13 Nisan 2016 Çarşamba

Hunlarda At

At yaradılışı itibariyle, diğer hayvanlara fazla benzemeyen bir hayvandır. Fizik olarak az da olsa ata benzeyen eşek, katır gibi hayvanlar olsa da, bu hayvanlar hiçbir zaman atın yerini tutamamışlardır. Daha çok dayanıklılığı sebebiyle ticaret kervanlarında tercih edilen deve, hiçbir zaman bir at kadar hızlı ve güçlü olamaz. At, dayanıklılık konusunda deveyle boy ölçüşebilir ancak atın diğer özelliklerinin hiç biri devede bulunmaz. Benzer şekilde, atın bir melez türü olan katır çok güçlüdür. Özellikle sarp arazilerde yük taşımacılığı için kullanılır. Ancak bir at kadar hızlı olamaz. At, en az katır kadar güçlüdür, bunun yanında daha hızlı ve daha dayanıklıdır. Kısacası at, ticari

ve askeri faaliyetlerin gerçekleştirilebilmesi için gerekli pek çok özelliği, bünyesinde barındıran bir hayvandır.

At, bütün özellikleriyle gerçekten özel bir hayvandır. Atın apayrı bir hayvan olduğunun en önemli göstergelerinden biri İslam dininin kutsal kitabı, Kur’an-Kerim’de, kendisinden övgüyle bahsedilmesi ve atların üzerine Allah (C.C.)’ın and içmesi, yemin etmesidir. Âdiyât Suresi 1-6. ayetlerde, Soluk soluğa süratle koşan, koşarken ayaklarını vurarak ateş çıkaran, sabah erkenden baskın yapan, orada tozu dumana katan ve düşman topluluğunun ortasına dalan atlara andolsun ki, insan gerçekten rabbine karşı pek nankördür183. Kur’an- Kerim’de pek çok yerde andolsun ki, ifadesi geçer. Ancak bu ifadelerle yemin eden Yüce Allah’ın, kutsal kitabında, başka bir hayvan üzerine and içtiği görülmemektedir. Bu yönüyle atın, bütün özelliklerine ilaveten, Allah katında kutsiyete de sahip olduğu açıkça ifade edilmiştir. Elbette bütün canlılar kutsaldır ve ilahi kudretin bir tecellisidir ancak at, sadakatten, güce kadar pek çok farklı özelliğe sahip olduğu için, kutsal metinlerde yer almış ve daha da önemlisi Yüce Allah’ın üzerine yemin ettiği bir hayvan olmuştur. Yukarıda verdiğimiz ayetlerin ana fikri, vermek istediği mesaj, genel olarak insan türünün, zaman zaman kendisini yaratana, verdiği nimetler için şükür etmemesi, O’nun varlığını akıldan çıkarması veya O’nu hiç tanımaması ve varlığın kabul etmemesidir. Burada, en başta savaşların en önemli unsuru olması ve insana faydalı olan diğer özellikleri sebebiyle atların üzerine yemin edilmektedir. Yeminin amacı, böylesine yararları bulunan ve insanların en çok sevdiği mallardan olan atları, onlara bağışlayanın Allah olduğuna işaret etmek ve sonraki ayetlerdeki mesajlara dikkat çekmektir184. Âdiyât, koşan atlar anlamına gelmektedir ve atların, Kur’an-ı Kerim gibi bir kutsal metinde, bir sureye isim vermeleri, onların diğer hayvanlardan daha fazla özelliğe sahip olduğunu ve insan için çok faydalı ve değerli olduğunu gösterir. Tabii ki bu düşüncemiz, İslam dinine inananlara ve Kur’an-ı Kerim’i bir kutsal kitap olarak kabul edenlere yöneliktir.

