22 Nisan 2016 Cuma

Asya Hun Devleti’nin Bölünmesi

Hu-yen-ti’den sonra sırasıyla, Hsü-lü-kuan-ch’ü (M.Ö. 68-M.Ö. 60), Wo-yen-ch’ü-ti (M.Ö. 60 M.Ö. 58) ve Hu-han-yeh (M.Ö. 58 M.Ö. 31) geçmişlerdir. Bu yıllar genelde kaybedilen savaşlar ve iç isyanlarla geçmiştir. Hu-han-yeh döneminde Çin’e bağlanma fikri, Hunlar arasında iyiden iyiye taraftar bulmaya başlamıştır. Bu fikre özellikle Hun soyluları, Çin’e bağlanmanın aşağılık ve onur kırıcı bir durum olduğunu belirterek karşı çıksalar da, kurultaydan Çin’e katılma kararı çıkmıştır. Hu-han-yeh, halkıyla beraber güneye hareket etmiş, kardeşi Chih-chih ise ilticayı kararına itiraz ederek kendi halkıyla beraber, kuzey batı bölgelerine yerleşmiştir. Bu ilk parçalanma sonucu Hu-han-yeh’in devleti Doğu Hunları, Chih-chih’in devleti ise Batı Hunları olarak adlandırılmıştır.

Böylece yüzyıllardır baş edilemeyen büyük düşman Hunların, Çinlilere biat etmesi, Çin tarihinde bir yabancı lider için yapılan en şaşaalı törenlerin yapılmasına sebep olmuş, Hu-han-yeh Çin başkenti Ch’ang’an’da bir ay misafir edildikten sonra 16.000 kişilik bir atlı birlikle ülkesine yolcu edilmiştir156.

M.Ö. 56-M.Ö. 36 yılları arasında Batı Hunlarının başında bulunan Chih-Chih, Baykal Gölü’nün güneyine yerleşmiştir. Önce Wusunlarla ittifak arayışına girdi ancak Wusunlar Han Devleti’nden çekindiklerinden, bu ittifak isteğine Hun elçisini öldürerek cevap verdiler. Bu sırada Chih-Chih Yüeçi kalıntısı olan Semenkand kralının Wusunlara karşı ittifak teklifine olumlu yanıt verdi ve Wusunlar ağır bir yenilgiye uğratıldı. Bunun yanında Chih-chih Fergana şehir devletlerini vergiye bağladı.

Chih-chih, Çin’den çok uzakta olmasına rağmen Çin’de hâla bir Hun korkusu mevcuttu. Bu nedenle Çin sarayında Batı Hunlarına saldırmanın gerekli olup olmadığı tartışıldı. Önce Baykal Gölü’nün güney kıyılarına yerleşen Chih-chih, Çin’den uzaklaşmak maksadıyla daha batıya yerleşmiştir. Böylece Çin’den iyice uzaklaşsa da ve çok büyük nüfusa sahip olmasa da, Han Devleti yine de Batı Hunlarından ürküyordu. Büyük bir ordu hazırlandı ve ordu batıya doğru uzun bir yolculuğa başladı.

Bu dönemde Part Devleti tarafından esir edilen 1000 kadar Romalı asker, sınır Güverliği için Merv civarına gönderilmişti. Bu askerler ve Romalı teknisyenler ile temas eden Hunlar bir kale yapmışlardı. Bu askerlerin bir kısmı da Çinlilere karşı Hunlarla beraber savaşmıştır. Bu olay gerçekten Türk tarihi için büyük ehemmiyet arz etmektedir. Çünkü, Hunların, halkları ve kültürleri bağlayan bir halk olarak ne kadar büyük bir rol oynadıklarını gösteriyor. Eğer Romalı teknisyenler Shan-yü’nün kalelerini yaptılarsa, o zaman Roma kültürü de Hunlara tesir etmiş ve Hunlar da başkalarına bu tesiri geçirmiş olacaklardır157. Kale inşaatının yanında Hunlar Romalılardan, ağır zırh kullanmayı da öğrenmişlerdir. Ancak bu zırhların Hun ordu geleneği içinde yeri yoktur.

