13 Nisan 2016 Çarşamba

Hunlarda Ziraat

Bir toplumun sadece bir iktisadi faaliyetle varlığını sürdüremeyeceğini biliyoruz. Esasen Hunların ekonomik yapısını anlamak için bugün hayvancılık yapan aşiretlere bakmak doğru olacaktır. Günümüzde ülkemizde hayvancılık yapan insanlar da yaylak ve kışlak hayatı yaşarlar. Geçim kaynakları olan hayvanlarını yaşatabilmek ve onlardan en yüksek ürünü elde etmek için çalışırlar. Bugün göçerler dediğimiz bu insanlar, şehirlerin dışında kırsal alanlara, kendileri ve hayvanları için mevsimlik barınaklar kurarlar. Esas yerleştikleri yer kışlaklarıdır. Memleketleri kışlaklarıdır. Göçerler ihtiyaçlarını karşılamak için, hayvansal ürünlerini şehirlere getirip satarak paraya çevirirler. Kazandıkları parayla da ihtiyaç duydukları malları alırlar. Hayvanlarının daha çok sütünden, yününden ve derisinden faydalanırlar. Hayvanlar geçim kaynakları olduğundan, bayram gibi özel günler dışında pek hayvan kesmezler. Aradan binlerce yıl geçmiş olsa da Hunların yaşantısı da bundan pek farklı değildir. Hunlar belki hayvan sayıları çok fazla olduğundan, yani daha varlıklı olduklarından, günümüz göçerlerine göre eti daha fazla tüketmiş olabilirler. Kendi kendilerine büyük oranda yetseler de özellikle tahıla ihtiyaç duymaktaydılar.

Bedevilerde, Moğollarda olduğu gibi, bir zamanlar Türkler de tahılla beslenmekteydi, onun aşlığa yani darı, arpa ya da kara buğday haşlamasına ihtiyacı vardı. Şüphesiz bunu süt, yağ ve peynirle de cömertçe çeşnilendirmekteydi. İlkbaharda sofrasına, kısrak sütü kımızı da eklemektedir. Bayram günlerinde ya da misafirperverlik görevini yerine getirmesi gerektiğinde, sürüsünün azalmasına katlanıp bir tay ya da koyun kesip etini yerlerdi. Başka zamanlarda ölen hayvanlarınki dışında et yemezlerdi.

Yani bugün de olduğu gibi hayvanların kendisiyle değil, kumaş ve tahıl gibi şeyler karşılığında yerleşiklere verdikleri hayvansal ürünlerle geçinmekteydiler. Yerleşecek verimli bir toprak bulduklarındaysa gönüllü olarak çiftçilere dönüşürlerdi225. Hunlar zannedildiği gibi, beslenmek için sürekli sürülerinden hayvanları kesmezlerdi. Dini törenlerde kesilen çok sayıda hayvan, uzun müddet kendilerine yeterdi. Et kurutularak tüketilirdi. Böylece uzun süre muhafaza edilmesi mümkündü. Bunun dışında bozkırlının hayvan kesmesi, bir tüccarın bedelsiz olarak mal dağıtmasına benzer. Hayvan Hunların geçim kaynağıdır ve sürünün sayısı gereksiz yere azaltılmamalıdır. Bu nedenle Hunlar, ihtiyaçlarını karşılamak için ticaretle ve tarımla uğraşmışlardır. Bu tarım faaliyeti elbette Çin’deki kadar uzmanlaşmış bir şekilde ve geniş çaplı yapılmamıştır. Amaç iç talebi karşılayabilmektir. Hunların tarım yoluyla zenginleşmek gibi bir hedefleri hiçbir zaman olmamıştır. Hunların en büyük zenginlik alameti, sahip olunan hayvan sayısıydı.

İktisatta dışa bağımlılık, devletlerin uzak durmak istedikleri bir durumdur. Bir devletin tamamen kendisine yetmesi mümkün değildir. İnsanın bütün ihtiyaçlarını kendi başına karşılayamadığı gibi devletler de ihtiyaçlarının tamamını karşılayamaz. Bunun, en başta coğrafya olmak üzere, çeşitli nedenleri vardır. İnsanların kendi aralarında yaptığı ticareti, devletler de kendi aralarında yaparlar. Ancak devletler, özellikle temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için dışa bağımlılığı azaltmaya çalışırlar. Dışa bağımlılık kaçınılmazsa ithal edilen ürün, başka devletlerden alınmaya çalışılır. Türkiye bugün, yurt dışından doğalgaz ve petrol almaktadır. Türkiye, temel ihtiyaçlar için gerekli olan bu enerji kaynaklarını satın aldığı ülkelerin sayısını arttırmaya gayret ederek, olası risklerin önüne geçmeye çalışmaktadır. Bir taraftan da kendi topraklarında bu enerji kaynaklarını bulabilmek amacıyla çeşitli çalışmalar yürütmektedir. Burada hedef, stratejik değeri yüksek bu ürünlerin her ülkeden en az miktarda alınmasını sağlayarak, tek bir ülkeye bağımlı kalmamaktır.