İnsanlığın gelişimi için önemli bir araç olan atın ilk olarak kimler tarafından evcilleştirildiği hep tartışılan bir konu olmuştur. Bu konuda bilim adamları sanki bir yarış içinde gibidir. Avrupalı bilim adamları atı ilk evcilleştirenlerin Avrupalılar olduğunu, Çinliler atı ilk evcilleştirenlerin, kendi ataları olduğunu, Türk tarihçiler ise atı

ilk olarak Orta Asya Türklerinin evcilleştirdiğini iddia etmişlerdir. Ancak evcilleştirme konusunda tartışmalar olsa da atı en iyi kullananların Türk ve Moğol kavimleri olduğu aşikârdır. Kuzey Amerika’da yapılan kazı çalışmalarıyla, 35 milyon yıl öncesine kadar giden ve günümüzdeki atlara benzeyen hayvan fosilleri bulunmuştur. Fosilleri bulunan hayvanın dişleri, otla benzeyen atın dişlerine oldukça benzemektedir185. Bu tarihte Dünya’da milyonlarca otlayan ata yetecek kadar çayır yoktu. Bu nedenle otlayan atların gelişimi, Avrasya ve Kuzey Amerika’daki geniş düzlüklerde ve bozkırlarda görülen çevresel değişime ayak uydurarak ilerlemiştir186. Bu değişim, bu sahalarda çayırların artmasıdır. Bu sayede hem at sayıları çoğalmış hem de at türü çeşitliliği artmıştır. Stanley J. Olsen, atıf yaptığımız makalesinde, ilk atların Kuzey Amerika’da bulunduğunu ve Bering Boğazı’ndan Asya geçtiklerini ileri sürer. Bu görüş doğru olabilir ancak bunun aksi yönde bir görüş ileri sürmek de kolaydır. Bu atlar Asya’dan da aynı yolla Kuzey Amerika’ya gitmiş olabilirler. Bu tip detayların ispatı pek mümkün değildir. Bugünkü Moğolistan’da, yani Hun topraklarında çok sayıda midilli benzeri at fosili bulunduğu bilgisi de yine Olsen’in makalesinde mevcuttur. At bir şekilde Dünya’nın herhangi bir bölgesinde ortaya çıkmıştır. Bunun neresi olduğunun çok önemi yoktur. Ancak yüksek sayıda at nüfusu, ancak geniş çayırların bulunduğu bozkırlarda yaşayabilir. Hun coğrafyası da atların yaşaması için Dünya’da bulunan en uygun yerlerden biridir. Atın evcilleştirilmesi konusunda, pek çok tarihçi, antropolog ve arkeolog, atın insanlar tarafından ilk olarak Doğu ve Kuzeydoğu Asya’da kullanıldığı konusunda hemfikirdirler. Zaman konusunda da insanların M.Ö. 2000’den çok daha önce ata bindikleri düşünülmektedir187.

Bunun yanında çobanlık yapan konargöçer kavimlerin mutlaka ama mutlaka ata binmeleri ve atı iyi kullanmaları gerekir. Çobanlığın ortaya çıkışı kesin olarak tarihlenememektedir. M.Ö. 3000’den önce çoban yaşamı sürdürenlerin sayısı olasılıkla pek fazla değildi. Bu tarihten çok sonra bile bozkırda çobanlık yaşamına tam bir uyum görülmez. Örneğin at sırtına binmek gibi basit teknikler, belki eyer üzerinde yaşam, ürkmeden insanların sırtına binmesine izin verecek türden atların yetiştirilmesine ve ilk girişimlerinde, hayvanın kendisini sırtından fırlatmasıyla yere hoş olmayan bir düşüş yapsa bile denemelerini sürdüren kişileri gerektirdiği için, M.Ö. 900’den sonraya kadar