Büyük bir orduyla Hun kalesinin yakınına gelen Çin Ordusu ile Hunlara arasında elçiler gidip geldi ancak savaş kaçınılmazdı. Kalabalık Çin ordusu karşısında zor durumda olan Shan-yü Chih-chih, Wusunların da kendisine karşı ordularıyla yola çıktıklarını duyunca bizzat hatunlarıyla beraber surların üstüne çıkıp Çinlilere ok yağdırmıştır. Savaş sonunda Shan-yü öldürüldü. Hun Hatunu, veliahtı ile beylerden oluşan 1518 üst rütbeli kişi acımasızca öldürülmüş, 145 kişi sağ ele geçirilmiş, binden fazla insan ise teslim alınmıştır158.

Bu savaşın kaybedilmesinin sebebi, Hunların aşina olmadıkları düzende savaşmaları gösterilse de, esas neden Çin ordusunun sayıca üstünlüğü ve Shan-yü Chih-chih’nin böyle bir saldırıyı beklemediğinden dolayı, savunmaya hazırlıksız olmasıdır. Çin ordusunun yaklaştığı haberi de Shan-yü’ye gelmemiş ve Shan-yü bir anda Çin ordusunu kalesinin yakınlarında görmüştür. Daha ittifak yaptığı Yüeçi kalıntısı Semerkand Kralı’nı öldüren Shan-yü Chih-chih, tarihin tekerrür etmesiyle acı bir biçimde karşılaşmıştır. Eski düşman Yüeçiler, bu kez bölgeyi bilmeyen Çinliler’e mihmandarlık yapmışlar ve onlarla beraber hareket etmişlerdir. Çin ordusunu Hun kalesinin önüne getiren Semerkandlılardır. Yani eski düşman dost olmamıştır.

Chih-chih, ağabeyi Hu-han-yeh gibi rahat bir ömür karşılığı Çin’e köle olmayı seçmemiştir. Chih-chih öldüğünde Hu-han-yeh, ipekli kumaşlar içinde Çin şarabı içmekte, Çin pirinci yemekteydi. Hatta Chih-chih’in öldürüldüğünü duyunca Çin imparatorunu tebrik etti ve ona bağlılığını bildirdi. Bundan önce de Çin’e karşı saldırmazlık yemini etti. Çin imparatorunun hareminden oldukça güzel bir hanımla evlendi. Ömrünün sonuna kadar refah, mutluluk içinde olduğu kadar onursuzca yaşadı. Chih-chih ağabeyi ile beraber Çin’e katılmayı, ömrünün sonuna kadar zevk, sefa içinde, benden sonrası tufan anlayışıyla yaşamayı bilmiyor muydu? Elbette bu kolay yoldu. Sadece kendisini kurtarır ama aslında kendisine bile faydası olmadan yok olur giderdi. Chih-chih her he pahasına olursa olsun, özgürlüğü seçmişti. Büyük Hunları tekrar toparlamaya çalışmayı, Çin’in kölesi, yancısı olmaya tercih etmiştir. Yani onuruyla yaşamıştır. Batıda yalnız kalmıştır ama Çin’e bağlanıp kul köle olmaktansa ölmeyi tercih etmiştir. Çin ordusu geldiğinde, kendi ordusunun sayısının Çin ordusunun neredeyse onda biri olduğun biliyordu. Ama Chih-chih, Çinli prenseslerin uşağı olmamış, dirayetli Hun hatunlarıyla beraber kalesinin surlarında savaşarak, adını Hun tarihine gururla yazdırarak canını teslim etmiştir. Hu-han-yeh ise, Chih-chih’den beş yıl sonra M.Ö. 31 yılında, muhtemelen sevgili eşi Çinli prensesin yanında ölmüştür.

M.S. 48 yılına kadar genelde Çin’e bağlı bir biçimde yaşayan Doğu Hunları, M.S. 48’de yaşanan kıtlı, bağlı boyların isyan etmesi ve taht kavgaları nedeniyle Hunlar bu kez kuzey ve güney Hunları olarak ikiye bölündüler.

İlerleyen yıllarda, özellikle Çin’in kışkırtma ve sinsi politikaları nedeniyle kuzey ve güney Hunları birleşemedi. Güçlerini bir türlü toparlayamayan kuzey Hunları M.Ö. 137’de dağılarak boylar birliği şeklinde yaşamaya, güney Hunları ise bir ara biraz toparlansalar da M.Ö. 216’da Çin’e yerleşerek yaşamaya devam etmişlerdir. Çin’e yerleşen Hun boyları Çinlileşmemiş, kendi kültürlerini Çin içinde de devam ettirmişlerdir. Yani Hunlar yok olmamış; sadece başsız kalmış ve dağınık halde yaşamaya başlamışlardır.

DİPNOTLAR:

157  Eberhard Wolfram, Hsiung-nu’ların Müttefikleri Olarak Roma Askerleri, Belleten, Türk Tarih Kurumu

Yayınları, Cilt: VIII, Sayı: 29, II. Kânun 1944, Ankara, Çeviren: İkbal Berk, s.143-145

158  Baykuzu Tilla Deniz, Asya Hun İmparatorluğu, s. 126

KAYNAK:   Asya Hunları’nda İktisadi Hayat. Murat Öztürk. F.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı.  Doktora Tezi. Elazığ 2013. s. 61-63

Çin'in Sınır Kavimleri

Hun tarihine girmeden önce Türkistan tarihini yakından ilgilendiren ve aym zamanda Çin'e de komşu olan kavimler üzerinde durmakta fayda vardır.

1. Kuzeydoğu Kavimleri; En eski çağlarda bu kavimlerin ana bölgeleri bugünkü Pekin çevreleri olmalıdır. En eski uçları ise herhalde güneyde, Şantung bölgesine kadar uzanıyorlardı. Bu kavimler, Mançurya ve biraz da eski Sibirya kavimlerinin karışmalarından oluşmuşlardı. M.Ö. X. yüzyılda bu bölgeden inen Eusm adlı kavimler, Çin'de artık görülüyorlardı. M.Ö. 206'dan sonra, Çin kaynaklarındaki kavim adları değişmişti. Bundan önce söylenmiş olan kavim adlan, bir daha ağza alınmamışlardı. Fakat nedense bu kavmin adım da, Hun çağının sonlarına kadar, değişmemiş olarak görüyoruz. Bunların kökleri, Mançurya'ya kadar çıkıyordu. Fakat güneydeki uçları ise Çin'in içlerine kadar yayılmış görünüyordu. Aslında bunlar, Çin'de oturan Mançuryalı kavimlerdi. İsa'dan önceki X. yüzyılda Şantung bölgesine kadar inmişlerdi. Daha sonra ise, Hopei ve Şensi'ye kadar, yayıldıklarım da görüyoruz.

Kültürleri başlangıçta, çok geri bir gelişme gösterir. Aslında onlardan kültür tesirleri alabilecek, belli başlı komşuları da yok gibiydi. Sonradan Hunlarm tesirleri altında kalacaklar ve bu yolla, Tunghular gibi yeni yeni kavimler doğacaklardır. Buna rağmen, Doğu Çin'deki kültürler ile devletlerin gelişmesinde büyük bir rol oynamışlardı. Bu Mançurya kavimleri, domuz yetiştiricileri idi. O. Franke ve Prof. Eberhard bunları, Tunguz adı ile birleştirirler. Fakat bu deyim, çok daha sonraki çağlarda doğmuş bir sözdür. Bunlara karşı korunmak için yapılan duvarlar da çok geç zamanlarda tamamlanmıştır. Bu duvarları, M.Ö. 300 ile 290 yılları arasında, kuzeyde kurulmuş olan Yen devleti tamamlamıştı. Çin'e inen çeşitli kavimler için, Çin tarihleri tarafından verilmiş türlü adlar da görüyoruz. Ancak bütün bu adların, burada incelenmesini gereksiz görüyoruz.

2. Kuzey Kavimleri, "Proto-Moğol Tunghular": Bunlar eski Moğolların gerçek ataları idi. Sonraki çağlarda, Hunlar ile ölüm kalım savaşlarına girmişlerdi. Proto Moğollar, Doğu Moğolları veya Eski Moğollar adlan ile adlandırdığımız Tunghular, Mançurya kavimleri ile Hunlann, daha doğrusu Türk kavimlerinin aralannda yer alıyorlardı. M.Ö.III. yüzyıldaki Çin akınlannda güçsüz bir kavim olarak görünüyorlardı. Mete çağında ise büsbütün güçlenmiş olan bu kavimler, kuzeydoğu Asya'nın hepsini ellerinde tutuyorlardı. "Başlangıçta ekonomileri avcılığa dayanıyordu". Sonradan, batı komşuları Hunlann tesirleri ile, hayvan yetiştirici ve çoban oldular. Ev hayvanları arasında da sığır, birinci derecede yer almış oldu. Bunlann hepsi Hun çağında görülen gelişmelerdi.

Çin kitapları İsa'dan ve hatta tarihten önceki kavimler için T, İ, Jung, Mo. gibi geniş adlar vermişlerdi. Bu adlara göre kavimleri gruplayanlar ve hatta bunlardan, büyük sonuçlara varmak isteyen, araştmcılar da görülmemiş değildir. Ancak bu deyimlere dayanan bütün görüşlerin, askıda ve şüpheli kaldıkları da bir gerçektir. Çünkü aynı deyim, en batıdaki kavimler için olduğu kadar en doğuda kalan, kavimler için de kullanılmıştır. Ti kavimler grubuna giren Tunghular, İsa'dan önceki X. Yüzyıldan itibaren, daha çok Çin'in Şansi bölgelerinde yayılıyorlardı. Doğu uçları ise Jehol bölgesine kadar uzanıyordu. Bir gerçek varsa bunların, Hun ve Türk kavimlerinin yayıldıkları, San ırmak kıvnmımn içlerine kadar yeterince sızmamış olmaları idi. Aslında bu konular üzerinde derin araştırmalar da vardır. Fakat hiçbir görüş kesin değildir. Bunlar, Moğolların ataları idiler.

3. Kuzeybatı Kavimleri Hirth, Chavannes, Otto Franke ve Prof. Eberhard gibi araştırıcılar, bu yöndeki kavimlerden söz edildikçe, çekinmeden Türkler deyimini kullanmışlardır. Haloun gibi araştırıcılar ise, Çin'deki İndo-Cermenlerin varlığından ısrarla söz ederlerken, eserlerinde birkez olsun, Türk adından söz açmamışlardır. Çin'in kuzeybatısında yayılan bu kültürün, Moğollar ile bir ilgisi yoktu.. Bunlann, sonraki Türk kavimlerinin ataları olduklarından hiçbir şüphemiz yoktur. Tarihte ilk görüldükleri çağdan, yani M.Ö.3. binden geç çağlara kadar, aym özellikleri göstermişlerdi. Tabii olarak burada Türklerin anayurdunun, Şensi ile Kansu bölgeleri olduğunu söylemek istemiyoruz. Burası, ancak Türk kavimlerinin yayıldıkları anayurtlarının bir sımr bölgesi olabilirdi.  Türklerin anayurdunu tamtmak için, bu çağdaki Çin kaynakları bizim için yeterli olmamaktadırlar.

Bunlar da başlangıçta, avcı kavimler idiler. Sonradan hayvancılık kültürü, daha ağır bastı. Buğday ve dan gibi, bitkileri de ekiyorlardı. Sığırları da vardı. Fakat ekonominin temeli atçılık üzerineday amyordu. Çin'deki, Şensi ve Kansu bölgelerinin içlerine kadar giren bu atlı kavimler, daha çok düzlük yerlerde ve ovalarda yaşıyorlardı. Daha güneye inmiş olanların ise Tibet kavimleri ile karışmış olmaları, normal görülmelidir. Bu nedenle Hsia ve Cou gibi büyük Çin sülalelerinin kurulma ve gelişmeleri incelenirken, bu gerçek göz önünden uzak bulundurulmamalıdır. İyi bilinen tarih çağlannda bile, Çin'in içlerine kadar Kansu bölgesinin düzlüklerinde Hunlar yayılırken, dağları da Tibetliler tarafından tutuluyordu. Çok eski çağlarda bu kavimlere, Hienyün ve Hunyü gibi adlar veriliyordu. Çin kaynakları, bunların sonraki Hunların ataları olduklarında, birliktirler. Çin'de yerli olarak oturanlar ise, şehirler kurmuşlar ve surlar ile kaleler yaptırmışlardı.

4. Batı Kavimleri, "Tibetliler": Kuzeybatıh Orta Asya kavimlerinin, Çin tarihindeki yerleri incelenirken, Tibetliler de gözden uzak tutulmamalıdırlar. Başlangıçta batıdan Çin'e gelen yolların bir kısmı, herhalde Tibetlilerin kontrolünde olmalı idi. Prof. Eberhard'm Koyuncu Tibetliler tanıtmasının Orta Asya tarihinde bir yeri vardır. Koyuncu Tibetliler daha çok dağlık bölgelerde yaşarlardı. Bu sebeple, Kansu bölgesindeki batıya açılan kapıların hepsini Tibetlilere vermek, doğru değildir. Tibetlilere, Hun devlet deyimlerinin girmiş olması da, bu bölgede bir süre beraber yaşadıklarım gösterir. Hun çağından çok önceleri, Çin'in içlerinde yerleşmiş olan Tibetlilerin, şehirlileşme ve toprağa bağlılıklarım, kaynaklarda açık olarak görebiliyoruz. Çin İmparatorluğu ile savaşma zorunda olan Tibetliler ise, Hunlarm taktiklerini alıyor, toprağa ve şehirlileşmeye daha az değer vererek, atlılaşma yolu ile gelişiyorlardı. Çin'de oturan Hunlar ile Orta Asya'dan akın yapan Hunlar arasında da böyle bir ayrılık görülüyordu.

Ayrıca güneyden kuzeye göçen "Ziraatçi Yao" kavimleri de, Tibetlilerin bazı bölümleri ile karışmışlardı. Bu yeni kanşmalar ile de, yeni bir Tibetliler bölümü meydana geliyordu. Tibetlilerin anayurtlan, Çin'deki ünlüWeiInnağımn kaynakları üzerindeydi. Çin'i doğudan batıya bağlayan, tek geçit de, buWeiırmağı idi. Tibetliler bu geçit üzerinden, Çin'in doğularına kadar yayılabilmişlerdi. Bu geçidin güneyi, yüksek dağlarla çevrili idi. Kuzeyi ise Orta Asya bozkırlarına açık bulunuyordu. Bu sebeple ırmak, Hun ve Tibet kavimlerinin bir karşılaşma bölgesi idi. Bu jeopolitik üstünlükleri bilmeden, kısır çekişmelere girmenin, bir gereği yoktur. Mesela Çin'deki ünlü Cou sülalesinin kuruluşunda Türkler mi, yoksa Tibetliler mi baskılı olmuşlardı sorusunu, yukarıdaki açıklama cevaplandırmaktadır.

"Köpek-Ata" inancı, Tibet kültürünün sembolüdür. Hatta ünlü Göktürk Kağanı Bilge Kağan bile, Çin elçisi ile görüşürken, Köpek soyundan gelen Tibetliler diye bir tanıtmada bulunmuştur. Orta Asyalı Hunlar, ölülerini atları ile birlikte gömerlerken Tibetliler ölülerini yakıyorlardı. Bunlar da bize gösteriyor ki, Orta Asyalı Türkler ile Tibetliler arasında kesin inanç ayrılıkları da vardı.

KAYNAK: Doç. Dr. Salim CÖHÇE, Türk Tarihine Giriş, ELAZIĞ 1995, ÇagOfset Matbacılık, s. 55-59

Sarmatlar

Pers kaynakları İskitlerden sonra onlara halef olan ve Roma Devri kaynaklarında Sarmatae adıyla amlan kavimlerden hiç bahsetmezler; bundanda bazı araştırıcılar İskitlerin bu Sarmatlan'da içine almış olduğu sonucunu çıkarmışlardır. Heredotusta da "Sarmatae" kelimesi yerine sadece sauromatae" 1er hakkında malumat vardır. Heredotus'un bildirdiğine göre bunlar İskit dili konuşuyor ve onlara yardım bile ediyorlardı; Tanais (Don) nehrinin ötesinde yaşamakta idiler Haskins SarmataelerinM.Ö. takriben 345 yılma kadar Don nehrini geçmediklerini söylüyor.
M.Ö. II. y.y başında Keklerle birlikte harekete geçen Sarmatlar İskitlere saldırıp onların güç kaybetmelerine sebep olmuşlardı. Daha sonraları Avrasya steplerine geçmek için İskitlerle olan mücadeleleri devam etmiş ve bu mücadelelerde Sarmatlar büyük bir başarı kazanmışlardır Daha çok İran asıllı oldukları kabul edilen Sarmatlar nüfuzlarım batı Sibir sahasına kadar uzatmışlardır. Diğer taraftan M.Ö. I y.y.'da Hunlar ile münasebet kurup alış-veriş yaptıkları bunun neticesi olarakta Grek (Yunan) kültür izlerinin Hunlar'a kadar ulaşmış olduğu iddia edilmektedir.
KAYNAK: Doç. Dr. Salim CÖHÇE, Türk Tarihine Giriş, ELAZIĞ 1995, ÇagOfset Matbacılık, s. 54

Masagetler

Hazar Denizi ile Aral Gölünün doğusundaki ovalarda yaşayan Masagetler'e Alan ve Khorezm İranileri karışmışsa da menşe itibariyle Türk oldukları ileri sürülmektedir. Masaget adımn Mas(t) jaka yani "balık yiyenler" anlamında olduğu Tomaschek veMarquaitgibi bilginler tarafından savunulmaktadır. Makedonyalı İskender'in kuzeybatı Hindistan'daki fetihleri sırasında bazı Lelûsih batı kaynaklarında zikredilen en önemli şehirlerin adıda Massaga idi.

Masagetler Heredotus'a göre muhtemelen İskitlerden değildi. M.Ö. 530 yılında Kirus seferi vesilesi ile daha iyi bilinen bu Masagetler Kraliçe Tomyris kumandasında, Pers ordusunu mağlup ederek Kirus'un ölümüne sebebiyet vermişlerdi. Strabon ise Kirus'un savaşmış olduğu Masaget Terin büyük bir göçebe halk olduğunu veya konfedarasyon olduğunu onlardan bir kısmının dağlarda, bir kısmının ovalarda, bir kısmının da bataklık ve adalarda yaşadıklarım anlatmaktadır. Grek kaynaklan onların balık yakaladıklarım belirtirken, bunlardan bir kabile olan Apasiakaileri'de vaktiyle Tomaschek "Apa-saka" yani "su sakai'leri" şeklinde yorumlamıştır. Bunlardanda açıkça görülüyorki Masagetler balıkçı ve toplayıcı iptidai bir Batı-Asya kavmi idi.

Masagetler ile Ta Yüeh-Chih'lerin aym olduğunu kabul eden Haskins, bu konfederasyonun bir tür Hind. Avrupa dili konuştuğunu ancak M. Ö. VI-V. yüzyıllarda bir İran dilinin konuşulup konuşulmadığının belli olmadığım kaydetmektedir, Masaget konfederasyonu batıda bulunuyordu ve bir dereceye kadar daha önce olmakla beraber doğudaki Hsiung-nu devletiyle paralellik arzediyordu.

Kaynaklardan anlaşıldığına göre Masagetler ancak İskender'in istilasından sonra bir birlik teşkil edebilmişlerdir. Çünkü, İskender'in M.Ö takriben 328 yılındaki seferinde ona başarıyla karşı koyabilmişlerdir. Netice itibariyle Haskins'e göre, Pers kralı Kirus M.Ö. 530/528 deki ölümünden, Bactria Grek Krallığının düşüşü (tahminen M.Ö. 130) ne kadar Batı Türkistandaki en güçlü birlik Masaget konfederasyonu olup, Yüeh-ChihTer doğu kolunu, Sarmatae olarak bilinen kavimler ise batı kolunu teşkil etmekte idiler.

KAYNAK: Doç. Dr. Salim CÖHÇE, Türk Tarihine Giriş, ELAZIĞ 1995, ÇagOfset Matbacılık, s. 53-54

Sakala

M.Ö. VIII. asırda Tanrı dağlarından Hazar denizine kadar uzanan bölgede yaşayan Türkistan'ın atlı göçebe kavimleri, aym yüzyılın ortalarından itibaren Kimmerleri yerlerinden kovarak Tuna boylarına kadar olan Karadeniz'in kuzeyindeki sahaları ele geçirmişlerdir. Yunan kaynakları bu kavimlerden Yayık ile Tuna nehri arasında yaşayanları Skit/îskit umumi adıyla anmışlardır. İran kaynakları, yine bu kavimlerden olan ve Türkistan da yaşayan kısmına Saka adım vermişlerdir.

Sakalar'ın Türklüğü konusu açıklık kazanmamakla birlikte mevcut bilgiler değerlendirildiğinde bunların en azından idareci zümresinin Türk olduğu anlaşılmaktadır. Daha çok konfederasyon şeklinde teşkilatlanmış olan Saka toplulukları arasında sıkı bir bağ yoktu. Yani siyasi organizasyonları oldukça gevşekti ve ancak güçlü liderlere sahip oldukları dönemlerde komşu kavimlerle çetin mücadelelere girişebiliyorlardı. Bu mücadelelerden en önemlisi İranlılar'ın Afrasyab adı verdikleri Alp Er-Tunga ile İran şahı Kirus (Keyhüsrev) arasında geçmiştir. Uzun süren bu savaşlar, daha sonra ünlü İran destanı Şehname'ye konu olmuştur. Alp Er-Tunga bu mücadeleler sırasında İranlılar tarafından öldürülmüştür. Büyük Türk hakanının ölümü Türk kavimlerini yasa boğmuştur. Alp Er Tunga'nın acısı asırlarca unutulmayarak duygulu bir ağıt vasıtasıyla XI. yüzyıla kadar Türk kavimleri arasında terennüm edilmiştir.

Çin kaynaklarında ilk defa Sai ve SaiWangadıyla anılan Sakalar'ın İranla olan mücadelesi sadece doğuda değil zaman zaman batıda da cereyan etmiştir. Zamamn en büyük ordusunun başında harekete geçen İran Pers İmparatoraDarius,İstanbul boğazım geçtikten sonra Balkanlar'dan kuzeye doğru yönelmiş ve gemilerle Tunayı geçerek İskit ülkesine girmiştir. İskitler Türk savaş taktiği gereğince önce Pers ordusunu yıpratmış ve daha sonrada geri dönmeye çalışan Perslere ağır darbeler vurmuşlardır.

İskitler MÖILyüzyıldan itibaren doğudan Sarmatlarm batıdan da Gotlarm baskılarına dayanamayarak yavaş yavaş tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Onların Türkistan'da oturan ve Saka adıyla amlan bölümü ise aynı yüzyılın içinde Büyük Hun Hükümdarı Mao-tunun yerlerinden ettiği Yüeh-Chih'lerin saldırısına uğramış ve yerlerini terketmişlerdir. Bunlardan bir kısmı Hindistan istikametine giderken diğer bir kısımda WusunTarakarışarak tarih sahnesinden çekilmişlerdir.

KAYNAK: Doç. Dr. Salim CÖHÇE, Türk Tarihine Giriş, ELAZIĞ 1995, ÇagOfset Matbacılık, s. 51-53

Orta Asya Türk Tarihinin Çince Kaynakları

Hiçbir erkek çok fazla konuşmaktan hoşlanmaz. Ona her detayı en ince ayrıntısına kadar anlattığınızda ilişkinizin daha sağlam olacağını düşünmeyin. Sizi merak etmesine izin verin ve fazla detay vermeyin!

Sürekli iletişimde olmak
Telefonu elinden düşürmesine izin vermeden onu mesaj yağmuruna tutmak ya da dakika başı aramak, size daha fazla bağlanmasını sağlamaz. Aksine konuşacak bir konu kalmaz ve bu durumda da kavgalar fazlalaşır. Hem kendinizin hem de onun nefes almasına izin verin!

Her şeyini karıştırmak ve dedektiflik duygusu!
Ona ait özel eşyaları; bilgisayar, telefon, çanta, dolap, evindeki küçük kutu… Her şeye karışmayın ve onun açığını yakalamaya çalışmayın. Bu ilişkinizi çıkmaza sokacağı gibi sizi de obsesif bir kişiliğe sürükleyecektir. Bırakın sizin özeliniz size, onun ki ona kalsın!

Değiştirmek için çabalamak!
Artık öğrenemediniz mi? Bir insan 7’sinde ne ise 70’inde de o olur. Kimseyi değiştiremezsiniz. Hoşunuza gitmeyen davranışlarını değiştirmeyi denemek yerine onunla konuşun. Çünkü erkekler onu değiştirmeye çalışan kadınlardan ışık hızıyla soğurlar. Bunu asla yapmayın!

Kendini unutmak!
Tüm hayatınızı onun üzerine kurduğunuzda size daha bağlı olduğunu sanmayın! Aksine unutulmuş bir kişilik erkeğe silik bir insanı hatırlatır. Silik insanlarla da kimse beraber olmak istemez. Siz kendi kişiliğinizden ve siz olduğunuzu belirleyen özelliklerinizden asla bir başkası için vazgeçmeyin! Kendi hobileriniz, kurallarınız, arkadaşlarınız ve kararlarınız olduğunda size daha fazla saygı duyacağından şüpheniz olmasın.

Onun hayatını kısıtlamak!
Sevdiği şeyleri yapmasına karışmak, arkadaşlarıyla geçirdiği vakti kısıtlamak, onu kendinizden soğutmak için yapacağınız bir diğer hareket! Onunla meşgul olmak yerine kendisine plan yaptığında siz de kendi zevk aldığınız şeylere vakit ayırmayı deneyin. Böylece ikiniz de “özgür alanlar” yaratarak ilişkinin daha sağlam ve uzun sürmesini sağlayabilirsiniz.

21 Nisan 2016 Perşembe

Korfu Seferi

Venedik Cumhuriyet'nin Papa'nın da teşvıkile Osmanlı Devletiriyakarca davranması ve hıristiyan ittifakı dahil olması üzerine harekete geçildi. Osmanlı Donanması'na Kaptan-ı Derya Barboros Hayreddin Paşa kara ordusuna da ikinci vezir Lütfi Paşa kumanda ediyordu 17 Mayıs 1537'de İstanbul'dan yola çıkan Kanuni SultanSüleyman Han'ın bu seferinde hedef Adriyatik ve İtalya idi.13 Temmuz'da Avlonya'ya gelen padişah: Adriyatik'teki askerlere yardım edip,Venedikliler'in tahriki ile çıkan Delvine ve havalisindeki isyanları bastırttı. Osmanlı Donanması İtalya sahillerini abluka altına aldı. Haçlılar'ın büyük amirali ve Akdenizkıyısındaki Müslüman ahali ile denizcileri rahatsız eden Andrea Dora bütün aramalara rağmen Osmanlı Kaptan-ı Deryası Barboros Hayreddin Paşa'nın karşısına çıkmadı. Korfu Adası'nı kalesini kuşattıran Sultan Avlonya'da bulunuyordu. Sultan Süleyman Han, mevsim şartları yüzünden 6 Eylül 1537'de kuşatmayı kadırttı. 15 Eylül'de İstanbul'a hareket eden padişah, kara ve  deniz harekatının devamını emr etti. Kaptan-ı Derya Barboros Hayreddin Paşa, Venedikliler'e ait Şira, Patmos, Naksos adalarını
fethetti.