İnsanın var olduğu günden beri en önemli ihtiyacı beslenme ihtiyacıdır. Beslenme gereksinimi hiç bitmez. Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanın bu gereksinimi değişmeyecektir. Dolayısıyla ziraat, ilk yapılmaya başlandığı günden bu yana, stratejik önemini korumuştur. Bugün ziraatin önemini kavrayamayan bazı kişiler, gelişmiş ülkelerin ekonomisinde tarımın ağırlığının az olduğunu, teknolojik yatırımların ve hizmet sektörünün ağırlığının fazla olduğunu ileri sürerler. Bu doğrudur ancak yanlış yorumlanan   nokta   şudur:   Bu   devletler   tarım   üretimlerini   azaltarak,   başka   ülkelerden

şeker, buğday gibi temel gıda maddelerini ithal ederek gelişmiş bir ekonomiye sahip olmamışlardır. Tarım üretimini azaltan gelişir diye düşünmek iktisadı bilmemekten ileri gelir. Bu büyük ekonomiler, öncelikle kendilerine yetmiş, fazla ürünlerini ihraç ederek büyümüşlerdir. İhraç edilen ürünlerin içinde her sektöre ait ürün görmek mümkündür. Ekonomi büyüdükçe, önce sanayi, sonra da hizmet sektörü büyüyerek ürettikleri iktisadi değerlerin niceliğini arttırmışlardır. Bu sektörler büyürken tarım da büyümeye devam etmiştir ancak tarım sektöründeki büyüme, uzun yıllardır tarım yapıldığından, bu derece hızlı olmamıştır. Bu nedenle, gelişmiş ekonomi tarım üretimini azaltmış gibi görünmektedir. Ancak yeni sektörlerin ortaya çıkması ve hızlı gelişmesiyle tarımın sadece gayrı safi yurt içi hâsıladaki payı azalmıştır. Aslında üretilen toplam değer artmıştır. İşte bu değişimi anlayamayan zihniyet, sanki insanlar beslenmenin farklı bir yolunu bulmuş gibi, ekonomide ilerlemenin yolunun zirai üretimi azaltmaktan geçtiğini öne sürer. Ancak insan biyolojisi değişmeyeceğinden, tarım her daim önemini koruyacaktır. Ve tarımda dışa bağımlılık, sessiz bir tehlikedir. Sonuçları ağır olabilir.

Klasik dönemde de tarımın önemi, en az bugünkü kadar yüksekti. İşte bunun farkında olan Hunlar, tahıl için, bölgenin ziraat devi Çin’e tamamen bağlanmanın felaket olacağının bilincindeydiler. Hunların tarım ürünü alabilecekleri tek komşuları Çin’di. Hunların tahıl ithal ettikleri ülkeleri çeşitlendirme şansları yoktu. Böyle olunca ya tamamen Çin’e bağlı kalacaklar ya da kendi ziraatlerini yapacaklardı. Hunlar ikinci seçeneği tercih ettiler. Ticaretle, vergilerle, yağmalarla tahıl alınabiliyordu ancak bu ihtiyaç sürekliydi. Çin güçlendiğinde, bu tahıl temin vasıtalarının hepsini ortadan kaldırabilirdi. O zaman Hunlar da tahılsız kalacak ve açlıkla yüz yüze gelmeleri kaçınılmaz olacaktı. Bu nedenle Hunlar kendi tarım ürünlerini üreterek, en azından kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmeye çalışmışlardır. Böylece Çin’e bağımlılık azaltılmıştır. Hunlar çok rahat yağma yapabildikleri dönemlerde tarım yapmayı azaltmış olabilirler ancak hiçbir zaman tarım yapmaktan vazgeçmemişlerdir. Ancak tekrar belirtmek gerekir ki, bu faaliyet sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamaya yöneliktir.