yaygınlaşamadı188. Atın evcilleştirilmesi süreci düşünüldüğünde bu görüşlere katılmaktayız ancak burada McNeill’in çobanlığın ortaya çıkışı ve atın bu kavimler tarafından yaygın bir şekilde kullanılmaya başlangıcı olarak verdiği tarihler arasında 2100 yıl gibi çok uzun bir süre vardır. Atın tam olarak kullanımının öğrenilmesinin bu derece uzun süreceğini düşünmemekteyiz. Çünkü bir bozkır kavimi, göçlerde, hayvan sürülerini kontrolde ata çok ihtiyaç duyar. Bu nedenle M.Ö. 900, bu tür faaliyetlerin başlaması için çok ileri bir tarihtir. İddialı bir şekilde at şu tarihte, şu kavim tarafından evcilleştirilmiştir demekten kaçınmak en doğrusudur. Fakat göç ve ekonomik faaliyetler bir yana, çalışmamızın birinci bölümünde Jung ve Ti adı verilen kavimlerin, M.Ö. 14. yüzyılda kuzey bozkırlarından gelerek Kral Tan-fu’ ya saldırdıklarını gördük189. Bu saldırı kaynaklarda açık bir biçimde anlatılan, iyi organize olmuş bir saldırıdır. Öyle ki kral yenilmiş ve kaçmıştır. Biz bu tarihte kuzeyli bozkır topluluklarının ki bu kavimlerin Hunlar ile Moğollar olduğunu da gördük, sistemli ordulara sahip olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Her zaman ordularında atlı süvarilere sahip olan bozkır kavimlerinin bu savaşta da at kullandıkları şüphe götürmez bir gerçektir. Çünkü hızla gelmiş, savaşı kazanmış, Çin topraklarını yağmalamış ve geri dönmüşlerdir. Ti’lerin kim olduklarını da yine birinci bölümde tartıştık. Böylece Ti ordusunun, ilerleyen yıllarda daha net bir biçimde görebildiğimiz Türk ordusundan başkası olmadığı açıktır. Shih-chi 110’da ve Han-shu’da, ilerleyen yıllarda kuzeyli Jung ve Ti’ler ile yapılan savaşlardan uzun uzun bahsetmektedir. Bu nedenlerle bozkır kavimlerinin M.Ö. 900’den önce atlara tam olarak hükmetmediği düşüncesi pek doğru görülememektedir. Ancak bu yanlışlık dâhi McNeill’in eserinin başarısına gölge düşürememektedir.

Türklerde at ve atın kullanımı ile ilgili en fazla ve isabetli çalışmayı Prof. Eberhard’ın yaptığını düşünmekteyiz. Ülkü Dergisi Ekim 1940 sayısında yayınladığı Çin Kaynaklarına Göre Orta Asya’daki At Cinsleri ve Beygir Yetiştirme Hakkında Malumat ve yine Ülkü Dergisi’nin, Mayıs 1940 sayısında yayınladığı Çin Kaynaklarına Göre Türkler ve Komşularında Spor adlı makaleleri Türklerde atın ne zaman kullanılmaya başlandığı konusunda değerli bilgiler içermektedir. Eberhard190, at cinsleri konulu makalesinde, Çin kaynaklarının atı ilk ehlileştirenlerin kim olduğu sorusuna net bir   cevap   vermediğini   belirtir   ancak   Eberhard   da,   yukarıda   belirttiğimiz   nedenler   ve

bilgilerden hareketle, Türklerin Çinlilerden önce at kullanmaya başladıklarını söylemenin mümkün olabileceğini belirtir. Bunun yanında Türklerde at yarışlarının yapıldığını da görüyoruz. Bu yarışlar daha çok dini mahiyettedir. Batı kavimlerinde at yarışları daha dini bir anlam taşıdığı sıralarda, Çin’de kibar bir spor halini almıştır191. Sonuç olarak biz atın ilk olarak Orta ve Doğu Asya’daki bozkır kavimleri tarafından evcilleştirildiğini iddia etmiyoruz. Çünkü tarihini çok iyi bilmediğimiz, belki de yok olup gitmiş bir kavim atı onlardan daha önce evcilleştirmiş olabilir. Bu konuda kesin ifadelerden kaçınmak gerekir. Atın kimler tarafından ne kadar etkili kullanıldığı konusunu, evcilleştirmeden daha önemli bulmaktayız. Türklerin ve Moğolların atı çok etkin bir biçimde kullandıkları görülmektedir. Özellikle konumuz olan Hunlar attan çok yönlü olarak faydalanmışlardır.

At özellikle sanayi devriminden önce, binlerce yıl boyunca insanın en önemli ulaşım aracı olmuştur. Sanayi devrimiyle buhar makinesinin bulunması ve ulaşımda makineleşmenin başlamasıyla at, bu önemini bir nebze de olsun yitirmiştir. Ancak uzun yıllar tarihte, belirleyici rol oynamıştır. Makineleşme başlamadan evvel, binlerce yıl boyunca, çok sayıda kullanışlı ata sahip olan ve bu atları, özellikle yeni yurtları keşfetmek ve oralarda fetihler yapmak için kullanan toplumlar, tarihe yön veren toplumlar olmuştur. Bir Kazak yazar, biz atlarımızı yedik, olduğumuz yerde kaldık, Oğuzlar ise atlarına binip uzak diyarları fethettiler, diyerek bu cümlesiyle çok sayıda atı olan ve bu atları iyi kullanan toplulukların diğerlerinden nasıl farklılaştığını, nasıl fetheden ve tarihe yön veren devletler haline geldiklerini çok güzel özetlemiştir. Sanayi devrimi öncesinde büyük fetihler yapan devletlerin hepsi iyi atlara ve bu atları iyi kullanan süvarilere sahip devletlerdir. Çin ne kadar güçlenirse güçlensin hiçbir zaman büyük fetihler yapan, sürekli sınırlarını genişleten bir devlet olamamıştır. Nitekim birinci bölümde güçlü ve dirayetli Han İmparatoru Wu-ti’nin askeri faaliyetlerinden bahsettik ve bu dönemdeki ciddi güçlenmeye rağmen Wu-ti, savunma duvarları ve gözetleme kuleleri yaptırmaya devam etmiştir. Han Devleti, en güçlü çağında bile, yine çoğunlukla savunmada kalmıştır. Hun topraklarına yapılan birkaç taarruzda ise istenen sonuç bir türlü alınamamıştır. Çünkü çoğunluğu yaya askerlerden oluşan Çin ordusu için bu mesafe çok uzundu ve bu yolculuklar orduyu yıpratmakla beraber, ikmal ve iaşe probleminin süvari ağırlıklı bir orduya göre daha  fazla hissedilmesini sebep oluyordu.

At ve süvari problemi nedeniyle Çin, hiçbir zaman uzak ülkeleri kesin olarak fethedememiştir. İşte bu nedenlerle imparator Wu-ti efsanevi kan terleyen atları alabilmek için, Fergana’ya sefer düzenlemiştir. Çinlilerin Fergana’ya yaptıkları bu sefer asla gösteriş veya debdebe uğruna yapılmış bir sefer niteliği taşımıyordu. Çin sık sık sınırlarına dayanan küçük atların üzerine binmiş muhteşem Hun okçularına karşı mücadele etmekte büyük zahmet çekiyordu. Aynı atların üzerine binen ve o kadar iyi süvari olmayan ve sayıca da az olan Çinliler, düşmanlarına nazaran daha zayıf kalabiliyorlardı. Hâlbuki komşu Soğdak ülkesinde olduğu gibi, Fergana’da da daha iri bir at türü bulunuyordu. Çinliler süvari kuvvetlerinin bir kısmını bu atlara bindirerek Hun atlılarına üstün gelebilecekleri düşüncesine kapılmışlardır. Bu amaçla Fergana’ya sefer düzenlemişlerdir192. Fergana seferinden 3000 atla dönülmüş ancak bu kazanç Çin ordusunda istenen değişimi yaratamamıştır. Çünkü Hunların at sayısı çok daha fazla idi ve Hun süvarileri Çinli meslektaşlarına göre çok daha maharetlilerdi. İşte atın sayıca çokluğu ve ustaca kullanımı, Hun ve Çin ordularının, yani; büyük fetihler yapabilen, tarihi dönemler boyunca rahatlıkla yurt, coğrafya değiştirebilen toplumlar ile binlerce yıl aynı coğrafyada yaşayan ve süvari ağırlıklı ordular karşısında fazla şansı olmayan, piyade ağırlıklı orduya sahip toplumlar arasındaki farklılaşmasının önemli sebeplerinden biridir. Bu farklılaşma nedeniyle imparator Wu-ti, Fergana’nın kan terleyen atlarının peşine düşmüştür.

Atın becerikli süvariler tarafından kullanılarak, binicisiyle beraber önemli bir savaş haline gelmesini süvari devrimi olarak adlandırırsak, mübalağa etmiş olmayız. Çünkü askeri eylem sırasında ata binmiş bir okçunun ok atabilmesi için, her iki elinin de serbest olması zorunludur. Atın hareketinde beklenmeyen herhangi bir değişme, biniciyi, atın sırtından düşmanın ayağının altına düşme tehlikesiyle karşı karşıya bırakır. Savaş arabalarında bu sorun, arabayı sürme işi bir adama, ok atma işi bir başka adama verilerek çözüldü. Süvari, bu iki işi de tek başına yapmak zorundaydı. Bu iki kişi arasında bir işbölümü değil, gövdenin atı denetleyen belden aşağısıyla, okla yayı kullanan belden yukarısı arasında yapılan bir işbölümünü gerektirdi. Bu koşullarda, ancak hem binicinin hem de atın uzun bir alışkanlık edinme döneminden geçmeleriyle ata     binmeyi     tehlikesiz     kılacak     güvenilir     bir     eşgüdüm     sağlanabilirdi193.     İşte     bu

nedenlerle, atın ilk evcilleştirilmesi ile süvariler tarafından etkin bir biçimde kullanılması arasında uzun yıllar olmasına şaşırmamak gerekir. Hun süvarilerinin farkı işte bu şekilde ortaya çıkmıştır. Atlı arabalara, diğer medeniyetlere göre ordularında daha fazla yer veren Çin ordusunda iki kişinin yaptığı işi, Hun ordusunda bir kişi yapmaktadır. Ayrıca arkasında bir arabayı ve arabanın üzerindeki iki kişiyi çekmek zorunda kalan at ile üzerinde sadece bir okçu taşıyan bir atın hızı, haliyle aynı olmayacaktır. Çinliler bazı savaş arabalarına çift at koşmuş olsalar bile, tek süvarinin hızına asla yetişememişlerdir. Ayrıca bu sistemde de bir Çin süvarisi iki at kullanırken, Hun süvarisi tek at kullanıyordu. Kısacası süvari sistemi arabalı sisteme göre çok daha verimli ve dolayısıyla çok daha etkili bir sitemdir. İşte öncelikle piyade ve piyadelerden sonra çok sayıda savaş arabasına194 sahip olan Çin ordusu ile Hun ordusu arasındaki fark, atın kullanımına dayanmaktadır.

Ellerinde yaylarıyla at sırtına binen tüm bozkır kavimleri üyeleri, ne kadar iyi örgütlenmiş ve disiplinli olurlarsa olsunlar hiçbir piyade ordusunun ulaşamayacağı bir hareketliliğe ve vurucu güce sahip oldular. Bozkırlardan yapılan vur kaç akınları, kervanlara saldırmalar ve köyleri yakmalar, tehlikesiz ve kolay duruma geldi. Bu tür akınlara gene, ancak aynı derecede hareketli, disiplinli ya da daha kalabalık bir süvari gücü durdurabilirdi. Yeterince otlak bulunmadığı için, anayurtları at yetiştirmeye elverişli olmayan Asurlular, Anadolu’da bunu sağlayamadılar. Bu nedenle at, yöneticilerin ve soyluların sahip olmakla onur duydukları, ama sıradan Asurluların edinemeyecekleri kadar az bir hayvan olarak kaldı195. McNeill’in eserinde, M.Ö. 1700-500 Arasında Ortadoğu’da Kozmopolitlik adlı bölümünde yaptığı bu değerlendirme, aynen Hun çağındaki Çin için de geçerlidir. İlginçtir ki, yerleşik Asurlular, at besleyen İskitler ve Kimmerler’in öncülüğündeki ittifak ile yıkılmışlardır.

Tarım toplumu olması sebebiyle, tıpkı Asurlular gibi, yeteri kadar otlak sahibi olamayan Çin, Hunlar gibi milyonlarca ata sahip olamamıştır. Burada koskoca Çin’in topraklarında at besleyecek çayır mı yoktu gibi bir soru akla gelebilir. Ancak Çin her zaman geniş sınırlara sahip olamamıştır. Tarih boyunca Çin’in büyüklüğü çok değişmiştir; bu devlet bazen bütün Türkistan ve Moğolistan’ı ihtiva etmiş, bazen de S

Irmak bölgesinde ufak bir devlet olmuştur196. Bunun yanında bir tarım toplumu olan Çin, Hunlardan çayır olarak aldıkları bölgeleri hemen tarım arazisi haline getirerek, oraya tımarlar yerleştiriyor ve böylece sınırlarını Hunlara karşı korumaya çalışıyordu. Yani Hunlar için çayır olan bir bölge, Çin için ziraat sahasıydı.

Kaldı ki, at yetiştiriciliği Çin’in yaşam şeklinden çok daha farklı bir sisteme ihtiyaç duyar. Buna ilerleyen satırlarda değineceğiz. İşte az sayıda ata sahip olan ve bu atlar da aynen Asurlular’daki gibi yönetici ve soyluların elinde bir gösteriş aracı olmaktan öteye gidemediğinden Çin, sürekli ata ihtiyaç duymuş ve bu noktada Hunlara bağımlı hale gelmiştir. Bu duruma ve at ticaretine, ticaret bölümümüzde değineceğiz. Wu-ti döneminde, farklı bölgelerden at getirilmesi ile oluşturulan süvari orduları ve alınan savunma tedbirleri, Hunları Çin’den uzaklaştırmada bir derece de olsa etkili olmuştur. Ancak unutulmamalıdır ki, Hunların güçsüzleşmelerinin temel sebebi, Çin’in askeri başarısı değil; özellikle Çin etkisi ile Hunların, idari sistemlerinde yaşadıkları sıkıntılar ve kıtlık problemidir. Çin ordusu Hunları yok edememiş, sadece kendi sınırlarından uzaklaştırabilmiştir.

Bunun yanında ordu ile başlayan bu farklılaşmanın, kültürün tamamı üzerinde de etkili olarak, bozkır toplumları ile tarım toplumları arasındaki ayrışmayı da etkilediği görülmektedir. Orta ve Doğu Asya tarihinde en çok tartışılan, üzerinde fikir yürütülen konulardan biri, Çin ile bozkır topluluklarının yakın sayılabilecek coğrafyalarda, biri birinden nasıl bu kadar farklılaştığıdır. Bu farklılığın elbette pek çok nedeni vardır ancak tarihin bu fevkalade önemli aşaması, savaş arabaları ve atlı yük arabalarına koşulmak için ahırda beslenen atlar ile; savaş, göç ve gıda üretimi (at eti ve kısrak sütü) amacıyla çayırlarda beslenen atların kullanımındaki teknik farklılığı akla getirmektedir. Başka bir deyişle, koşulan atlar ile binilen atlar arasındaki farktır akla gelen197. Burada at, Hunların hayatının, kültürünün tam merkez noktasındadır. İktisadi faaliyetlerin pek çoğu ata bağımlıdır ve aynı zamanda at, ticari ve stratejik değeri olan bir maldır. Bu nedenle sayıca fazla olması icap etmiştir. Çayır atları, samanları ve arpaları önlerine getirilen ahır atlarından daha hafif, daha kolay işler yapıyor olabilirler. O nedenle, öncelikli olarak geniş çayırlara ihtiyaç duyulmasına sebep olan ve insanların çiftlik hayvanları ile bu geniş çayırlar arasında gidip gelmelerini mümkün hale getirecek bir

sosyal düzeni gerektiren bozkır sistemi içerisinde,  çok yüksek sayıda ata ihtiyaç duyulmaktadır198.

Hunların çok sayıda, hatta milyonlarca ata sahip olduklarını biliyoruz. Shan-yü Ch’ieh-t’e-hou döneminde ( M.Ö. 101-M.Ö. 96), Çin imparatoru Wu-ti’nin Hunlara karşı büyük bir ordu hazırlarken, Hun ülkesine Su-wu adlı bir elçi göndermiştir. Elçinin amacı, savaşmadan Hunları Çin’e bağlamaktı. Su-wu ile daha önceden Hunlara iltica etmiş ve Hun ordusunda da Çin’de olduğu gibi general olan, Wei-lü arasındaki görüşmede, Wei-lü’nün konuşmasında Hunların sahip olduğu at sayısının çokluğu ile ilgili ifadeler vardır. Bu konuşmada Wei-lü; Ey Su-wu! Ben daha önce Çin’e hizmet etmiştim. Ondan sonra da Hunlara döndüm. Bundan sonra burada çok iyi ağırlandım. Lütuf gördüm. Bana bey ünvanı verildi. Ayrıca birkaç on bin köle, bir dağ dolusu at ve diğer başka hayvanlar verildi. Bunun için ben şu anda çok zengin ve rahatım. Su-wu sen bugün teslim olursan yarın sen de böyle olursun. Yoksa cesedin çayırlara boşu boşuna gübre olur. Ayrıca kim senin ne olduğunu bilecek?199, demiştir. Bu konuşma kısa olsa da, çok değerli bilgiler içermektedir. Öncelikle, Hunlara iltica eden bir generale, Çin’deki mevkisinin aynen verildiğini görüyoruz. Bunun yanında kendisine çok sayıda at ve diğer hayvanlardan verilmiştir. Ağırlıklı olarak ekonomisi hayvancılığa dayanan Hun toplumunda çok sayıda hayvan; özellikle at sahibi olmak, haliyle zenginliğin, varlıklı olmanın bir göstergesidir. General bu sayede çok zengin olduğunu belirtmiştir. Çin’de Hunlardaki kadar fazla sayıda at olmamasının üzerine, dağ dolusu at gibi mübalağalı bir ifade ekleyen generalin, Su-wu’yu etkilemeye çalıştığını sezinlemekteyiz. Ancak ne olursa olsun, bu ifadeden generalin çok fazla sayıda atı olduğu anlaşılmaktadır. Abartılı bir ifade kullanılmış olsa da, sonuçta üç beş ata sahip biri de, bu şekilde sayı belirtmez. Bu ifadelerden Hunlarda, bir generalin şahsına, birkaç bin at verilebildiği görülmektedir. Böylece at sayısının fazlalığı biraz daha iyi anlaşılabilir. Hunların en çok kullandığı at cinsi ise, midilliye benzer bir türdü. Omuzbaşı yüksekliği 1.30 metre, ağırlığı erkeklerde üç yüz elli kilo, dişilerde üç yüz kilo civarındadır. Kanaatkâr, dayanıklı, sağlam yapılı bu hayvan her yerde ve her durumda her şeyle beslenebilirdi, hatta kar altında bile yemek için ot bulabilir, dağa kolay tırmanır,  gerekli olduğunda günde  100 kilometre yol  alabilirdi200.  Bu tür,

Hunların en fazla sayıda sahip olduğu türdü. Hunlar melezlemeyi iyi bilirlerdi ve melezleme yoluyla elde ettikleri başka türde atları da vardı.

Hunların çok sayıda, belki milyonlarca ata sahip olduğu bilgisini aklımızda tutarak, atın insan kontrolü altında doğal yaşam koşullarını göz önüne getirdiğimizde, Hunların çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olmalarının sebeplerini daha iyi anlamak mümkündür. Bugün iyi cins atlar, hara denilen çok geniş, yeşil alanlarda yetiştirilmektedir. Hunların sahip oldukları atları beslemek için çok geniş alanlara ihtiyaç duyması da normaldir. Bu nedenle Hunların yayılmacı bir politika izlemesinin önemli sebeplerinden biri de atları için uygun yaşam alanları bulabilmektir. At besleyen kavimlerin, diğer kavimlere göre daha uzun bir göç yolu vardır. Böylece daha fazla kavimle, daha yoğun ilişkiler kurabilmişlerdir. Sonuç olarak konargöçerler, daha deneyimli ordulara ve diplomasi yönetimlerine sahip olmuşlardır. Bu da devletin oluşumunda daha sağlam, güvenilir bir yapının oluşmasına katkı sağlamıştır201. Hunlar kendi dönemlerinin en aktif toplumu olmuşlardır. Moğollarla, Çin ile, batıdaki irili ufaklı devletlerle sürekli ilişkileri olmuştur. Çin’i en çok rahatsız eden devlet Asya Hun Devleti’dir. Çin her zaman Hunları kendileri için tehdit olarak görmüştür. Hunların ani akınlarının baş kahramanı hızlı atlarıdır. Özellikle yağma akınlarında, Çin ordusu gelene kadar Hunlar çoktan gitmiş oluyorlardı. Hunlar atları sayesinde uzak bölgelerle ilişki kurabilmiş hem de diğer devletlere karşı hızlı ve başarılı akınlar düzenlemişlerdir.

Atın, başta Hunlar olmak üzere, bozkır toplumları için üç nokta da çok büyük önemi vardır. Bunlardan birincisi bilindiği gibi, atın orduda kullanılması sebebiyle bir anlamda savaş aracı olmasıdır. Hun atlarının hızını ve dayanıklılığını, Çin kaynakları sıkça anlatır. Kaynaklarda, kaçan Hunlara Çinlilerin yetişemediğinden pek çok kez bahsolunur. Atın ikinci önemli işlevi, binek hayvanı olarak, hayvan sürülerinin kontrolü ve özellikle göçlerde, yük taşıma amacıyla kullanılmasıdır. Atın üçüncü işlevi, belki birinci özelliğine bağlı olarak gelişmiştir. Bu da atın ticari bir mal olarak değer görmesidir. Çinliler at yetiştirmediğinden, atın değeri çok yüksekti. Atın ticari değerine ve önemine, ticaret ile ilgili bölümümüzde ayrıca değineceğiz. Bunların dışında atın etinden ve kımız yapımı için sütünden de faydalanılmıştır.

Hunlar atın tüm bu özelliklerinden çok iyi faydalanmışlardır. Öncelikle nitelikli ve  çok  sayıda  at   üreterek,   bu  faaliyette  bölgede,   bir  anlamda,  tekel oluşturmuşlardır.

Atlarının ve binicilerinin202 üstün özellikleri sayesinde komşularından faklılaşmış ve onların üzerinde askeri, ekonomik ve dolayısıyla siyasi alanda üstünlük kurmuşlardır. At, askeri bir araç olarak hem askeri yönden hem de bu özelliği ile ticari yönden değerli olmuştur. Hunlar Çin’e ne kadar at vereceklerine kendilerine karar verdiklerinden, Çin ordusunun süvari sayısın da tahmin edebilirlerdi. Çobanlık ve göç faaliyetlerindeki önemi de eklenince at, Hun kültürünün merkezinde yer almıştır.

DİPNOTLAR:

Âdiyât Suresi 1-6. Ayetler, Halil Altuntaş, Muzaffer Şahin,  Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 12. Baskı, Ankara 2006, s. 599

Hayreddin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gümüş,  Kur’an Yolu-Türkçe Meal ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 3. Baskı, Ankara 2008, s. 672

185  Olsen   Stanley   J.,   The   Horse   In   Ancient   China   and   Its   Cultural   Influence   In   Some   Other   Areas,
Proceedings Of The Academy Of Natural Sciences Philadelphia, Vol: 140, No: 2, 1988, s. 151-189

186  Olsen Stanley J., The Horse In Ancient China and Its Cultural Influence In Some Other Areas, s. 153

187  McNeill William H., Dünya Tarihi, (Çeviren Alaeddin Şenel), İmge Kitabevi, 8. Baskı, Ankara 2004,
s. 93

188  McNeill William H., Dünya Tarihi, s.50

189  Bakınız: SC, Nienhasuer W., Grand Scribe’s, Vol IX, Part II, s. 243

190  Wolfram Eberhard’ın at ile ilgili makaleleri ve görüşleri hakkında bakınız: Murat Öztürk, Türk
Tarihçiliğine Katkıları Yönüyle Prof. Dr. Wolfram Eberhard (1909-1989), s. 63-65, Fırat Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Elazığ 2009

Eberhard   Wolfram,   Çin   Kaynaklarına   Göre   Türkler   ve  Komşularında   Spor,   (Çev.   Nimet   Uluğtuğ) Ülkü Dergisi, Mayıs 1940, s. 209-215

Grousset Renè, Bozkır İmparatorluğu, (Çev. Dr. Reşat Uzmen), Ötüken Neşriyat, 6. Basım İstanbul 2010, s. 64 (90 numaralı dipnot)

McNeill William H., Dünya Tarihi, s. 93

Çin ordusunda savaş arabasının kullanımı, Hunlarla mücadelelerin başladığı yıllardan daha eskiye gitmektedir. Hun çağında Çin, savaş arabalarının sayısını nispeten azaltsa da bu aracın kullanımı yıllar boyu azalarak da olsa devam etmiştir. McNeill William H., Dünya Tarihi, s. 95

Eberhard Wolfram, Çin Tarihi, s. 1

Lattimore Owen., Inner Asian Frontiers Of China, s. 58

Lattimore Owen., Inner Asian Frontiers Of China, s. 58

Baykuzu Tilla Deniz, Asya Hun İmparatorluğu, s. 97

Roux Jean Paul, Orta Asya Tarih ve Uygarlık, (Çev. Lale Arslan), Kabalcı Yayınevi, 2. Baskı, İstanbul

2006, s. 48-49

Cosmo Nicola Di, Ancient China and Its Enemies The Rise Of Nomadic Power In East Asian History, Cambridge University Press, Cambridge UK 2002, s. 167

KAYNAK: Asya Hunları’nda İktisadi Hayat. Murat Öztürk. F.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı.  Doktora Tezi. Elazığ 2013. s. 82-92

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder