığında Fransızca transkripsiyonla “Mè-te” olarak yazılmış, bu yanlışlık dilimizde, değiştirilemeyecek kadar yer etmiştir. Bu ismin Çince bir isim olmadığı, yabancı bir ismin karşılığı olduğu çok açıktır. Ancak hangi Türkçe kelimenin ses olarak karşılığı olduğu kesinleşmiş değildir. Bazı linguist tarihçilere göre bu ismin Türkçe “Bahadır” veya “Batur” olduğu ileri sürülmektedir. Tilla Deniz Baykuzu, Asya Hun İmparatorluğu, s. 40 (56 numaralı dipnot)

Bizim bugünkü mânada anladığımız devlet, hukuktan, ekonomik faaliyetlere, eğitim ve sağlıktan dış ilişkilere keder pek çok alanda, toplumun hayatını düzenleyen, toplumu iç ve dış tehditlerden koruyan, kendine ait toprakları bulunan sosyal yapıdır. Asya Hun Devleti ne zaman kuruldu diye sorulduğu zaman, araştırmacılar çoğunlukla bugünkü gibi ya da bugünkü devlet düzenine yakın bir sistem aramışlardır. Hâlbuki eski çağda devlet, halkını dış düşmanlara karşı korur, sınırları içerisindeki halkın can ve mal güvenliğini sağlar, ekonomik faaliyetleri düzenler. Yani bugünkü devlet sistemlerinden biraz daha dar bir yapıdadır. Bu nedenle Asya Hun Devleti’nin kuruluşu T’ou-man ya da Mao-tun dönemlerine kesin olarak tarihlenemez. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu dönemlerden çok önce Hunların orduları vardı ve Çin’e akınlar yapıyorlardı. Yine Türk töre hukuku çok eski dönemlerden beri uygulanmaktaydı. Yani, çok fazla kurumu olmasa da Asya Hunlarının T’ou-man’dan önce de devlet sistemleri vardı. Burada nüfusun bir önemi yoktur. Beş bin kişilik bir topluluk da olsa, belirttiğimiz özellikleri taşıyan sistem devlet olarak adlandırılabilir. Devlet olmak için belli bir insan sayısına sahip olmak şart değildir. Bize göre Hunların tahmin edilenden çok önce de devlet sistemleri vardı. Mao-tun, kendilerine göre sistemleri olan, irili ufaklı kavimleri bir araya toplamış ve devlet yapısını daha da sağlam hale getirmiştir. Yoksa yeni bir devlet kurmamış; milli birliği sağlamıştır. Bu ayrıma dikkat etmek gerekir. Eğer böyle düşünülmezse, örneğin, Osmanlı Devleti’nin de kuruluşunu yeniden tarihlemek icap eder. Yavuz Sultan Selim’in, Anadolu’da Türk birliğini sağladığı düşünülürse ve bu durum, devleti kuran kişi milli birliği sağlayan kişidir anlayışıyla değerlendirilirse, Osmanlı Devleti Yavuz’dan önce sadece bir Türk boyudur ve Osmanlı Devleti’ni kuran da Yavuz Sultan Selim’dir gibi tuhaf bir sonuç ortaya çıkar. Sonuç olarak Asya Hun Devleti’nin kurucusu T’ou-man ya da oğlu Mao-tun’dur demek acelecilik nedeniyle yapılan yanlış bir değerlendirmedir.

KAYNAK:   Asya Hunları’nda İktisadi Hayat. Murat Öztürk. F.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı.  Doktora Tezi. Elazığ 2013. s. 18-28