Hunların tarım yapmaya ilk nasıl ne zaman başladığı konusuyla ilgili bilgiler biraz efsanevi de olsa değerlidir. Eski çağlarda Çin’in Shen-si gibi ana bölgelerinde, sığır ve koyun sürüleri güden, Altay ve Tibet kavimleri dolaşıyorlardı. Yine aynı bölgenin, güneydoğu bölgelerinde oluşan Yang-shao Kültürü ile Hsia Devleti’nde ise, ziraat kültürü gelişmeye başlamıştı. Hsia Devleti yıkılınca, kuzeye kaçan ziraatçılar, hayvancıların   arasına   girmiş   ve   onlara   ziraat   öğretmeye   başlamışlardı.   Ziraatçı   Liu,

eskiden darı işleri veziri (Hou-tsı) olan atasının yaptığı işleri, orada da sürdürdü. Sabanlama ve tohum ekme işlerini, durmadan yoluna koydu. Böylece ekin ekmeye uygun tarlalar yaptırdı. Bölgesini Ch’i ve Ch’ü ırmaklarından, Wei ırmağını kadar uzattı. Faydalı ve yararlı bir tarım ile bitki bölgesine sahip oldu. Konargöçer kavimleri de yerleştirmeyi başardı. Yerleşik hayata geçen bu kavimler ise mal ve mülk sahibi oldular. Halk bolluk içinde yaşamaya başladı. Yüzlerce boy onlar için, kalplerinde sevgi ve saygı beslediler. Birçokları da yerlerini bırakarak onlara geldiler ve onların himayesine sığındılar. Bu çağlarda artık Chou Sülalesi’nin yıldızı parlamıştı. Bu bilgi yarı yarıya mitolojiktir. Bu kaynakta adı geçen darı işleri veziri mitolojik bir kişidir. Aynı zamanda bu kişi Çin mitolojisinde Bereket Tanrısı olarak da görülür226. Bu bilginin, özellikle Hsia Sülalesi ile ilgili bölümünün mitolojik olduğu kesindir. Zaten Hsia Devleti’nin kendisi de biraz mitolojiktir. Var olup olmadığı dâhi belli değildir ancak anlatılanlar Chou Devleti’ne dek ulaşmaktadır. Fakat bu mitolojik kayıtları yabana atmamak ve dikkatli değerlendirmek gerekir.

Ögel’in De Groot’dan yaptığı alıntıları kendi yorumları ile harmanladığı yukarıdaki satırlarda Yang-shao Kültürü ile ilgili ifadeler geçmektedir. Adını İsveçli araştırmacıların onu buldukları Honan eyaletinin batısındaki prehistorik yerden almıştır. Çok güzel olan çanak ve çömlekleri bu kültür için tipiktir. Bu çanak çömlekler boyalıdır ve renkleri kırmızı, beyaz ve siyahtır. Halk köylerde otururdu, çünkü ziraatle oldukça meşgul olurlardı. Fakat bundan başka hayvan da beslerlerdi. Bu onların, ekonomilerinin esasını teşkil etmiş gibi görünüyor. Aletlerinin çoğu taştan olup, pek azı kemiktendi. Baltaları dört köşeli balta tipindeydi. Maden onlarca meçhuldü227. M.Ö. iki binli yıllara tarihlenen Yang-shao Kültürü’nün boyalı çanak çömlekleri ile Ön Asya’da bulunan benzer buluntular arasında bazı benzerlikler tespit edilmiştir. Yang-shao buluntularının daha yeni olanları Batı Çin’de bulunmuştur. Daha eski tabakalar ise Orta Çin’de bulunmuştur. Burada Hint Avrupa etkisi olduğunun iddia edenlerin savı, haliyle çürümüştür. Yang –shao malzemelerinin bulunduğu yerlerde eski Çin’in iskân izlerine pek rastlanmamaktadır. Bu kültürün bulunduğu bütün bölgelerde Tibet kabileleri galiba Türklerle karışmış olarak yaşamakta idiler. Yang-shao kültürü, içerisinde en kuvvetlisi Tibet unsuru, sonra Türk ve bunlara ilaveten daha zayıf bir unsur olarak Tai kavimlerinin  unsuru   bulunan  çok  karışık  bir  kültür  olacaktır.   Eğer   bu  kabul edilecek

olursa, Çin’deki boyalı çanak çömleğin benzer izlerinin Doğu Türkistan’da bulunmasının sebebi de anlaşılabilecektir. O halde Türk kavimleri tarafından yapılmış olacaklardır. Fakat diğer taraftan da bazı Tibet kabilelerinde, örneklerin Yang-shao kültüründekilere benzeyen boyalı tahta kapların, hâlâ bugün bile kullanılmasının sebebi de anlaşılacaktır228. Yang-shao kültürünün Çinlilere ait olduğu ileri sürülmüştür. Ancak daha önce de bahsettiğimiz gibi, eski çağ Orta Asya’sında kültürler hep iç içe geçmiştir. Farklı kültürler birbirine yakın coğrafyalarda yaşamıştır. Ancak kültürlerin çerçeveleri belirlendiğinde ve kavimler bu kültürlerin içine yerleştirildiğinde, kimin hangi kavime mensup olduğu daha rahat anlaşılabilir. Böylece hangi kavimin hangi dönemde, nerede yaşadığı da anlaşılır.

Yang-shao kültürüne ait malzemelerin, ağırlıklı olarak Türk ve Tibet kavimlerinin yaşadığı sahalarda bulunması gerçekten ilgi çekici bir bilgidir. Yukarıda Ögel’den aktardığımız mitolojik bilgileri içeren satırlarda Yang-shao Kültürü döneminde tarım yapıldığını gördük. Bulunan malzemelerden de bu rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Eberhard da bu kültüre mensup kişilerin tarımla yoğun bir şekilde uğraştığını söyler. Buradan M.Ö. iki binli yıllarda, ziraat yapan Türk kavimlerinin var olduğu sonucu rahatlıkla çıkarılabilir. Buradaki en önemli veri, Yang-shao çanak ve çömleklerinin bulunduğu coğrafyadır. Bu dönemde Çinliler daha doğudadır. Bu dönemde Çinlilere atfedilen kültür Lung-shan Kültürü’dür. Bu kültür de Yang-shao gibi, dönemi için ileri sayılabilecek bir kültürdür. Kullandıkları kapların şekilleri, bilâhare Çin ve zaten bütün Doğu Asya çanak çömleği için tipik kalmıştır. Bu Lung-shan kültürüne, sonraki Çin kültürünün mübeşşiri adı verilebilir229.

Yang-shao kültürü mensuplarının büyük çoğunluğu Tibetlilerdir. Ancak az ya da çok sayıda Türk kavimi de vardır ve bunlar ziraatçidir. Bizim için önemli olan tarım yapan Türklerin sayısı değil; bu tarihlerde Türklerin tarımla uğraşmış olmasıdır. Burada sabanın kullanılıp kullanılmadığı konusunda net bir şey söylemek zordur. M.Ö. 3000’den önce, ama olasılıkla çok önce olmayan bir tarihte, bir yerlerde insanlar, hayvanların gücünün tarım işlerine nasıl koşulacağını öğrendiler. Bunun önemli sonuçları oldu. Tahıl yetiştiriciliğiyle hayvan besleyiciliğini birbirlerine bağımlı kılarak, daha önce görülmemiş bir biçimde birleştirdi. Böylece tarım olgunlaştı230. Yang-shao kültürü mensupları saban kullanmış olabilirler. Sabanın bulunmasından yaklaşık bin yıl

sonra bu kültürün izleri görülmüştür. Aynı zamanda hayvan da besleyen bu insanların saban kullanmış olması olasıdır.

Yukarıda aktardığımız bir başka ifade de Hsia Devleti yıkıldıktan sonra, çiftçilerin kuzeye göç ederek, kuzeylilere tarımı öğrettiğidir. Bu dönemde kuzeyde de tarım yapılmış olabilir. Hsia Devleti’ne atfedilen saltanat tarihleri M.Ö. 1800-1500 arasıdır. M.Ö. 1500’den sonra kuzeye giden çiftçiler ziraat tekniklerini de kuzeye taşımış olabilirler. Fakat bu konuyla ilgili yeterli verimiz olmadığından fazla yorum yapamayacağız. Bizim için önemli olan Türklerin ilk olarak ne zaman tarım yapmaya başladığıdır.

Zamanla hayvancılığın, özellikle hayvan sayısının ve çeşidinin artmasıyla, ilerlemesi sonucu ziraatin ekonomi içindeki payı azalmıştır. Burada yağma akınları, pazarlar ve Çin’in vergiye bağlanması vasıtasıyla tahıl alınması, Hunların tarımı azaltmalarının en önemli sebebidir. Fakat bu zaman zaman yaşanan, kısa süreli, geçici bir durum olmuştur. Sadece yağma yapmanın çiftçilikten daha kolay olduğu, yani Hunların güçlü, Çin’in zayıf olduğu dönemlerde tarım üretimi azalmıştır. Ancak dört mevsim neredeyse her gün tahıla ihtiyaç duyulması sebebiyle, Hunlar çiftçiliği hiçbir zaman tamamen terk etmemişlerdir.

Hatta Hunlar bu faaliyette, sanılanın aksine, sulama kanalı açmak ve saban gibi, o dönem için ileri teknikler de kullanmışlardır. Prof. Ögel, Altay bölgesinde Hun çağında açılmış sulama kanallarına rastlandığını, Başkaus bölgesinde, Çalışman Nehri yakınlarında, sulama kanallarının izlerini açık olarak bugün bile görüldüğünü vurgulamaktadır. Arkeolog Kisilev, Altay Dağı bölgesinde bulunan Tötö Kanalı’nın M.Ö. I. yüzyılın başlarında yapılmış olabileceğini belirtmektedir231. Sulama kanallarının yapımının uzmanlık ve iyi bir organizasyon gerektirdiğini Sümerler örneğinde gördük. Demek ki Hunlar da aynı sistemle bu kanalları açmışlardır. Ayrıca M.Ö. I. yüzyılın sonları, Hunların zayıflamaya başladığı dönemlerdir. Bu dönemde Çin’den vergi ve yağma yolu ile tahıl elde etmenin zor olduğu yıllardır. O nedenle Hunlar zirai tekniklerde mecburi bir ilerleme sağlamış olabilirler.

Bunun yanında, bazı Hun mezarlarında yapılan kazılarda çapanın bulunması da dikkat değerdir. İç Moğolistan’da arkeologlar, Hun mezarlığı ve Savaşan Devletler232 dönemiyle çağdaş yerleşim kalıntıları bulmuşlardır. Dahası, demir çapa, demir keser ve bazı taş aletler gibi tarım araç gereçleri de aynı mezarda ok başı gibi diğer tipik Hun objeleri ile beraber bulunmuştur233. Hun mezarlarında bulunan demir çapa ve keserden başka, pek çok benzer demir ve bronz alet henüz kazı yapılarak çıkarılmamıştır. Arkeologların bulunan mezarlıkla, yerleşim yeri arasındaki yakın ilişki ile ilgili şüpheleri yoktur. Erken dönemde bu bölgede tarım aletlerinin yaygın kullanımı bilgisiyle, Hun yerleşim yerlerinde daha sonra Sovyet ve Moğol arkeologlar tarafından yapılan kazılarda elde edilen verilerle, yerleşimin göçebelerin tamamen bölgede göründüğü dönemde de var olduğunu söylemek mantıklı olacaktır. Tarım toplumlarının Çin’den tamamen izole olmadan fakat tamamen göreceli bir özerklik biçiminde geliştiği söylenebilir234. Çinli arkeologlar bu görüşlerden farklı olarak, bu ziraat yapan yerleşik Hunların, Çin’in bir parçası, Çin’den ayrılıp kuzeye göç eden Çinliler olduğunu iddia etseler de Hun mezarlarında bulunan ve Çin kültüründen ayrılan tipik Hun eşyaları, bu temelsiz görüşleri çürütmektedir. Mezarlarda bulunan demir çapa gibi aletler ortak olabilir. Ancak tipik Hun askeri malzemesi olan ok başı bu iddiaları çürütmeye yetmektedir. Ok başı gibi pek çok başka buluntu da bu mezarlarda mevcuttur.

Bu arkeolojik veriler, üzerinde fazla yorum yapmaya gerek bırakmayacak kadar sağlam verilerdir. Hunların savaşan devletler döneminde, yani M.Ö. 5 ve 3. yüzyıllarda tarım yaptıklarını ispatlayan bu buluntular aynı zamanda Hunların, bildiğimiz devlet düzenine geçmeden çok önce şehirleşme, demiri işleme gibi faaliyetler yaptıklarını da gözler önüne serer. Hunların devlet kurmalarını daha önce tartışmıştık. Kaynakların bize Hunlardan bahsetmeye başladığı yılları, Hunların kuruluş tarihi olarak kabul etmek bir yanılgıdır. Aslında kaynaklar Hunların öncesinden de bahsederler fakat Shan-yü ve kavimlerin önde gelen kişilerinin isimleri geçmez. Sadece şuraya saldırdılar, sonuçları şu şekilde oldu gibi ifadeler görülmektedir. Bunları görmüştük. Burada ziraat ile ilgili verdiğimiz bilgiler de Hunların M.Ö. 3. yüzyıldan çok önce teşkilatlı bir şekilde tarih sahnesinde yer aldığını göstermektedir. Burada, bu tarım yapan kavimlerin daha sonra Hunlar tarafından itaat altına alınmış, Hunlardan ayrı bir kavim olabileceği ihtimali akla gelse de mezarlarda bulunan tipik Hun malzemeleri bu düşünceyi çürütmektedir. Çiftçilik yapan bu insanlar Hunlardır.

Ziraat için seçilen sahalar genellikle, nehir yatakları kenarında bulunan dar, uzun şerit biçiminde arazilerdi. Toprak tahtadan yapılmış sabanla açılır ve arpa, buğday ve çavdar     tohumlarından     biri     ekildikten     sonra,     büyük     toprak     parçaları     çıplak     elle

parçalanırdı. Bu çalışmalardan sonra göçebeler yazın, yaylaklarına giderler ve sonbaharda ekili alanlarına geri döndüklerinde hasat yaparlardı. Rona-Tas’a göre Bugünkü Moğolistan’da tahıl hasadı orak kullanılmadan elle yapılırdı. Toprağı sürme ise at ya da öküzle yapılırdı. Daha sonra iki ya da üç kişi tahta kürek kullanarak, buğdayı samandan, çöplerden ayırmak için ürünü yayarlardı. Sonra artık olarak kalan saman, 50 cm. derinliğinde ve 50 ile 70 cm arasında genişlikte buğdayın depolanacağı küçük çukurları çizgilerle belirlemek için kullanılıyordu. Değirmen taşları, değirmenlerde atlar tarafından çekilerek, öğütme işlemi için kullanılıyordu235. Rona-Tas’ın bu değerli çalışması, aynı zamanda, bugünkü Moğolistan’ın iç bölgelerinde bulunan tohum ve değirmen taşlarının kime ait olduğu konusunda da bizlere fikir vermektedir. Bugünkü Moğolistan topraklarında, antik dönemde yapılan ziraat faaliyetleri ile ilgili bu değerlendirmeler, Hunlardan öncesine aittir ve bu bölgede tarımın kadim çağlardan itibaren yapıldığının delilidir.

Hunlar yaşadıkları dönem için ileri teknikler kullanarak tarım yapmışlardır. Bu tekniklerden biri de yukarıda gördüğümüz gibi saban kullanımıdır. Saban ilk kez M.Ö. üçüncü binlerde kullanılmaya başlanmıştır. Sabanda hayvan gücü kullanılır. Temel iktisadi faaliyeti hayvancılık olan Hunlarda sabana koşulacak türden çok sayıda hayvan vardı. Özellikle öküzün ağır yükleri çekmek dışında bir vasfı yoktu. En önemli hayvanlarından biri sığır olan Hunların, haliyle çok sayıda öküzü de vardı. Bunun yanına katır ve at da eklenince, sabana koşulacak hayvanları bulmak gibi bir problemi Hunlar hiç yaşamamışlardır. Hayvan sıkıntısı olmadığından geriye sadece sabanı yapmak kalıyordu. Bugünkü Moğolistan’ın iç bölgelerine, yani Hun topraklarına sabanın nereden geldiği bilinmemektedir. Sabanın Hunlara Çin’den gittiği yönünde görüşler varsa da, bu görüşleri ispat etmek pek kolay değildir. Çünkü yapılan kazılarda, Hun topraklarında Han döneminden çok öncelerine ait sabanlar bulunmuştur. Tarihçilerin çoğu, sabanın ilk kez Mezopotamya ve bugünkü ifadeyle Ortadoğu bölgelerinde bulunduğu hususunda hem fikirdirler. Eğer bu görüş doğruysa ve saban bu bölgeden tüm Dünya’ya yayıldıysa, Önce Çin’e sonra da bozkırlara gelmiş olabilir. Bu bir ihtimaldir. Ancak Mezopotamya’da insanlar saban kullanırken, İç Asya’da da insanlar, bir süre sonra sabanı icat edip kullanmaya başlamış olabilirler. Dolayısıyla, Hunların sabanı nasıl bulduğu konusunda kesin bir şey söylemek pek mümkün değildir.

Fakat kesin olan bir şey varsa, sabanın bu bölgede Hunlardan önce ve daha sonra Hunlar tarafından da kullanıldığıdır. İlk örnekleri yukarıda belirttiğimiz gibi tahta olan sabanın Hunlara ait olanları demirden yapılmıştır.

Moğolistan’ın başkenti Ulan Batur’un güney batısında bulunan Bajan Chongor bölgesinde yapılan kazılarda, kayaların üzerine çizilmiş saban resmi bulunmuştur. Alman arkeolog Ditmar Lauer’in aktardığına göre bu resimler, M.Ö. 8. yüzyıla, İskit dönemine ya da M.Ö. 3. Yüzyıla, Hun dönemine tarihlenmektedir. Bu tarihleme, eğer doğruysa, bu bölgede saban kullanımı Hunların ilk dönemlerine ve hatta belki de onlardan daha eski dönemlere kadar gitmektedir236. Bu tarihlemeyle, sabanın önce Karadeniz’in kuzeyindeki İskitlere gittiği, sonra Hunlara geldiği ve Hunlardan da Çin’e gitmiş olabileceği de düşünülebilir. Ancak bu görüş sadece bir varsayımdır.

Bu kaya resimlerinden başka, bu alanlarda zirai faaliyetlerin yapıldığını gösteren daha sağlam kanıtlar vardır. Sovyet Rusya döneminde yapılan çalışmalar, bu bölgede Hun döneminden önce, demir sabanın kullanıldığı gelişmiş bir tarımın var olduğunu uzun zaman önce ortaya koymuştur. Bu kazılarda demir sabanın yanı sıra değirmen taşları ve büyük miktarda tohum bulunmuştur. Bu, Mançurya ve Baykal Gölü’nün kuzeyinde, sadece ilkel çapa tarımının değil, daha gelişmiş saban tarımının hayvan gücüyle yapıldığını gösterir. Bunun yanında, Baykal Gölü bölgesinde bulunan Neolitik Çağ (M.Ö. 5000 evveli ve M.Ö. 1600 arası)’a ve Bronz Çağı (M.Ö. 1600-M.Ö. 800)’na ait taştan yapılma çapa ve aynı dönemlere ait Mançurya’da bulunan taştan yapılma saban, ziraatin bölgede çok erken dönemlerde başladığını gösterir. Ayrıca bu buluntular, Geç Bronz ve Demir Çağlarında tarımın, göreceli olarak daha karmaşık bir yapıya ulaştığının da ispatıdır237. Bundan başka Noin-Ula’da bir kurganda sabanla birlikte bulunan darı tohumları, Hunların ileri seviyede ziraat yaptığının kanıtıdır.

Ancak Hunlar verimli toprakları, özellikle Gobi Çölü’nün güney bölümleri ile Türkistan’ı (Sin-kiang) içine alan batı bölgelerini kaybettikleri zaman, aynen hayvancılıkta olduğu gibi, ziraat yapmakta da zorlanıyorlardı. Bunun sebebi iklimin ve coğrafi şartların nispeten tarıma elverişsiz oluşudur. Sadece kuzey bölgelerde yapılan zirai faaliyetler de nüfusun tamamının ihtiyacını karşılamaya yetmemiştir. Hunlar kuzeye itilmeleri, zirai faaliyetlerin de eskisi gibi verimli olamamıştır. İklim hayvanları da olumsuz etkileyince Hunlar için hayat oldukça zorlaşmıştır. Nitekim Han Hanedanı kitabındaki Hunlar kısmındaki bir kayda göre, M.Ö. 88 yılı sonbaharında aralıksız yağan yağmurlar ve birkaç ay boyunca devam eden kar yağışı nedeniyle Hunların hayvanları    ölmüş,     tahılları    olgunlaşamamış     ve    halk     arasında     bulaşıcı    hastalıklar

görülmeye başlamıştı238. Bu tarih Hunların güç kaybettiği ve Gobi’nin kuzeyinde kaldıkları dönemdir.

Arkeolojik veriler bahsettiklerimizle sınırlı değildir. Bugünkü Kazakistan topraklarında, Güney Sibirya’da, Gobi Çölü’nün güneyinde de benzer Hun araç gereçleri bulunmuştur. Burada sadece birkaç önemli örnek verdik. Tarımla uğraşan Hunların haliyle yerleşim yerleri de olmalıdır. Yapılan kazı çalışmalarında, ziraat sahalarının yakınında irili ufaklı yerleşimlere ait kalıntılar bulunmuştur. Bunların en önemlisi 1928-29 yıllarında Sovyet arkeologlar tarafından kazıları yapılan ve kuruluşu M.Ö. III ile I. yüzyıllar arasına tarihlenen Ivolga’dır. Bugünkü Moğolistan’ın Ulan Ude şehrinin 100 km. güneyindedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Hunların en azından kışlaklarında yerleşik olduklarını düşünüyoruz. Tarım sahalarının yakınındaki bu buluntular, Hunların kışlakları olabilir. Hunların zirai faaliyetlerde zannedilenden daha ileri bir durumda olduğunu gördük. Bu durumda, Hunlar aynı anda yoğun bir biçimde hem hayvancılıkla hem de tarımla nasıl uğraşmışlardır gibi bir soru akla gelebilir. Hunların öncelikle hayvancılıkta uzmanlaştığını gördük. Bu Hunların temel ekonomik faaliyetidir. Fakat bir toplumun tamamının tek bir iktisadi faaliyetle uğraştığını söylemek biraz abes olur. Bazı Hunlar hayvancı iken, bazıları çiftçi olmuşlardır. Ticaret bölümünde de değineceğimiz gibi, Hun topraklarında zaman zaman Çin paraları kullanılmıştır. Demek ki Hun ülkesinde iç ticaret de yapılmaktaydı. İç ticaret takas vasıtasıyla da yapılmıştır. Hun ülkesinde Çin paralarının var olması, ülke içi ticaretin canlı olduğunun en büyük kanıtıdır.

Göçebeler mevsimsel göçleriyle uyumlu bir biçimde, küçük ölçekli tarım yapıyorlardı. Zengin aileler ise, çiftçilikte kendilerine yardım ederek ve hayvan sahipleri uzaktayken, ürünlere göz kulak olarak yanlarında çalışmalarına izin veriyorlardı239. Bu örnekleme Moğol göçebeler için geçerli gösterilse de Hun sistemi de bunun gibidir.

Tüm bu bilgiler ışığında denilebilir ki, Hunların içinde ağırlıklı olarak çiftçilik yapan yerleşikler de vardı. Bunun yanında bildiğimiz gibi Hun ailesi geniş babaerkil ailedir. Bütün kardeşler ve onların aileleri, büyükleriyle beraber yaşarlar. Aynı ailenin bir kısmı hayvancılıkla uğraşırken, bir kısmı da çiftçilik yapmış olabilir. Yukarıda aktardığımız  gibi,   bozkırlılar  yaylaklarına  gitmeden topraklarını ekerlerdi.  Gelince  de

hasat yaparlardı. Ancak ziraat yapılan toprağın tamamen başıboş bırakılmaması gerekir. Sulamanın ve gerekli bakımların yapılması için mutlaka arazinin başında birilerinin bulunması gerekir. Tarım arazilerini işlemek için hayvancılık faaliyetinde gerekenden daha fazla işgücüne ihtiyaç vardır. Bu nedenle toprak sahibi ailenin bir kısmı toprağın ve işçiler ile kölelerin başında bulunmalıdır. Hun ailelerinin bazılarının fertleri, hayvanların başında yaylaklara göç ederken ailenin diğer fertleri de ailenin işlenmiş topraklarının başında kalıyor olmalıydılar. Böylece kışlık tahıl ve hayvanlar için gerekli saman ve arpa da hazırlanmış oluyordu.

DİPNOTLAR:

224 Loewe Michael, The Former Han Dynasty.s. 162

225 Cahun Leon, Asya Tarihine Giriş, (Çev: Sabit İnan Kaya), Seç Yayın Dağıtım, İstanbul 2006, s. 37

226  Ögel Bahaeddin, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları,   Ankara 1981, Cilt I, s.

32-33

227  Eberhard Wolfram, Çin Tarihi, s. 20

228   Eberhard Wolfram, Çin Tarihi, s. 21

229  Eberhard Wolfram, Çin Tarihi, s. 22

230  McNeill William H., Dünya Tarihi, s. 51

Sarıtaş Eyüp, Çin’de Yapılan Arkeolojik Kazılara Göre İslamiyetten Önce Türklerde Kültürel Hayat, Scala Yayıncılık, İstanbul 2010, s. 139

232  M.Ö. 481-256 yılları arasında yaşanan bu dönemde, derebeylerinin hepsi imparatora bağlılık hislerini
kaybetmiş ve müstakil beylikler olarak hareket etmişlerdir. Zamanla 1000 derebeyliğinden sadece 14
tanesi kalmıştır. (Wolfram Eberhard, Çin Tarihi, s. 51)

233  Cosmo Nicola Di, Ancient Inner Asian Nomads: Their Economic Basis and Its Signifance In Chinese
History, The Journal Of Asian Studies, Vol: 53 No:4, Kasım 1994, s. 1092-1126

234  Cosmo Nicola Di, Ancient Inner Asian Nomads, s. 1098

235 Rona-Tas Andras., Some Data on The Agriculture Of The Mongols, Opuscula Ethnologica Memoriae Ludovici Biro Sacra, s. 443-72, Budapest, 1959: Akademiai Kiado. Nakleden: Nicola Di Cosmo, Ancient Inner Asian Nomads, s. 1100

Cosmo Nicola Di, Ancient Inner Asian Nomads, s. 1101 Cosmo Nicola Di, Ancient Inner Asian Nomads, s. 1102

Sarıtaş Eyüp, İslamiyetten Önce Türklerde Kültürel Hayat, s. 143 Cosmo Nicola Di, Ancient Inner Asian Nomads, s. 1094

KAYNAK: Asya Hunları’nda İktisadi Hayat. Murat Öztürk. F.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı.  Doktora Tezi. Elazığ 2013. s. 111-123

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder