Osmanlı sofraları etli ya da zeytinyağlı sebze yemeklerinde inanılmaz bir zenginlik taşır.
Başta fasulye türleri gelir ardından 40 türlü yemeğiyle patlıcan. Arkası saymakla bitmez. Domates biber lahana patates bakla kabak ebegümeci enginar havuç ıspanak karnabahar kereviz kuşkonmaz semizotu mûlukiye yer elması pırasa. Başka unuttuklarım da olabilir.
Kuru sebzeler ise bakla bamya barbunya kuru fasulye mercimek nohut bezelyedir.
Bu yemeklerin etli ve sıcakları sırada öndedir zeytinyağlılar arkada. Mutfağın tel dolabında sırasını bekler.
14 Nisan 2016 Perşembe
Osmanlı Kültüründe Hamur İşleri
Tükenmez bir konu olan Osmanlı mutfağının hamur işleri börekler ve hamur tatlıları olarak ikiye ayrılır. Börekler sıcak yemektir genelde. Fırında yapılır ya da tavada pişirilir. Hamur arasına konulan malzeme ise kıyma çeşitli peynirler ve ıspanaktır. Ramazan sofralarının vazgeçilmez yiyeceklerinden biridir börekler. O zamanlar börek yufkaları da evlerde yapılıyordu. Oklava ile açılan hamurlarla. Evin özel ekmek fırını yoksa tepsiler üstü örtülü olarak çarşı fırınına gönderilirdi. Bu böreklerin adı tepsi böreğiydi.
Tava böreklerinin en güzeli sigara böreğiydi. İçi kaşar peyniri rendesiyle doldurulan sigara börekleri kızartılır içkili sofraların pek hoşuna giderdi.
Genelde peynir ıspanak kıyma sütle yapılan börekler bazen tek yemek olarak bile (ama yanında mutlaka ayranla) o sofraların doyurucu yemeği oluyordu.
Hoşaf da özellikle ramazanın sahur yemeklerinde sofraya gelirdi. Ya da tükenmez adlı meyve sularından evde yapılan o harika içecekle yenirdi.
Tava böreklerinin en güzeli sigara böreğiydi. İçi kaşar peyniri rendesiyle doldurulan sigara börekleri kızartılır içkili sofraların pek hoşuna giderdi.
Genelde peynir ıspanak kıyma sütle yapılan börekler bazen tek yemek olarak bile (ama yanında mutlaka ayranla) o sofraların doyurucu yemeği oluyordu.
Hoşaf da özellikle ramazanın sahur yemeklerinde sofraya gelirdi. Ya da tükenmez adlı meyve sularından evde yapılan o harika içecekle yenirdi.
Osmanlı Mutfağında Helvalar
Temel malzemeleri un ya da irmik yağ şeker süt kaymaktır.
Doğumlarda ölümlerde askere giderken hac dönüşünde okula başlayan çocuklar için yeni bir eve sahip olunca okul bitince yağmur dualarında kuzunun sütten kesilme günü olan “yoğurt bayramı”nda “çiğdem düğünü”nde (ilk çiğdemin görüldüğü gün) Osmanlı evlerinde kesinlikle çeşitli helvalardan biri yapılır ve eşe dosta dağıtılır.
Doğumlarda ölümlerde askere giderken hac dönüşünde okula başlayan çocuklar için yeni bir eve sahip olunca okul bitince yağmur dualarında kuzunun sütten kesilme günü olan “yoğurt bayramı”nda “çiğdem düğünü”nde (ilk çiğdemin görüldüğü gün) Osmanlı evlerinde kesinlikle çeşitli helvalardan biri yapılır ve eşe dosta dağıtılır.
Osmanlı Kültüründe Ramazan Sofraları
Türkler arasında 11 ayın bir sultanı diye anılan Ramazan ayının kendine özgü pek çok töresi vardır. Biz burada sadece bu törenin sofrasından söz edebileceğiz.
Ramazan günlerinde de sofraların her gün iki türlüsü kuruluyor. Bir iftar sofrası. Öbürü sahur sofrası.
İftar sofrası saati belli olan ve akşam saatlerinde açılan sofradır. Genelde oruç açma zamanını ve sofraya daveti şehirlerde ve kasabalarda toplar patlatarak haber verirlerdi insanlara.
Top sesini duyanlar aile sofralarının töresine uyarak yerlerine otururlar ve oruç açarlardı. Yani bütün günü hiçbir şey yemeden geçirenler oruç bozarlardı. Ya birkaç yudum suyla. Ya bir zeytinle.
Ramazan sofralarının ilki olan iftar sofrası iki aşamalıdır. Birinci aşama “İftariye” denilen ilk fasıl ikincisi de yemeklerin yendiği ikinci fasıl.
İftariye açlığın verdiği hızla yemeklerin üstüne atılmayı önlemek üzere tertiplenmiş çerez sofrasıdır bir anlamda. Küçük tabaklarda ve sahanlarda reçeller peynirler zeytinler ve benzeri yiyeceklerden teker teker alınır. Bunların yanında fırınlardan yeni çıkmış pideler vardır.
İftar sofrası bittikten sonra bir anda kaldırılır. O sıra akşam namazının okunma sırasıdır. İsteyenler ezanla gelen sese uyarak akşam namazını kılar. Sonra yeniden hazırlanmış olan sofranın başına oturulur. Çorbadan sonra araya giren yemek normal sofralarda pek olmayan yumurtalı pastırmadır. Yalnız pastırma da olabilir. Bu pastırmanın pişiriminde bazı özellikler vardır. Soğanlı pişmesi gibi.
Saray sofralarında hemen her ramazan günü var olan pastırma evlerde her gün olur muydu bilemiyorum.
Sonra gelen yemekler etle başlar ve genel olarak güllaçla biter.
Belli saatlerde yenen sahur yemeği ikinci ve orucu karşılama yemeğidir. Sabaha karşı yenir. Bu yemeğin misafiri olmaz. Ev halkı arasında yenir. Gündüz insanı susatmayacak ama tok tutacak yemekler yapılır. Sahur sofrasında mutlaka hoşaf olur. Pilav makarna börek türleri bu yemeğin tutucu yemekleridir.
Hıdırellez gibi bayram günleri gibi ailede ölüm ayı gibi düğünler sünnetler gibi sayılı özel günlerde bazılarının özel bir yemeği vardır o da pişirilir. Ama her zamanki yemek listelerinden seçmeler yapılır. Özel gün yemekleri ve tatlıları içinde dikkati çeken en önemli yemek helvadır.
Doğum ölüm gurbetten gelme gurbete gitme sünnet hastalıktan kurtulma gibi pek çok olayda… ya bir kazanç ve hoşluk sonnuda ya da bir kayıp ve keder nedeniyle Osmanlı evlerinde mutlaka helva pişer ve eşe dosta ya helva dağıtılır ya da helvaya davet edilirdi.
Neden helva? Bunu bilemiyorum. Ama bu törenlerin baş oyuncusu bakıyorum her zaman HELVA.
Osmanlı İmparatorluğuna ilk İngiliz büyük elçisi olarak gelen Sir Edward Burton’un İstanbul’da şerefine verilen ilk ziyafetin raporunda Kraliçeye yazdıkları için şunlar da var:
-Yaklaşık yüz türlü yemek saymış.
-Gül şerbetinin nefis lezzetini unutamıyormuş.
-Yemek bitince ellerini buhur suyu denilen içinde öd ağacı misk sandalağacı ve çiçek suyu bulunan çok güzel kokulu bir suyla yıkamışlar.
Bir de: Her padişah her ramazanda her on yeniçeriye bir büyük tepsi olmak üzere baklava yaptırıyor. Her tepsiyi iki yeniçeri saraydan alarak yeniçeri ocağına getiriyor. Ertesi gün bu gümüş tepsiler ve üstüne örtülen futalar saraya gönderiliyor.
Yeniçeriler yönetimden memnunsalar tepsilerdeki baklavaları kabul ediyorlar ve bitiriyorlar. Ama memnun değilseler baklavalar olduğu gibi geri gönderiliyor. İşte böyle efendim.
Ramazan günlerinde de sofraların her gün iki türlüsü kuruluyor. Bir iftar sofrası. Öbürü sahur sofrası.
İftar sofrası saati belli olan ve akşam saatlerinde açılan sofradır. Genelde oruç açma zamanını ve sofraya daveti şehirlerde ve kasabalarda toplar patlatarak haber verirlerdi insanlara.
Top sesini duyanlar aile sofralarının töresine uyarak yerlerine otururlar ve oruç açarlardı. Yani bütün günü hiçbir şey yemeden geçirenler oruç bozarlardı. Ya birkaç yudum suyla. Ya bir zeytinle.
Ramazan sofralarının ilki olan iftar sofrası iki aşamalıdır. Birinci aşama “İftariye” denilen ilk fasıl ikincisi de yemeklerin yendiği ikinci fasıl.
İftariye açlığın verdiği hızla yemeklerin üstüne atılmayı önlemek üzere tertiplenmiş çerez sofrasıdır bir anlamda. Küçük tabaklarda ve sahanlarda reçeller peynirler zeytinler ve benzeri yiyeceklerden teker teker alınır. Bunların yanında fırınlardan yeni çıkmış pideler vardır.
İftar sofrası bittikten sonra bir anda kaldırılır. O sıra akşam namazının okunma sırasıdır. İsteyenler ezanla gelen sese uyarak akşam namazını kılar. Sonra yeniden hazırlanmış olan sofranın başına oturulur. Çorbadan sonra araya giren yemek normal sofralarda pek olmayan yumurtalı pastırmadır. Yalnız pastırma da olabilir. Bu pastırmanın pişiriminde bazı özellikler vardır. Soğanlı pişmesi gibi.
Saray sofralarında hemen her ramazan günü var olan pastırma evlerde her gün olur muydu bilemiyorum.
Sonra gelen yemekler etle başlar ve genel olarak güllaçla biter.
Belli saatlerde yenen sahur yemeği ikinci ve orucu karşılama yemeğidir. Sabaha karşı yenir. Bu yemeğin misafiri olmaz. Ev halkı arasında yenir. Gündüz insanı susatmayacak ama tok tutacak yemekler yapılır. Sahur sofrasında mutlaka hoşaf olur. Pilav makarna börek türleri bu yemeğin tutucu yemekleridir.
Hıdırellez gibi bayram günleri gibi ailede ölüm ayı gibi düğünler sünnetler gibi sayılı özel günlerde bazılarının özel bir yemeği vardır o da pişirilir. Ama her zamanki yemek listelerinden seçmeler yapılır. Özel gün yemekleri ve tatlıları içinde dikkati çeken en önemli yemek helvadır.
Doğum ölüm gurbetten gelme gurbete gitme sünnet hastalıktan kurtulma gibi pek çok olayda… ya bir kazanç ve hoşluk sonnuda ya da bir kayıp ve keder nedeniyle Osmanlı evlerinde mutlaka helva pişer ve eşe dosta ya helva dağıtılır ya da helvaya davet edilirdi.
Neden helva? Bunu bilemiyorum. Ama bu törenlerin baş oyuncusu bakıyorum her zaman HELVA.
Osmanlı İmparatorluğuna ilk İngiliz büyük elçisi olarak gelen Sir Edward Burton’un İstanbul’da şerefine verilen ilk ziyafetin raporunda Kraliçeye yazdıkları için şunlar da var:
-Yaklaşık yüz türlü yemek saymış.
-Gül şerbetinin nefis lezzetini unutamıyormuş.
-Yemek bitince ellerini buhur suyu denilen içinde öd ağacı misk sandalağacı ve çiçek suyu bulunan çok güzel kokulu bir suyla yıkamışlar.
Bir de: Her padişah her ramazanda her on yeniçeriye bir büyük tepsi olmak üzere baklava yaptırıyor. Her tepsiyi iki yeniçeri saraydan alarak yeniçeri ocağına getiriyor. Ertesi gün bu gümüş tepsiler ve üstüne örtülen futalar saraya gönderiliyor.
Yeniçeriler yönetimden memnunsalar tepsilerdeki baklavaları kabul ediyorlar ve bitiriyorlar. Ama memnun değilseler baklavalar olduğu gibi geri gönderiliyor. İşte böyle efendim.
Antik Dönem Tarih Yazarları
AELİUS LAMPRİDİUS
Diocletianus zamanında yaşamış Latin tarihçilerinden biri olan Aelius Lampridius, daha sonraları Historia Augusta ismi altında toplanan imparator biyografilerinin altı yazarından biridir.
AELİUS SPARTİANUS
Diocletianus zamanında yaşamış bir Latin tarihçisi olan Aelius Spartianus, daha sonraları Historia Augusta ismi altında toplanan imparator biyografilerinin bazılarını yazdı. Ayrıca Aelius Spartianus, Hadrianus, Septimus Severus, Caracalla ve Geta'nın hayatını yazdı.
AFRİCANUS, SEXTUS IULİUS (M.S. 180 -250)
Hazırladığı evrensel kronolojiyle tanınan bir Hıristiyan tarihçi olan Africanus'un hayatı üzerine yeterli bilgi bulunmamaktadır. İmparator Severus Alexander'in koruması altına girdikten sonra, elçi olarak Roma'ya gönderildi (222). En büyük yapıtı olan Chronographia (221), Africanus'un M.Ö. 5499'da başladığını varsaydığı yaradılıştan M.S. 221'e değin geçen dönemdeki dinsel ve din dışı olayların tarihini ele alan 5 ciltlik bir incelemedir.
Africanus hesaplamalarında temel olarak İncil'i kaynaklamış, Mısır ve Kalde kronolojilerini, Yunan mitolojisini ve Yahudi tarihini Hıristiyanlıkla birleştirerek eşzamanlı hale getirmiştir. Bu yapıtıyla erken Hıristiyanlığı bir tarihsel çerçeveye oturtarak saygınlığını arttırmıştır.
AMMİANUS MARCELLİNUS (M.S. 330 - 395)
Romalı son büyük tarihçi olan Ammianus'un yapıtları, Roma İmparatorluğunun son dönem tarihini 378'e değin getirir. Roma'da Nerva'nın tahta çıkışından Valens'in ölümüne değin Roma tarihini kaleme aldı ve bu Latince yapıtıyla Tacitus'un yapıtını sürdürdü. Rerum Gestarum Libri (Olayların Tarihi) adlı yapıt, 31 kitaptan oluşur. Ama yalnızca 357 - 378 arasını kapsayan 18 kitabı günümüze ulaşmıştır. Yapıt, olayların asker nitelikleri taşıyan çok okumuş bir yazarın kalemiyle çok açık, ayrıntılı, yansız bir anlatımdır.
Roma tarihi, artık Roma kentinin tarihi olmaktan çıkmıştır; batıdan doğuya imparatorluk politikasının bütün cephelerini kapsar. kendi deneyimlerinden yararlanan Ammianus, imparatorluğun ekonomik ve toplumsal sorunlarını içeren canlı tablolar çizer. Döneminin düşünsel eğilimlerini yansız bir tutumla dile getirir. Son dönem Roma tarihçilerinin bilinen tekniklerini kullanmıştır: Söylevlerde belagat; örneğin Hun kültürünü betimlerken başvurduğu uzun etnografik anlatımlar; karakter betimlemelerinde alışılmış biyografik kalıplar ve bol süsleme.
APPİNAOS, İSKENDERİYELİ (M.S. II. y.y.)
Yunanlı bir tarihçi olan Appianos, Cumhuriyet döneminden M.S. II. yüzyıla değin gerçekleştirilen Roma fetihlerini yazmıştır. Appianos, bugün kayıp olan otobiyografisinin yanı sıra, Yunanca Romaika (Roam Tarihi). Yirmi dört kitaptan oluşan bu yapıt, Romalıların fethettiği halklara (ve bunların yöneticilerine) göre düzenlenmiş etnografik bir sıra izlemekteydi.
Appianos'un kullandığı dil artık klasik sayılmayan bir Yunancaydı. yetenekli bir tarihçi olmamakla birlikte, önceki kaynaklardan aktardığı bir çok değerli bilginin korunmasına yardımcı olmuştur. Tiberius Gracchus (M.Ö. 133'te tribunus) ile Sulla (ö. M.Ö. 78) arasındaki dönemi ele alan, iç savaşlar hakkındaki ilk kitabı önemli bir tarih kaynağıdır.
ARİSTEAS, PROKONNESOSLU (M.Ö. VI. y.y.)
Yunan tarihçisi ve şairi olan Aristeas'dan günümüze Arimaspoi üstüne yazdığı şiirden yalnız birkaç mısra kalmıştır.
ARİSTOBULOS KASSANDREİALI
Yunan tarihçisi. İskender'in seferine katıldı ve bu seferin tarihini yazdı; bu tarih bugün kayıptır. Arrianos bu eserden geniş ölçüde esinlenmiştir.
ARRHİANOS [Lat. Flavius Arrianus] (d. M.S.105)
Yunan tarihçisi ve filozofu. Nikomedeia'da doğdu. Epiktetos'dan felsefe eğitimi aldı ve onun çömezi oldu. Hocası için Diatribai Epiktetu'yu (Epiktetos ile Görüşmeler) ve Engkheiridion'u (Elkitabı) kaleme aldı. Bunlar, Stoacılık üzerine yazılmış eserlerin en önemlileridir. Büyük askeri hizmetleri karşılığında Roma yurttaşlığına alındı. Hadrianus, Kappadokia'nın yönetimini ona verdi.
Arrhianos, Alanlar'a Karşı Seferberlik Planı'nı yazdı. önleyici tedbirler koymak amacıyla Karadeniz çevresinde düzenlenen bir keşif gezisine katıldı. Dönüşünde, Periplus Pontu Eukseinu'yu (Karadeniz'de Keşif Gezisi) yazdı. Bu ilgi çekici eserin gerçeğe uygunluğu şüphelidir. hayatının sonuna doru Nikomedeia'da Anabasis Aleksandru'dan başka (İskenderin Seferi), askeri tabıya ile ilgili bir eser ve Hindistan gezisi üzerine bir kitap (İndike) yazdı.
ATHENODOROS
Stoacı yunan filozofu ve tarihçi. Tarsos'da doğdu. Filozof Athenodoros'un çağdaşı, Uticalı Cato'nun dostu. Octavianus'un öğretmeni, sonra danışmanı oldu. Tarsos'un tarihini yazdı.
AURELİUS VİCTOR
Latin Tarihçisi. Afrika'da doğdu. 360'da Augustus'dan Julianus'a kadar olan imparatorların kısa tarihini De Caesaribus (İmparatorlar Üstüne) adlı kitabında anlattı. Bu eserden başka bugün elimizde şu iki incelemesi vardır: Origo Gentis Romanae (Romalıların kökü), De Viris İllustribus (Ünlü Kişiler Üstüne). 400 yıllarına doğru, bu son iki incelemesi ile bir önceki eseri birleştirilerek bütün Roma tarihini kapsayan bir inceleme meydana getirildi.
CAELİUS ANTİPATER
Romalı tarihçi. Gracchus'ların çağdaşı. ikinci Pön savaşının tarihini yazdı.
CASSİUS SEVERUS LONGULANUS (ö. M.S. 33)
Romalı tarihçi ve yergi yazarı. Patricilerin çok çekindiği bir adamdı. Augustus onu Girit adasına, Tiberius'da Seriphos adasına sürdü; Cassius orada yoksulluk içinde ölmüştür. Eserlerinden hiç bir şey kalmadı.
CORNELİUS NEPOR (M.Ö. 99'a doğru ? - M.Ö. 24' e doğru)
Latin tarihçisi. Önce şiir, sonra tarih eserleri yazdı; Chronica (Tarih), Exempla (Seçmeler), Cicero'nun Hayatı ve günümüze yalnız bir bölümü ulaşan De Excellentibus Ducibus (İki Seçkin Önder Üstüne). Ayrıca De Historicis Latinis'ten (Latin Tarihi Üstüne), Cato'nun Atticus'un hayatı, bir de Cornelia'nın oğullarına yazdığı iki mektubu kaldı. Bir derleyici ve halk yazarı olan Cornelius doğru düşünen bir kimseydi, okuyucuya hayat hikayeleri yoluyla eğitici örnekler vermek isterdi.
CORNELİUS SİSENNA (M.Ö. 120'ye doğru - 67)
Romalı tarihci ve hatip. "Miletos Masalları" ile, özellikle sosyal savaşı ve Sulla zamanını anlatan Historiae (Tarihler) adlı eserleri yazdı. bunlardan yalnız küçük parçalar kalmıştır.
DAMASTES, SİGEİONLU (d. M.Ö. 400)
Yunan tarihçisi. Tarih, coğrafya ve soy ağacı ile ilgili yazıları vardır; bunlardan bugüne, ancak bazı parçalar kaldı.
DEKSİPPOS (M.S. 210 - 270) [lat. Publius Herennius Dexippus]
Romalı tarihçi ve Atinalı devlet adamı. Atinalı büyük Kerykes ailesinden olan Deksippos, III. yüzyıl ortalarının tarihi konusundaki başlıca uzmanlardan biridir. İstanbul patriği Photios'un IX. yüzyılda yazdığı Bibliotheca adlı ansiklopedisinde üç büyük yapıtın yazarı olarak Deksippos'dan söz edilir.
Bunlar Büyük İskender'in ardılları üstüne dört ciltlik bir tarih, 238'den sonra Roma'nın Gotlara karşı mücadelesinin tarihi; Skythika (İskit destanı) ve 270'e değin gelen tarihsel olayların sırayla kaydedildiği 12 ciltlik bir vakayinamedir (Khronika). Bu kitaplardan hiç biri günümüze ulaşmamışsa da daha sonraki tarihçilerin derlemelerinde onlardan alınmış bir çok bölüm bulunmaktadır.
DEMOKRİTOS (M.Ö. veya M.S. I. y.y.)
Yunan tarihçisi. Yazdığı iki eserde kayıptır. Bunlar; Taktika en Biblios (Bir Orduyu savaş Düzenine Sokma Sanatı) ve Yahudi aleyhtarı bir eser olan Peri İudaion (Yahudiler Üstüne).
DİO CASSİUS (M.S. 150 -235)
Romalı tarihçi ve yönetici. Yunanca yazdığı Roma tarihi Romaika, cumhuriyetin son yılları ile imparatorluğun ilk yıllarına ilişkin en önemli kaynaklardan biridir. Seksen kitaptan oluşan Romaika, Aieneas'ın İtalya'ya ayak basmasıyla başlar ve Aleksander Severus'un hükümdarlığı (222 - 235) döneminde sona erer.
Bu yapıtın büyük bölümü daha sonra VII. konstantinos Porphyrogennotos, VIII. İoannes Ksiphilinos ve İoannes Zonaras'ın yapıtlarında yer almıştır. Dili konuyla uyumlu ve yapmacılıktan uzaktır. Romaika sıradan bir derleme düzeyini çok aşmasına karşın tarafsızlığı, yargıları ya da eleştirel yaklaşımı bakımından çok başarılı değildir.
DİODOROS SİKELİOTES (M.Ö. I. yüzyıl)
Yunan tarihçisi. Sezar ve Augustus çağlarında yaşamış olan Diodoros, büyük seyahatlere çıktı (özellikle Mısır'a) ve uzun süre Roma'da yaşadı. Önemli bölümleri bugüne kalan Bibliotheke Historike (Tarih Kitaplığı) adlı yapıtı yazdı. Kırk kitaptan oluşan yapıt üç bölüme ayrılmıştır. İlk bölümde Yunanlı öteki kabilelerin Troia'nın yıkılmasından önceki efsanevi tarihi işlenir; ikinci bölüm Büyük İskender'in ölümüyle sona erer; üçüncü bölüm ise Galya savaşının başlangıcına değin gelir.
Bu tarihsel dönemi kesintisiz işleyen öteki tarih yapıtlarından hiç biri günümüze ulaşamadığı için bu yapıt büyük değer taşır. Diodoros, kendinden önce gelen bütün yunanlı ve romalı tarihçilerden yararlandı. Yapıtta, yazarın dayandığı kaynaklar her zaman belirtilmemiştir; ama kırk kitaptan günümüze ulaşanlarda Yunan tarihine ilişkin bilgilerin en önemli kaynakları Ephoros (M.Ö. 480 - 340 dönemi için) ile Kardialı Hieronymos'tur (M.Ö. 323 302 dönemi için). Dili açık ve kolay anlaşılır olmakla beraber tenkitçi görüşten uzak ve düzensiz bir üslubu vardır.
DİONYSİOS, HALİKARNASSOSLU (ö. M.Ö. 8'e doğru)
Yunan tarihçisi ve hitabet hocası. M.Ö. 29 yılına doğru Roma'ya gitti ve orada belagat öğretmenliği yapan Dionysios, kuruluşundan birinci Kartaca savaşına kadar Roma tarihini kapsayan 20 ciltlik En önemli eseri olan Antiquitates Romanae'i (Romanın Eski Tarihi) yazdı.
Roma tarihiyle ilgili bir derleme olan bu eserde Dionysios, Roma tarihini ele alır ve Roma kurumlarıyla Yunan kurumlarını karşılaştırır. Roma yanlısı bir bakış açısıyla yazılmış olmakla birlikte, titiz bir araştırmanın ürünüdür. tarih kuramlarının vakayiname üslubuna bir uyarlaması olan bu yapıt, Livius'un yapıtıyla birlikte erken dönem Roma tarihine ışık tutan en değerli kaynaklar arasında sayılır.
Günümüze 20 kitabından yalnızca 10'u ulaşmıştır. Aynı yazarın söz sanatı ve edebi tenkitle ilgili eserleri vardır: Rhetorikai Prognateiai (Belagat Patriği); Peri Mimeseos (Taklit Sanatı); Periton Arkhaion Rhetoron Hypmnenatisma (Eski Belagatçılar Üstüne Araştırmalar); Epistole Pros Ammaion Prote (Ammaios'a birinci mektup); Epistole Pros Ammaion Deutera (Ammaios'a İkinci Mektup); Domosthenous Deinotetos (Demosthenos'un Belagat sanatında Gösterdiği Ustalık). Ayrıca, Peri Sunteseos Onomaton (Söz Dizimi Üzerine) adlı eseri, eski Hatipler üzerine ve sözcük düzeni ile ses uyumu ilkeleri konusunda günümüze kalmış tek klasik çalışmadır.
DİONYSİOS, MİLETOSLU (M.Ö. V. y.y.'ın sonu)
Yunan tarihçisi. Eserlerinden bazı parçalar kalmıştır: "Pers Tarihi" ve "Darius tarihi".
DİYLLOS, ATİNALI (M.Ö. III. y.y.'ın başı)
Yunan tarihçisi. Ephoros'un başlattığı işe devam etti. 357'den 296'ya kadar Yunanistan ve Makedonya tarihlerini yazdı. eserlerinden günümüze ancak bazı parçalar kaldı.
DURİS, SAMOSLU (M.Ö. 340'a doğru - 260'a doğru)
Yunan tarihçisi. Atina'da Theopharastos'un öğrencisi idi; Samos'a döndükten sonra tiran oldu. Tarih çalışmalarından bugüne sadece birkaç parça kaldı.
EPHOROS (M.Ö. 405 - 330)
Yunan tarihçisi. Kyme'de doğan Ephoros, ilk dünya tarihinin (Historia) yazarıdır. 30 kitaptan meydana gelen eser eksik ve yanlış bilgiler de vermiş olmasına karşın, ilkçağda saygın bir yer kazandı. Historia, 30. kitabı yazan oğlu Demophilos tarafından tamamlanmıştır. Yapıt Peloponnesos'a dönüşüyle başlar ve Makedonyalı II. Philippos'un Perinthos'u kuşatmasıyla (M.Ö. 340) biter.
Yapıtını kitaplara ayıran ilk tarihçi olan Ephoros, her kitap için ayrı bir önsöz yazmış ve elindeki malzemeyi tarih sırasıyla incelemek yerine çeşitli başlıklar altında toplamıştır. Ephoros, her zaman olmasa da, çoğu kez mitos ile tarihsel gerçekliği birbirinden ayırır ve çok eski tarihlere dayanan bilgilerin kuşkuyla karşılanması gerektiğine inanır.
Tarihçi Diodoros Sikeliotes, Bibliotheke Historike'yi (Tarih Kitapçığı) yazarken Ephoros'un yapıtlarından yararlanmış, ama Ephoros'un yazdıklarını vakayiname biçimine sokmaya çalışınca zaman dizimsel yanlışlar yapmıştır. Polybios ise Ephoros'un deniz savaşları üzerine yazdıklarına değer vermekle birlikte, kara savaşları üzerine yazdıklarını küçümser. Ephoras'a biri keşifler, öbürü Kyme'nin tarihi ve eski uygarlığı üzerine iki inceleme ile üslup üzerine bir denemeyi içeren birkaç yapıt daha atfedilmiştir.
FABİUS PİCTOR,QUİNTUS (y. M.Ö. 200)
Romalı tarihçi. yapıtlarını düzyazıyla yazan ilk Romalı tarihçilerden olan Fabius Pictor'un günümüze ulaşmamış olan tarih kitabında ilk dönemlerinden başlayarak Roma'nın gelişimini anlatır. yapıtını Yunanca yazmasının bir nedeni Yunanlılara Roma politikasının haklı gerçeklere dayandığını göstermek istemesidir. Daha sonraki tarihçilerden Polybios, Dionysios ve Titus Livius bu kitaptan yararlanmışlardır.
HEGESİPPOS, AZİZ (M.S. II. yüzyıl)
Yunanlı Hıristiyan tarihçi. Gnostisizm'e karşı yerleşik kilise öğretisini savunmuş olan Hegesippos'un bilinen tek yapıtı, Hıristiyanlığın ilk dönemlerindeki kilisenin örgütsel yapısı ile düşünsel çalkantıları üzerinde önemli bir kaynak oluşturan beş kitaplık anılarıdır. yaklaşık 180 yılında kaleme almış olduğu anıları tarihsel veriler, öğreti sorunları, polemikler ve inanç ilkeleri bakımından sonuç çıkarmaya elverişlidir. Anılarda, Papa Eleutherius'a (175 -189) Roma piskoposlarının bir kütüğü yer alır; ama bu sıralamada papalığa geçiş tarihlerinden çok öğretilere önem verilir.
HEKATAİOS, MİLETOSLU (M.Ö. VI. - V. yüzyıl)
Yunan yazarı. Pers istilası sırasında İonları Perslere karşı ayaklanmaktan vazgeçirmeye çalıştı. M.Ö. 494 yılında İonlar Perslerle anlaşma yapmak zorunda kalınca Pers satrabına gönderilen elçiler arasında yer aldı ve satrabı ikna ederekİonia kentlerinin yeniden eski yasal konumlarına kavuşmasını sağladı. Hekataios'un bilinen iki yapıtından biri olan Genelogiai (Soyağaçları) ya da öteki adıyla Historiai (Tarihçeler), Eski Yunanlıların gelenekleri ve mitolojileri üzerine sistemli biçimde bilgi vermektedir; ama bu yapıtın çok az bir bölümü günümüze ulaşmıştır.
Öte yandan Ges Periodos ya da öteki adıyla Periegesis (Dünya Turu) adlı yapıtından günümüze ulaşan parçaların sayısı 300'ü geçer. Bu yapıt biri Avrupa'yı, öteki Asya'yı (Mısır ve Kuzey Afrika'yla birlikte) kapsayan iki bölüm olarak yazılmıştır. Hekataios, Eski Yunan tarihçileri için hiçbir zaman çekiciliğini kaybetmeyen coğrafya ve etnografya alanlarında genellikle öncü olarak kabul edilir. M.Ö. V. yüzyılda yaşamış tarihçi Herodotos, Hekataios'un yapıtını geniş ölçüde kullanmış, ama adından yalnızca eleştirecek bir konu bulunduğunda söz etmiştir.
HELLANİKOS, LESBOSLU (M.Ö. V. yüzyıl)
Yunanlı tarihçi. yapıtlarıyla tarih yazarlığının gelişmesine önemli katkılarda bulunan Hellanikos'un yazdığı sanılan 30 kitabın yalnızca bazı bölümleri günümüze ulaşmıştır. Hiereiai tes Heras en Argei (Argos'daki Hera Tapınağının Rahibeleri) de bunlar arasındadır. Hellanikos, şairler aracılığıyla genel kabul görmüş öyküleri yinelemekle yetinmeyip bunları belirli yörelerde anımsadığı ve anlattığı biçimde aktarmayı denedi.
Çağdaş kayıtlara benzer bazı yönetici ya da rahip listelerini kullanarak, bilimsel kronolojinin temellerini atmaya çalıştı. Bunun için, kuşaktan kuşağa aktarılan bilgilerden değil, ağırlıklı olarak Argos'daki Hera tapınağı rahibelerinin dizininden, ayrıca Atina arkhon'larının listesinden ve Doğu'daki tarihlemelerden yararlandı. İlkçağ tarihçileri, yerleşmiş gelenekten çok ayrıldığı gerekçesiyle Hellanikos'u güvenilmez saydılar. Hellanikos, yazıtları sistematik biçimde kullanamadığı gibi, çağdaşı Herodotos'dan farklı olarak yöresel ve etnik farklılıkları aşan bütünlüklü bir tarihsel akış yöntemi de kuramadı.
HERODOTOS (M.Ö. 484 - 430/420)
Yunanlı tarihçi. Halikarnassos'un önde gelen ailelerinden birinden olduğu sanılan Herodotos,
HOMEROS (M.Ö. IX. ya da VIII. yüzyıl)
Eski Yunan dünyasının en büyük destanları İlyada ve Odysseia'nın yazarı olan Homeros'un yaşamına ilişkin hemen hemen hiç bir bilgi yoktur. bununla birlikte çoğu tarihçi Homeros'un M.Ö. IX. ya da VIII. yüzyılda yaşamış bir İon olduğu konusunda birleşmektedir. Büyük olasılıkla sözlü geleneğe dayanarak İlyada'yı kaleme almış ve en azından Odysseia'nın yazılmasında esin kaynağı olmuştur.
Eski yunanlılar bu destanları Helenistik birlik ve kahramanlığın simgeleri, ahlaki ve yol gösterici bir kaynak olarak kabul etmişlerdir. İlyada ve Odysseia Antik çağdan bu yana batı edebiyatını da derinden etkilemiş, modern dillere sayısız çevirileri yapılmıştır. Bu yapıtların asıl değeri, tanrılar ve kahramanlık serüvenleriyle ile ilgili yüceltici anlatımdan zaman zaman sıyrılarak derin insani duyguları da işleyen şiirsel dilinden gelir.
IUSTİNUS, MARCUS IUNİANUS (M.S. III. yüzyıl)
Iustinus, Pompeius Trogus'un kayıp Historia Philippicae (Philippos tarihleri) adlı yapıtını özetleyen Epitome (Özetler) adlı kitabı yazdı. temelde, Makedonya ve Hellenistik dönem krallıklarıyla Part tarihini anlatan yapıt ortaçağda sık sık başvurulan, günümüzde de Hellenistik dünyayı inceleyenler için büyük değer taşıyan bir kaynaktır.
KADMOS, MİLETOSLU (M.Ö. VI. yüzyıl başları)
Yunanlı tarihçi. Miletos'un ve bazı İonia şehirlerinin kuruluşunun nesi halinde tarihini yazdı. Bu eserle, tarih efsaneden ayrıldı.
KALLİSTHENES, OLYNTHOSLU (M.Ö. IV. yüzyıl ortası)
Kallisthenes, amcası ve öğretmeni olan Aristoteles'in önerisi üzerine Büyük İskender'in Asya seferinin resmi tarihçisi olarak atandı. Kral Barışı'ndan (M.Ö. 386) Phokis Savaşı'na (M.Ö. 355) değin Yunanistan tarihi ile Phokis Savaşı'nın ve Büyük İskender'in Asya seferinin öyküsünü kaleme aldı. Ayrıca başka yapıtlarda verdi. bazı Doğu geleneklerini benimsemesini eleştirerek İskender'i gücenderince hapse atıldı ve orada öldü.
Arkadaşı Theoprastos, Kallisthenes'in ölümü üzerine Kallisthenes e Peri Penthous (Kallisthenes ya da Acı Üzerine Bir İnceleme) adlı kitabını yazdı. Kallisthenes'in yapıtlarından hiçbiri günümüze ulaşmamıştır. Yapıtlarından İskender'in tanrı soyundan geldiği yönündeki öyküye yer verdiği bilinmekte ve bu öyküden söz eden ilk yazar olabileceği düşünülmektedir.
MEGASTHENES (M.Ö. 350 - 290)
Hindistan'ı konu alan Indika adlı dört ciltlik kitabın yazarı olan tarihçi ve diplomat Megasthenes, İonialı idi. Megasthenes, bu eserini I Seleukos tarafından elçi olarak Hindistan kralı Çandra Gupta Maurya'ya gönderildiğinde yazdı. Yanlışlar içermekle birlikte Indika, Hindistan üzerine o güne değin Yunan dünyasında yazılmış en kapsamlı kitap oldu.
MELA, POMPONİUS (M.S. I. yüzyılın ilk yarısı)
Mela, ilkçağda coğrafya üzerine klasik Latince'yle yazılmış tek inceleme olan De Situ Orbis (Dünyanın Konumu Üzerine) adlı eseri yazdı. De Chorographia (Haritacılık Üzerine) adıyla da bilinen yapıtını M.S. 43 ya da 44 yılında kaleme almıştır. Kitap 13 yüzyıl sonra açılan keşifler çağına değin etkisini sürdürmüştür.
Pilinius (Yaşlı) doğa bilimleri ansiklopedisinde, her düzeydeki okuyucu için yazıldığı sanılan bu kitaptan yetkin bir kaynak olarak söz eder. Büyük ölçüde Eski Yunan kaynaklarından aktarmalara dayanmasına ve bir çok eskimiş bilgi içermesine karşın Mela'nın yapıtının ilkçağ coğrafya kitapları arasında özgün bir yeri vardır. Yapıtta, evrenin merkezi olarak düşünülen yeryüzü beş kuşağa ayrılıyordu: Kuzey soğuk kuşak, güney ılıman kuşak ve güney soğuk kuşak.
İki ılıman kuşak yaşamaya elverişliydi, ama bunlardan yalnızca kuzeydeki biliniyordu. Kuzeyde yaşayanlar güneydeki ılıman kuşağa, arada bulunan kızgın kuşaktaki dayanılmaz sıcaklık nedeniyle ulaşamıyorlardı. Mela'ya göre, yeryüzünü kuşatan okyanus yeryüzünü dört deniz alanına bölüyordu. Bunların en önemlisi Akdeniz'di. Mela, uzaklık gibi teknik ayrıntıları dikkate almamış, ama andığı yerleri kısa tümcelerle betimlemişti. Bilinen yakın bölgelerle ilgili az şey yazmış, uzak bölgeler hakkında ise efsanelere bile yer vermişti.
NEPOS, CORNELİUS (M.Ö. 100 - 25)
Atticus'un yaşam öyküsünü yazan Nepos, Cicero ve Catullus'un yakın dostuydu. Cattulus gibi Nepos'da İtalya'nın kuzeyine doğup büyümüştü. Başlıca yapıtları, önde gelen Romalıların ve bazı yabancıların kısa yaşamöykülerini içeren De Viris İllustribus (Ünlü Kişiler Üzerine), Yunanlıların geliştirdiği karşılaştırmalı dünya tarihi kronolojisini Roma'ya tanıtan Chronica (Kronoloji), yaşamöyküsü yazarı Maximus'a esin kaynağı olduğu sanılan anekdotlarını topladığı Exampla (Örnekler), büyük olasılıkla Chronica'yı tanımlamak üzere hazırladığı bir dünya coğrefyası kitabıyla Yaşlı Cato ve Cicero'nun yaşamöyküleridir. De Viris İllustribus'dan günümüze biri tam, öbürü eksik iki kitap kalmıştır. Nepos'un yalın ama incelik ve arılıktan yoksun üslubu fazla bir edebi değer taşımaz.
PAUSANİAS (M.S. 143 - 176)
Lidya doğumlu bir gezgin ve Coğrafyacı olan Pausanias, Periegesistes Hellados (Yunanistan Betimlemesi) adlı yapıtıyla antikçağ kalıntılarına ilişkin önemli bilgiler sunmuştur. Pausanias, Yunanistan'a gitmeden önce Anadolu, Suriye, Filistin, Mısır, Makedonya ve Epir (Epiros) ile İtalya'nın bir bölümünü dolaştı. Ünlü yapıtında, Attika'dan başladığı Yunanistan gezisini anlattı.
On ciltlik yapıtın ilk kitabını 143 - 161 arasında bir tarihte tamamladı. Yazılarında 176 yılından sonraki olaylara ilişkin bilgi yoktur. Önemli kentlerle ilgili açıklamaları kentin kısa bir tarihiyle başlar ve topografik özellikleriyle sürer. Günlük yaşama, dinsel törenlere, halkın boş inançlarına ilişkin kısa bilgiler verir. başlıca ilgi alanı sanat yapıtlarıdır.
Olympia ve Delphoi'nin dinsel sanatını ve mimarisini betimlemiş, Atina'da portre ve yazıtlarla ilgilenmiş, Akropolis'deki büyük tunç Athena heykelinden ve kent dışındaki anıtlardan söz etmiştir. günümüze ulaşan kalıntılar betimlemelerinin doğruluğunu ortaya koymaktadır. Sir James Frazer'a göre Pausanias Yunanistan'daki kalıntıların çoğunun içinden çıkılmaz bir lâbirent ya da çözümsüz bir bilmece olmasını önleyen kişidir.
POLYBİOS (M.Ö. 200 - 118)
Polybios, Roma'nın güçlü bir devlet konumuna yükseldiği döneme kaleme almış olan Yunanlı bir devlet adamı ve tarihçidir. Genç yaşta askeri konulara duyduğu ilgiyle Akhaialı komutan Philopoimen'in yaşamöyküsünü ve günümüze ulaşmayan Taktikai (Taktikler) adlı kitabı yazdı. Numantia savaşının tarihini (M.Ö. 133'ten sonra) ve Ekvator bölgesinin yaşamaya elverişli olduğuna ilişkin bir inceleme yazdığı bilinmektedir.
Polybios'a asıl ününü sağlayan Istoriai (Tarihler) adlı yapıt 40 kitaptan oluşur. Bunlardan yalnızca ilk beşi günümüze ulaşmıştır. Polybios'un başlangıçtaki amacı Hannibal'ın İspanya seferinden Pydna çarpışmasına değin süren ve Romanın yükselişiyle belirginleşen 53 yıllık dönemi (M.Ö. 220 - 168) aktarmaktı.
Romalıların Kartacalılara karşı düzenledikleri Sicilya seferiyle (M.Ö. 264) başlayan daha önceki dönemi ve başta Akhai olmak üzere dünyanın başka yerlerindeki gelişmeleri ele alan ilk iki kitap yapıtın girişi niteliğindedir. Üçüncü kitapta Kartaca'nın M.Ö. 146'da yıkılışına değin geçen süreyi de kapsayan değiştirilmiş bir taslak yer alır. Bu olaylar 30-39. kitaplarda anlatılır. Polybios'un yapıtında Roma devlet yapısını ve ordusunun incelendiği, kentin kuruluş yıllarına ilişkin bilgiler verdiği dördüncü kitap önemli bir yer tutar.
SALLUSTİUS [GAIUS SALLUSTIUS CRISPUS] (M.Ö. 86 - 34)
Kendine özgü bir üslupla döneminin tarihsel olaylarını ve politik kişiliklerini anlattığı yapıtlarıyla tanınan Romalı bir tarihçi ve yazardır. De Catilinae coniuratione (M.Ö. 43-42; Catilina Tertibi) adlı yapıtında Catilina'nın M.Ö. 63'te cumhuriyet yönetimini yıkmak için düzenlediği komplodan yola çıkarak, Roma siyasal yaşamındaki yozlaşmayı anlatan Sallustius Bellum Iugurthinum'da (M.Ö. 41-40; Iugurtha Savaşı ), M.Ö. II. yüzyılın sonunda Roma'ya baş kaldıran Numidya kralı Iugurtha'ya savaş açılmasından sonra Roma'da ortaya çıkan hizip çatışmalarının kökenini inceledi.
Yazarın Üçler Meclisi'ne duyduğu düşmanlık Bellum Iugurthinum ve Historiae (Tarihler) adlı yapıtlarından anlaşılabilir. Roma'nın M.Ö. 78 - 67 arasındaki tarihini anlatan ve beş kitaptan oluşan Historia'nin günümüze yalnızca bazı parçaları ulaşmıştır. "Caesar'a Mektuplar" ve "Cicero'ya Sövgü" adlı yapıtlar, üsluplarındaki benzerlikler nedeniyle Sallustius'a mal edilmekle birlikte gerçek yazarlarının o olmadığı sanılmaktadır.
Diocletianus zamanında yaşamış Latin tarihçilerinden biri olan Aelius Lampridius, daha sonraları Historia Augusta ismi altında toplanan imparator biyografilerinin altı yazarından biridir.
AELİUS SPARTİANUS
Diocletianus zamanında yaşamış bir Latin tarihçisi olan Aelius Spartianus, daha sonraları Historia Augusta ismi altında toplanan imparator biyografilerinin bazılarını yazdı. Ayrıca Aelius Spartianus, Hadrianus, Septimus Severus, Caracalla ve Geta'nın hayatını yazdı.
AFRİCANUS, SEXTUS IULİUS (M.S. 180 -250)
Hazırladığı evrensel kronolojiyle tanınan bir Hıristiyan tarihçi olan Africanus'un hayatı üzerine yeterli bilgi bulunmamaktadır. İmparator Severus Alexander'in koruması altına girdikten sonra, elçi olarak Roma'ya gönderildi (222). En büyük yapıtı olan Chronographia (221), Africanus'un M.Ö. 5499'da başladığını varsaydığı yaradılıştan M.S. 221'e değin geçen dönemdeki dinsel ve din dışı olayların tarihini ele alan 5 ciltlik bir incelemedir.
Africanus hesaplamalarında temel olarak İncil'i kaynaklamış, Mısır ve Kalde kronolojilerini, Yunan mitolojisini ve Yahudi tarihini Hıristiyanlıkla birleştirerek eşzamanlı hale getirmiştir. Bu yapıtıyla erken Hıristiyanlığı bir tarihsel çerçeveye oturtarak saygınlığını arttırmıştır.
AMMİANUS MARCELLİNUS (M.S. 330 - 395)
Romalı son büyük tarihçi olan Ammianus'un yapıtları, Roma İmparatorluğunun son dönem tarihini 378'e değin getirir. Roma'da Nerva'nın tahta çıkışından Valens'in ölümüne değin Roma tarihini kaleme aldı ve bu Latince yapıtıyla Tacitus'un yapıtını sürdürdü. Rerum Gestarum Libri (Olayların Tarihi) adlı yapıt, 31 kitaptan oluşur. Ama yalnızca 357 - 378 arasını kapsayan 18 kitabı günümüze ulaşmıştır. Yapıt, olayların asker nitelikleri taşıyan çok okumuş bir yazarın kalemiyle çok açık, ayrıntılı, yansız bir anlatımdır.
Roma tarihi, artık Roma kentinin tarihi olmaktan çıkmıştır; batıdan doğuya imparatorluk politikasının bütün cephelerini kapsar. kendi deneyimlerinden yararlanan Ammianus, imparatorluğun ekonomik ve toplumsal sorunlarını içeren canlı tablolar çizer. Döneminin düşünsel eğilimlerini yansız bir tutumla dile getirir. Son dönem Roma tarihçilerinin bilinen tekniklerini kullanmıştır: Söylevlerde belagat; örneğin Hun kültürünü betimlerken başvurduğu uzun etnografik anlatımlar; karakter betimlemelerinde alışılmış biyografik kalıplar ve bol süsleme.
APPİNAOS, İSKENDERİYELİ (M.S. II. y.y.)
Yunanlı bir tarihçi olan Appianos, Cumhuriyet döneminden M.S. II. yüzyıla değin gerçekleştirilen Roma fetihlerini yazmıştır. Appianos, bugün kayıp olan otobiyografisinin yanı sıra, Yunanca Romaika (Roam Tarihi). Yirmi dört kitaptan oluşan bu yapıt, Romalıların fethettiği halklara (ve bunların yöneticilerine) göre düzenlenmiş etnografik bir sıra izlemekteydi.
Appianos'un kullandığı dil artık klasik sayılmayan bir Yunancaydı. yetenekli bir tarihçi olmamakla birlikte, önceki kaynaklardan aktardığı bir çok değerli bilginin korunmasına yardımcı olmuştur. Tiberius Gracchus (M.Ö. 133'te tribunus) ile Sulla (ö. M.Ö. 78) arasındaki dönemi ele alan, iç savaşlar hakkındaki ilk kitabı önemli bir tarih kaynağıdır.
ARİSTEAS, PROKONNESOSLU (M.Ö. VI. y.y.)
Yunan tarihçisi ve şairi olan Aristeas'dan günümüze Arimaspoi üstüne yazdığı şiirden yalnız birkaç mısra kalmıştır.
ARİSTOBULOS KASSANDREİALI
Yunan tarihçisi. İskender'in seferine katıldı ve bu seferin tarihini yazdı; bu tarih bugün kayıptır. Arrianos bu eserden geniş ölçüde esinlenmiştir.
ARRHİANOS [Lat. Flavius Arrianus] (d. M.S.105)
Yunan tarihçisi ve filozofu. Nikomedeia'da doğdu. Epiktetos'dan felsefe eğitimi aldı ve onun çömezi oldu. Hocası için Diatribai Epiktetu'yu (Epiktetos ile Görüşmeler) ve Engkheiridion'u (Elkitabı) kaleme aldı. Bunlar, Stoacılık üzerine yazılmış eserlerin en önemlileridir. Büyük askeri hizmetleri karşılığında Roma yurttaşlığına alındı. Hadrianus, Kappadokia'nın yönetimini ona verdi.
Arrhianos, Alanlar'a Karşı Seferberlik Planı'nı yazdı. önleyici tedbirler koymak amacıyla Karadeniz çevresinde düzenlenen bir keşif gezisine katıldı. Dönüşünde, Periplus Pontu Eukseinu'yu (Karadeniz'de Keşif Gezisi) yazdı. Bu ilgi çekici eserin gerçeğe uygunluğu şüphelidir. hayatının sonuna doru Nikomedeia'da Anabasis Aleksandru'dan başka (İskenderin Seferi), askeri tabıya ile ilgili bir eser ve Hindistan gezisi üzerine bir kitap (İndike) yazdı.
ATHENODOROS
Stoacı yunan filozofu ve tarihçi. Tarsos'da doğdu. Filozof Athenodoros'un çağdaşı, Uticalı Cato'nun dostu. Octavianus'un öğretmeni, sonra danışmanı oldu. Tarsos'un tarihini yazdı.
AURELİUS VİCTOR
Latin Tarihçisi. Afrika'da doğdu. 360'da Augustus'dan Julianus'a kadar olan imparatorların kısa tarihini De Caesaribus (İmparatorlar Üstüne) adlı kitabında anlattı. Bu eserden başka bugün elimizde şu iki incelemesi vardır: Origo Gentis Romanae (Romalıların kökü), De Viris İllustribus (Ünlü Kişiler Üstüne). 400 yıllarına doğru, bu son iki incelemesi ile bir önceki eseri birleştirilerek bütün Roma tarihini kapsayan bir inceleme meydana getirildi.
CAELİUS ANTİPATER
Romalı tarihçi. Gracchus'ların çağdaşı. ikinci Pön savaşının tarihini yazdı.
CASSİUS SEVERUS LONGULANUS (ö. M.S. 33)
Romalı tarihçi ve yergi yazarı. Patricilerin çok çekindiği bir adamdı. Augustus onu Girit adasına, Tiberius'da Seriphos adasına sürdü; Cassius orada yoksulluk içinde ölmüştür. Eserlerinden hiç bir şey kalmadı.
CORNELİUS NEPOR (M.Ö. 99'a doğru ? - M.Ö. 24' e doğru)
Latin tarihçisi. Önce şiir, sonra tarih eserleri yazdı; Chronica (Tarih), Exempla (Seçmeler), Cicero'nun Hayatı ve günümüze yalnız bir bölümü ulaşan De Excellentibus Ducibus (İki Seçkin Önder Üstüne). Ayrıca De Historicis Latinis'ten (Latin Tarihi Üstüne), Cato'nun Atticus'un hayatı, bir de Cornelia'nın oğullarına yazdığı iki mektubu kaldı. Bir derleyici ve halk yazarı olan Cornelius doğru düşünen bir kimseydi, okuyucuya hayat hikayeleri yoluyla eğitici örnekler vermek isterdi.
CORNELİUS SİSENNA (M.Ö. 120'ye doğru - 67)
Romalı tarihci ve hatip. "Miletos Masalları" ile, özellikle sosyal savaşı ve Sulla zamanını anlatan Historiae (Tarihler) adlı eserleri yazdı. bunlardan yalnız küçük parçalar kalmıştır.
DAMASTES, SİGEİONLU (d. M.Ö. 400)
Yunan tarihçisi. Tarih, coğrafya ve soy ağacı ile ilgili yazıları vardır; bunlardan bugüne, ancak bazı parçalar kaldı.
DEKSİPPOS (M.S. 210 - 270) [lat. Publius Herennius Dexippus]
Romalı tarihçi ve Atinalı devlet adamı. Atinalı büyük Kerykes ailesinden olan Deksippos, III. yüzyıl ortalarının tarihi konusundaki başlıca uzmanlardan biridir. İstanbul patriği Photios'un IX. yüzyılda yazdığı Bibliotheca adlı ansiklopedisinde üç büyük yapıtın yazarı olarak Deksippos'dan söz edilir.
Bunlar Büyük İskender'in ardılları üstüne dört ciltlik bir tarih, 238'den sonra Roma'nın Gotlara karşı mücadelesinin tarihi; Skythika (İskit destanı) ve 270'e değin gelen tarihsel olayların sırayla kaydedildiği 12 ciltlik bir vakayinamedir (Khronika). Bu kitaplardan hiç biri günümüze ulaşmamışsa da daha sonraki tarihçilerin derlemelerinde onlardan alınmış bir çok bölüm bulunmaktadır.
DEMOKRİTOS (M.Ö. veya M.S. I. y.y.)
Yunan tarihçisi. Yazdığı iki eserde kayıptır. Bunlar; Taktika en Biblios (Bir Orduyu savaş Düzenine Sokma Sanatı) ve Yahudi aleyhtarı bir eser olan Peri İudaion (Yahudiler Üstüne).
DİO CASSİUS (M.S. 150 -235)
Romalı tarihçi ve yönetici. Yunanca yazdığı Roma tarihi Romaika, cumhuriyetin son yılları ile imparatorluğun ilk yıllarına ilişkin en önemli kaynaklardan biridir. Seksen kitaptan oluşan Romaika, Aieneas'ın İtalya'ya ayak basmasıyla başlar ve Aleksander Severus'un hükümdarlığı (222 - 235) döneminde sona erer.
Bu yapıtın büyük bölümü daha sonra VII. konstantinos Porphyrogennotos, VIII. İoannes Ksiphilinos ve İoannes Zonaras'ın yapıtlarında yer almıştır. Dili konuyla uyumlu ve yapmacılıktan uzaktır. Romaika sıradan bir derleme düzeyini çok aşmasına karşın tarafsızlığı, yargıları ya da eleştirel yaklaşımı bakımından çok başarılı değildir.
DİODOROS SİKELİOTES (M.Ö. I. yüzyıl)
Yunan tarihçisi. Sezar ve Augustus çağlarında yaşamış olan Diodoros, büyük seyahatlere çıktı (özellikle Mısır'a) ve uzun süre Roma'da yaşadı. Önemli bölümleri bugüne kalan Bibliotheke Historike (Tarih Kitaplığı) adlı yapıtı yazdı. Kırk kitaptan oluşan yapıt üç bölüme ayrılmıştır. İlk bölümde Yunanlı öteki kabilelerin Troia'nın yıkılmasından önceki efsanevi tarihi işlenir; ikinci bölüm Büyük İskender'in ölümüyle sona erer; üçüncü bölüm ise Galya savaşının başlangıcına değin gelir.
Bu tarihsel dönemi kesintisiz işleyen öteki tarih yapıtlarından hiç biri günümüze ulaşamadığı için bu yapıt büyük değer taşır. Diodoros, kendinden önce gelen bütün yunanlı ve romalı tarihçilerden yararlandı. Yapıtta, yazarın dayandığı kaynaklar her zaman belirtilmemiştir; ama kırk kitaptan günümüze ulaşanlarda Yunan tarihine ilişkin bilgilerin en önemli kaynakları Ephoros (M.Ö. 480 - 340 dönemi için) ile Kardialı Hieronymos'tur (M.Ö. 323 302 dönemi için). Dili açık ve kolay anlaşılır olmakla beraber tenkitçi görüşten uzak ve düzensiz bir üslubu vardır.
DİONYSİOS, HALİKARNASSOSLU (ö. M.Ö. 8'e doğru)
Yunan tarihçisi ve hitabet hocası. M.Ö. 29 yılına doğru Roma'ya gitti ve orada belagat öğretmenliği yapan Dionysios, kuruluşundan birinci Kartaca savaşına kadar Roma tarihini kapsayan 20 ciltlik En önemli eseri olan Antiquitates Romanae'i (Romanın Eski Tarihi) yazdı.
Roma tarihiyle ilgili bir derleme olan bu eserde Dionysios, Roma tarihini ele alır ve Roma kurumlarıyla Yunan kurumlarını karşılaştırır. Roma yanlısı bir bakış açısıyla yazılmış olmakla birlikte, titiz bir araştırmanın ürünüdür. tarih kuramlarının vakayiname üslubuna bir uyarlaması olan bu yapıt, Livius'un yapıtıyla birlikte erken dönem Roma tarihine ışık tutan en değerli kaynaklar arasında sayılır.
Günümüze 20 kitabından yalnızca 10'u ulaşmıştır. Aynı yazarın söz sanatı ve edebi tenkitle ilgili eserleri vardır: Rhetorikai Prognateiai (Belagat Patriği); Peri Mimeseos (Taklit Sanatı); Periton Arkhaion Rhetoron Hypmnenatisma (Eski Belagatçılar Üstüne Araştırmalar); Epistole Pros Ammaion Prote (Ammaios'a birinci mektup); Epistole Pros Ammaion Deutera (Ammaios'a İkinci Mektup); Domosthenous Deinotetos (Demosthenos'un Belagat sanatında Gösterdiği Ustalık). Ayrıca, Peri Sunteseos Onomaton (Söz Dizimi Üzerine) adlı eseri, eski Hatipler üzerine ve sözcük düzeni ile ses uyumu ilkeleri konusunda günümüze kalmış tek klasik çalışmadır.
DİONYSİOS, MİLETOSLU (M.Ö. V. y.y.'ın sonu)
Yunan tarihçisi. Eserlerinden bazı parçalar kalmıştır: "Pers Tarihi" ve "Darius tarihi".
DİYLLOS, ATİNALI (M.Ö. III. y.y.'ın başı)
Yunan tarihçisi. Ephoros'un başlattığı işe devam etti. 357'den 296'ya kadar Yunanistan ve Makedonya tarihlerini yazdı. eserlerinden günümüze ancak bazı parçalar kaldı.
DURİS, SAMOSLU (M.Ö. 340'a doğru - 260'a doğru)
Yunan tarihçisi. Atina'da Theopharastos'un öğrencisi idi; Samos'a döndükten sonra tiran oldu. Tarih çalışmalarından bugüne sadece birkaç parça kaldı.
EPHOROS (M.Ö. 405 - 330)
Yunan tarihçisi. Kyme'de doğan Ephoros, ilk dünya tarihinin (Historia) yazarıdır. 30 kitaptan meydana gelen eser eksik ve yanlış bilgiler de vermiş olmasına karşın, ilkçağda saygın bir yer kazandı. Historia, 30. kitabı yazan oğlu Demophilos tarafından tamamlanmıştır. Yapıt Peloponnesos'a dönüşüyle başlar ve Makedonyalı II. Philippos'un Perinthos'u kuşatmasıyla (M.Ö. 340) biter.
Yapıtını kitaplara ayıran ilk tarihçi olan Ephoros, her kitap için ayrı bir önsöz yazmış ve elindeki malzemeyi tarih sırasıyla incelemek yerine çeşitli başlıklar altında toplamıştır. Ephoros, her zaman olmasa da, çoğu kez mitos ile tarihsel gerçekliği birbirinden ayırır ve çok eski tarihlere dayanan bilgilerin kuşkuyla karşılanması gerektiğine inanır.
Tarihçi Diodoros Sikeliotes, Bibliotheke Historike'yi (Tarih Kitapçığı) yazarken Ephoros'un yapıtlarından yararlanmış, ama Ephoros'un yazdıklarını vakayiname biçimine sokmaya çalışınca zaman dizimsel yanlışlar yapmıştır. Polybios ise Ephoros'un deniz savaşları üzerine yazdıklarına değer vermekle birlikte, kara savaşları üzerine yazdıklarını küçümser. Ephoras'a biri keşifler, öbürü Kyme'nin tarihi ve eski uygarlığı üzerine iki inceleme ile üslup üzerine bir denemeyi içeren birkaç yapıt daha atfedilmiştir.
FABİUS PİCTOR,QUİNTUS (y. M.Ö. 200)
Romalı tarihçi. yapıtlarını düzyazıyla yazan ilk Romalı tarihçilerden olan Fabius Pictor'un günümüze ulaşmamış olan tarih kitabında ilk dönemlerinden başlayarak Roma'nın gelişimini anlatır. yapıtını Yunanca yazmasının bir nedeni Yunanlılara Roma politikasının haklı gerçeklere dayandığını göstermek istemesidir. Daha sonraki tarihçilerden Polybios, Dionysios ve Titus Livius bu kitaptan yararlanmışlardır.
HEGESİPPOS, AZİZ (M.S. II. yüzyıl)
Yunanlı Hıristiyan tarihçi. Gnostisizm'e karşı yerleşik kilise öğretisini savunmuş olan Hegesippos'un bilinen tek yapıtı, Hıristiyanlığın ilk dönemlerindeki kilisenin örgütsel yapısı ile düşünsel çalkantıları üzerinde önemli bir kaynak oluşturan beş kitaplık anılarıdır. yaklaşık 180 yılında kaleme almış olduğu anıları tarihsel veriler, öğreti sorunları, polemikler ve inanç ilkeleri bakımından sonuç çıkarmaya elverişlidir. Anılarda, Papa Eleutherius'a (175 -189) Roma piskoposlarının bir kütüğü yer alır; ama bu sıralamada papalığa geçiş tarihlerinden çok öğretilere önem verilir.
HEKATAİOS, MİLETOSLU (M.Ö. VI. - V. yüzyıl)
Yunan yazarı. Pers istilası sırasında İonları Perslere karşı ayaklanmaktan vazgeçirmeye çalıştı. M.Ö. 494 yılında İonlar Perslerle anlaşma yapmak zorunda kalınca Pers satrabına gönderilen elçiler arasında yer aldı ve satrabı ikna ederekİonia kentlerinin yeniden eski yasal konumlarına kavuşmasını sağladı. Hekataios'un bilinen iki yapıtından biri olan Genelogiai (Soyağaçları) ya da öteki adıyla Historiai (Tarihçeler), Eski Yunanlıların gelenekleri ve mitolojileri üzerine sistemli biçimde bilgi vermektedir; ama bu yapıtın çok az bir bölümü günümüze ulaşmıştır.
Öte yandan Ges Periodos ya da öteki adıyla Periegesis (Dünya Turu) adlı yapıtından günümüze ulaşan parçaların sayısı 300'ü geçer. Bu yapıt biri Avrupa'yı, öteki Asya'yı (Mısır ve Kuzey Afrika'yla birlikte) kapsayan iki bölüm olarak yazılmıştır. Hekataios, Eski Yunan tarihçileri için hiçbir zaman çekiciliğini kaybetmeyen coğrafya ve etnografya alanlarında genellikle öncü olarak kabul edilir. M.Ö. V. yüzyılda yaşamış tarihçi Herodotos, Hekataios'un yapıtını geniş ölçüde kullanmış, ama adından yalnızca eleştirecek bir konu bulunduğunda söz etmiştir.
HELLANİKOS, LESBOSLU (M.Ö. V. yüzyıl)
Yunanlı tarihçi. yapıtlarıyla tarih yazarlığının gelişmesine önemli katkılarda bulunan Hellanikos'un yazdığı sanılan 30 kitabın yalnızca bazı bölümleri günümüze ulaşmıştır. Hiereiai tes Heras en Argei (Argos'daki Hera Tapınağının Rahibeleri) de bunlar arasındadır. Hellanikos, şairler aracılığıyla genel kabul görmüş öyküleri yinelemekle yetinmeyip bunları belirli yörelerde anımsadığı ve anlattığı biçimde aktarmayı denedi.
Çağdaş kayıtlara benzer bazı yönetici ya da rahip listelerini kullanarak, bilimsel kronolojinin temellerini atmaya çalıştı. Bunun için, kuşaktan kuşağa aktarılan bilgilerden değil, ağırlıklı olarak Argos'daki Hera tapınağı rahibelerinin dizininden, ayrıca Atina arkhon'larının listesinden ve Doğu'daki tarihlemelerden yararlandı. İlkçağ tarihçileri, yerleşmiş gelenekten çok ayrıldığı gerekçesiyle Hellanikos'u güvenilmez saydılar. Hellanikos, yazıtları sistematik biçimde kullanamadığı gibi, çağdaşı Herodotos'dan farklı olarak yöresel ve etnik farklılıkları aşan bütünlüklü bir tarihsel akış yöntemi de kuramadı.
HERODOTOS (M.Ö. 484 - 430/420)
Yunanlı tarihçi. Halikarnassos'un önde gelen ailelerinden birinden olduğu sanılan Herodotos,
HOMEROS (M.Ö. IX. ya da VIII. yüzyıl)
Eski Yunan dünyasının en büyük destanları İlyada ve Odysseia'nın yazarı olan Homeros'un yaşamına ilişkin hemen hemen hiç bir bilgi yoktur. bununla birlikte çoğu tarihçi Homeros'un M.Ö. IX. ya da VIII. yüzyılda yaşamış bir İon olduğu konusunda birleşmektedir. Büyük olasılıkla sözlü geleneğe dayanarak İlyada'yı kaleme almış ve en azından Odysseia'nın yazılmasında esin kaynağı olmuştur.
Eski yunanlılar bu destanları Helenistik birlik ve kahramanlığın simgeleri, ahlaki ve yol gösterici bir kaynak olarak kabul etmişlerdir. İlyada ve Odysseia Antik çağdan bu yana batı edebiyatını da derinden etkilemiş, modern dillere sayısız çevirileri yapılmıştır. Bu yapıtların asıl değeri, tanrılar ve kahramanlık serüvenleriyle ile ilgili yüceltici anlatımdan zaman zaman sıyrılarak derin insani duyguları da işleyen şiirsel dilinden gelir.
IUSTİNUS, MARCUS IUNİANUS (M.S. III. yüzyıl)
Iustinus, Pompeius Trogus'un kayıp Historia Philippicae (Philippos tarihleri) adlı yapıtını özetleyen Epitome (Özetler) adlı kitabı yazdı. temelde, Makedonya ve Hellenistik dönem krallıklarıyla Part tarihini anlatan yapıt ortaçağda sık sık başvurulan, günümüzde de Hellenistik dünyayı inceleyenler için büyük değer taşıyan bir kaynaktır.
KADMOS, MİLETOSLU (M.Ö. VI. yüzyıl başları)
Yunanlı tarihçi. Miletos'un ve bazı İonia şehirlerinin kuruluşunun nesi halinde tarihini yazdı. Bu eserle, tarih efsaneden ayrıldı.
KALLİSTHENES, OLYNTHOSLU (M.Ö. IV. yüzyıl ortası)
Kallisthenes, amcası ve öğretmeni olan Aristoteles'in önerisi üzerine Büyük İskender'in Asya seferinin resmi tarihçisi olarak atandı. Kral Barışı'ndan (M.Ö. 386) Phokis Savaşı'na (M.Ö. 355) değin Yunanistan tarihi ile Phokis Savaşı'nın ve Büyük İskender'in Asya seferinin öyküsünü kaleme aldı. Ayrıca başka yapıtlarda verdi. bazı Doğu geleneklerini benimsemesini eleştirerek İskender'i gücenderince hapse atıldı ve orada öldü.
Arkadaşı Theoprastos, Kallisthenes'in ölümü üzerine Kallisthenes e Peri Penthous (Kallisthenes ya da Acı Üzerine Bir İnceleme) adlı kitabını yazdı. Kallisthenes'in yapıtlarından hiçbiri günümüze ulaşmamıştır. Yapıtlarından İskender'in tanrı soyundan geldiği yönündeki öyküye yer verdiği bilinmekte ve bu öyküden söz eden ilk yazar olabileceği düşünülmektedir.
MEGASTHENES (M.Ö. 350 - 290)
Hindistan'ı konu alan Indika adlı dört ciltlik kitabın yazarı olan tarihçi ve diplomat Megasthenes, İonialı idi. Megasthenes, bu eserini I Seleukos tarafından elçi olarak Hindistan kralı Çandra Gupta Maurya'ya gönderildiğinde yazdı. Yanlışlar içermekle birlikte Indika, Hindistan üzerine o güne değin Yunan dünyasında yazılmış en kapsamlı kitap oldu.
MELA, POMPONİUS (M.S. I. yüzyılın ilk yarısı)
Mela, ilkçağda coğrafya üzerine klasik Latince'yle yazılmış tek inceleme olan De Situ Orbis (Dünyanın Konumu Üzerine) adlı eseri yazdı. De Chorographia (Haritacılık Üzerine) adıyla da bilinen yapıtını M.S. 43 ya da 44 yılında kaleme almıştır. Kitap 13 yüzyıl sonra açılan keşifler çağına değin etkisini sürdürmüştür.
Pilinius (Yaşlı) doğa bilimleri ansiklopedisinde, her düzeydeki okuyucu için yazıldığı sanılan bu kitaptan yetkin bir kaynak olarak söz eder. Büyük ölçüde Eski Yunan kaynaklarından aktarmalara dayanmasına ve bir çok eskimiş bilgi içermesine karşın Mela'nın yapıtının ilkçağ coğrafya kitapları arasında özgün bir yeri vardır. Yapıtta, evrenin merkezi olarak düşünülen yeryüzü beş kuşağa ayrılıyordu: Kuzey soğuk kuşak, güney ılıman kuşak ve güney soğuk kuşak.
İki ılıman kuşak yaşamaya elverişliydi, ama bunlardan yalnızca kuzeydeki biliniyordu. Kuzeyde yaşayanlar güneydeki ılıman kuşağa, arada bulunan kızgın kuşaktaki dayanılmaz sıcaklık nedeniyle ulaşamıyorlardı. Mela'ya göre, yeryüzünü kuşatan okyanus yeryüzünü dört deniz alanına bölüyordu. Bunların en önemlisi Akdeniz'di. Mela, uzaklık gibi teknik ayrıntıları dikkate almamış, ama andığı yerleri kısa tümcelerle betimlemişti. Bilinen yakın bölgelerle ilgili az şey yazmış, uzak bölgeler hakkında ise efsanelere bile yer vermişti.
NEPOS, CORNELİUS (M.Ö. 100 - 25)
Atticus'un yaşam öyküsünü yazan Nepos, Cicero ve Catullus'un yakın dostuydu. Cattulus gibi Nepos'da İtalya'nın kuzeyine doğup büyümüştü. Başlıca yapıtları, önde gelen Romalıların ve bazı yabancıların kısa yaşamöykülerini içeren De Viris İllustribus (Ünlü Kişiler Üzerine), Yunanlıların geliştirdiği karşılaştırmalı dünya tarihi kronolojisini Roma'ya tanıtan Chronica (Kronoloji), yaşamöyküsü yazarı Maximus'a esin kaynağı olduğu sanılan anekdotlarını topladığı Exampla (Örnekler), büyük olasılıkla Chronica'yı tanımlamak üzere hazırladığı bir dünya coğrefyası kitabıyla Yaşlı Cato ve Cicero'nun yaşamöyküleridir. De Viris İllustribus'dan günümüze biri tam, öbürü eksik iki kitap kalmıştır. Nepos'un yalın ama incelik ve arılıktan yoksun üslubu fazla bir edebi değer taşımaz.
PAUSANİAS (M.S. 143 - 176)
Lidya doğumlu bir gezgin ve Coğrafyacı olan Pausanias, Periegesistes Hellados (Yunanistan Betimlemesi) adlı yapıtıyla antikçağ kalıntılarına ilişkin önemli bilgiler sunmuştur. Pausanias, Yunanistan'a gitmeden önce Anadolu, Suriye, Filistin, Mısır, Makedonya ve Epir (Epiros) ile İtalya'nın bir bölümünü dolaştı. Ünlü yapıtında, Attika'dan başladığı Yunanistan gezisini anlattı.
On ciltlik yapıtın ilk kitabını 143 - 161 arasında bir tarihte tamamladı. Yazılarında 176 yılından sonraki olaylara ilişkin bilgi yoktur. Önemli kentlerle ilgili açıklamaları kentin kısa bir tarihiyle başlar ve topografik özellikleriyle sürer. Günlük yaşama, dinsel törenlere, halkın boş inançlarına ilişkin kısa bilgiler verir. başlıca ilgi alanı sanat yapıtlarıdır.
Olympia ve Delphoi'nin dinsel sanatını ve mimarisini betimlemiş, Atina'da portre ve yazıtlarla ilgilenmiş, Akropolis'deki büyük tunç Athena heykelinden ve kent dışındaki anıtlardan söz etmiştir. günümüze ulaşan kalıntılar betimlemelerinin doğruluğunu ortaya koymaktadır. Sir James Frazer'a göre Pausanias Yunanistan'daki kalıntıların çoğunun içinden çıkılmaz bir lâbirent ya da çözümsüz bir bilmece olmasını önleyen kişidir.
POLYBİOS (M.Ö. 200 - 118)
Polybios, Roma'nın güçlü bir devlet konumuna yükseldiği döneme kaleme almış olan Yunanlı bir devlet adamı ve tarihçidir. Genç yaşta askeri konulara duyduğu ilgiyle Akhaialı komutan Philopoimen'in yaşamöyküsünü ve günümüze ulaşmayan Taktikai (Taktikler) adlı kitabı yazdı. Numantia savaşının tarihini (M.Ö. 133'ten sonra) ve Ekvator bölgesinin yaşamaya elverişli olduğuna ilişkin bir inceleme yazdığı bilinmektedir.
Polybios'a asıl ününü sağlayan Istoriai (Tarihler) adlı yapıt 40 kitaptan oluşur. Bunlardan yalnızca ilk beşi günümüze ulaşmıştır. Polybios'un başlangıçtaki amacı Hannibal'ın İspanya seferinden Pydna çarpışmasına değin süren ve Romanın yükselişiyle belirginleşen 53 yıllık dönemi (M.Ö. 220 - 168) aktarmaktı.
Romalıların Kartacalılara karşı düzenledikleri Sicilya seferiyle (M.Ö. 264) başlayan daha önceki dönemi ve başta Akhai olmak üzere dünyanın başka yerlerindeki gelişmeleri ele alan ilk iki kitap yapıtın girişi niteliğindedir. Üçüncü kitapta Kartaca'nın M.Ö. 146'da yıkılışına değin geçen süreyi de kapsayan değiştirilmiş bir taslak yer alır. Bu olaylar 30-39. kitaplarda anlatılır. Polybios'un yapıtında Roma devlet yapısını ve ordusunun incelendiği, kentin kuruluş yıllarına ilişkin bilgiler verdiği dördüncü kitap önemli bir yer tutar.
SALLUSTİUS [GAIUS SALLUSTIUS CRISPUS] (M.Ö. 86 - 34)
Kendine özgü bir üslupla döneminin tarihsel olaylarını ve politik kişiliklerini anlattığı yapıtlarıyla tanınan Romalı bir tarihçi ve yazardır. De Catilinae coniuratione (M.Ö. 43-42; Catilina Tertibi) adlı yapıtında Catilina'nın M.Ö. 63'te cumhuriyet yönetimini yıkmak için düzenlediği komplodan yola çıkarak, Roma siyasal yaşamındaki yozlaşmayı anlatan Sallustius Bellum Iugurthinum'da (M.Ö. 41-40; Iugurtha Savaşı ), M.Ö. II. yüzyılın sonunda Roma'ya baş kaldıran Numidya kralı Iugurtha'ya savaş açılmasından sonra Roma'da ortaya çıkan hizip çatışmalarının kökenini inceledi.
Yazarın Üçler Meclisi'ne duyduğu düşmanlık Bellum Iugurthinum ve Historiae (Tarihler) adlı yapıtlarından anlaşılabilir. Roma'nın M.Ö. 78 - 67 arasındaki tarihini anlatan ve beş kitaptan oluşan Historia'nin günümüze yalnızca bazı parçaları ulaşmıştır. "Caesar'a Mektuplar" ve "Cicero'ya Sövgü" adlı yapıtlar, üsluplarındaki benzerlikler nedeniyle Sallustius'a mal edilmekle birlikte gerçek yazarlarının o olmadığı sanılmaktadır.
İzmir İktisadi Kongresi ve Alınan Kararlar
23 Nisan I920'de Ankara'da toplanan TBMM, 2 Mayıs 1920'de 11 bakandan oluşacak hükümetin kurulması ile ilgili kanunu kabul etmiştir. Bu hükümette bir iktisat (ekonomi) bakanlığı da bulunmaktadır.
Hükümetin programında, mali ve ekonomik meseleler üzerinde önemle durulacağı da belirtilmiştir. Ancak 1920-22 yılları arasında Türkiye Kurtuluş Savaşı içinde bulunduğundan TBMM hükümetinin bu dönemdeki başlıca amacı yurdu istiladan kurtarmaktır. Savaşın gerektirdiği nedenlerle de hükümet o sıralarda üretim ve endüstriye yatırım yapacak durumda değildir. Aksine tüketici topluluk çoğunluktadır. Bununla beraber yönetici kadro zaferden sonra prensip olarak siyasi ve ekonomik bağımsızlığı öngörmüştür.
Gazi Mustafa Kemal, cumhuriyetin ilanından sonra, Lozan Barışı'nı takip eden günlerde iktisadi durumu görüşmek ve alınacak önlemleri tespit etmek için bir "İktisat Kongresi" toplamağa karar verecekti. Kongreye; çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi temsilcileri katılacaklardı. Toplantı yeri İzmir seçilmişti. Çağrılan temsilcilerin sayısı yaklaşık 2 bin kişi kadardı. Meslek ve iş kollarını temsil edenlerin görüşleri bir araya gelince memleketin iktisadi tablosu ortaya çıkabilir ve ihtiyaçlar belirlenebilirdi.
İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat I923'te Gazi Mustafa Kemal tarafından açıldı. Kongreye Kazım Karabekir başkanlık etmekteydi. Çağrılan 2 bin temsilciden 1.35'i gelmiştir.
"İzmir iktisat Kongresi'nde; yeni Türkiye'nin ekonomik sorunları henüz savaştan çıkan Türk yurdu için başlıca konu oluyor. Lozan'da devamı istenen kapitülasyonlar ve diğer imtiyazların kabul edilmeyeceği ifade ediliyordu.
Bu kritik devirde ekonomik sorunlarını düzenlemek için kararlar alan İzmir iktisat Kongresi'nde, devlet adamlarımızın, özellikle Mustafa Kemal'in kongreyi açış konuşmasındaki fikirleri dikkate değer."[1] Çünkü Türkiye için amaç, savaşlardan yorgun çıkan halka ekonomik yön vermek ve harap olan yurdu kalkındırmak ve mamur etmektir.
O dönemin şutları altında ekonomik problemlerin durumu ve çözüm şekilleri üzerindeki çeşitli düşünceleri yansıtması açısından I. İzmir İktisat Kongresi oldukça önemli bir yer işgal eder.
Henüz barış antlaşmasının imzalanmadığı Lozan Konferansı'nda ekonomik ve ticari kapitülasyonlar hususunda anlaşma sağlanamayıp ara verilen müzarekeler esnasında toplanan İzmir İktisat Kongresi, önemini daha da artırmaktadır.
İzmir İktisat Kongresi'nin açış konuşmasında Gazi Mustafa Kemal şunları söylüyordu: "Sizler halk sınıfı içinden seçilerek geliyorsunuz. Halkın sesi hakkın sesidir. Memleketin halini, ihtiyacını, dertlerini ve emellerini bilen kişilersiniz. Tarihin ve tecrübenin süzgecinden arta kalmış bir gerçek varılır. Türk tarihi incelenecek olursa, gerileme ve çöküntü nedenlerinin iktisadi sorunlara bağlı olduğu görülür. Kazanılmış zaferlerin ve uğranılmış başarısızlıkların tümü iktisadi durumla ilgilidir. Türkiye'mizi layık olduğu uygarlık düzeyine eriştirebilmek için ekonomiyi ön planda tutmak (için) lazımdır. Çağımız ekonomi çağıdır.
Bugüne kadar ekonomiye gereken önem verilmiş değildir. Memleket evlatları yüzyıllar boyunca ihtiraslı bir dış politikanın körüklediği savaşlar uğruna diyar diyar dolaştırılmış ve öz yurdumuz ihmal edilmiştir. Millet evi ve barkı ile ilgilenmez ve yaşam koşullarını iyileştirmek olanağından mahrum bırakılmıştır.
Osmanlı Devleti zamanında milli bir devir yaşamıyorduk. Milli bir tarihe sahip değildik. Mazinin tarih diye uzattığı kitap, hakanların ve zümrelerin destanı mahiyetinde idi.
Milletimiz, düşman ordularını mahvetmiştir. Tam bağımsızlık için şu kural vardır: Milli egemenlikle desteklenmelidir. Bizleri bu hedefe götürecek tek kuvvet ekonomidir. Çiftçiler, sanatkarlar, tacirler ve işçiler birbirlerine rakip değil, birbirlerini tamamlayan gruplardır. Fabrikalarımızın çoğalmasını ve buralarda kendi işçilerimizin çalışmasını temenni ederiz. Herkes 'milli çalışma' misakı niteliğinde bir program etrafında toplanmalıdır."[2] Bununla da memleketin ekonomik yönden kalkınmasının temel şartlarından en önemlisinin memleketin değişik sınıflarının birbirleriyle çatışarak değil, birbirlerine destek olarak tek bir elle memleketin düze çıkarılması ve milli bir ruh ile "milli iktisadiyata" inanmaları ile mümkün olacağına işaret etmektedir.
Gazi Mustafa Kemal, İzmir İktisat Kongresi'ndeki konuşmasıyla ekonomi siyasetine milli görüşü getiriyordu. Ayrıcalıklı kumpanyaların millileştirilmelerine ve kapitülasyonlara dayanan "gayr-ı meşru rekabete" son vermeğe kararlı görünüyordu. Değişik sektörlerden 1.135 delegenin katıldığı kongrede Türk işadamlarını iktisadi kalkınmada etkili rol oynamağa çağırıyordu. "Memlekette yeterli sermaye bulunmadığını takdir ediyor, ödünç verilebilir fonların eksikliğini dış kredilerle gidermekte sakıncanın olmayacağını belirtiyor ve memlekette yararlı konularda yabancı sermayeye de izin verileceğini belirtiyordu."[3]
İzmir İktisat Kongresinde dikkat çekici bir diğer konuşma ise İktisat Vekili Mahmut Esat Bey taralından yapıldı. Mahmut Esat Bey, şöyle konuştu: "Yeni Türkiye muhtelif bir iktisat sistemi takip etmektedir. İktisadı teşebbüs kısmen devlet, kısmen teşebbüsü şahsi tarafından deruhte edilmelidir. Mesela kredi müessesatını, sanayi teşebbüsatını ilah.. devlet idare edecektir. Çünkü memleketimizde iktisadi vaziyet bunu istihzam ediyor."[4] Mahmut Esat Bey tarafından yapılan konuşma ve değindiği konular Mustafa Kemal'in haberdar okluğu bir durumdur. İzmir İktisat Kongresi'nin kabul ettiği Misak-ı İktisadi, yani iktisadi pakt ile gene bu kongrece kabul edilen çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi gruplarının hazırladıkları yakından tetkik edildiklerinde, İzmir İktisat Kongresi'nde sistem yönünden temeli atılan iktisadi çatının Türkiye imkanları dahilinde ve pratik olduğu görülür. Atatürk'ün dolayısıyla yeni Türkiye'nin çağdaş iktisadi düşünce sistemine getirdiği en büyük yenilik budur.
Yeni Türkiye'nin iktisat politikasını belirleyecek ve iktisadi kalkınmasını sağlayacak önerilerin saptanması için toplanan kongrenin önemini ve anlamını artırıyordu. Atatürk kongrede ısrarla ayrıcalık taşıyan yabancı şirketlerin ulusallaştırılması üzerinde duruyor, yasalara uygun olmayan rekabeti besleyen kapitülasyonlara son vermenin gerektiğini söylüyor ve böylece ulusal görüşü iktisat siyasetine temci yapma zorunluluğunu vurguluyordu. Atatürk'e göre Erzurum Kongresi, nasıl ulusal misak ve ulusal egemenliğe dayanan rejimi kurmuşsa ve bu nedenle tarihteki önemli yerini almışsa, İzmir İktisat Kongresi de, "gerçek kurtuluş demek olan iktisadi gelişme ve kalkınmanın ilkelerini saptayacak bir kongredir, tarihe öyle geçecektir[5]" şeklinde düşüncesini belirtecektir Atatürk.
İzmir İktisat Kongresi, gerek zaman, gerek geniş bir kadro ile toplanması ve almış olduğu kararlar açısından, yeni Türkiye'nin 1931'lere kadar sürecek dönemin iktisat politikasını büyük ölçüde oluşturmuş ve yönlendirmiştir.
İzmir İktisat Kongresi'nde oy birliği ile alınan kararlar:
1.Lekesiz bir istiklal,
2.Milli hakimiyetin hiç bir şeye feda edilemeyeceği,
3.Bütün gayretlerin iktisaden memleketi yükseltmek gayesine matuf olduğu,
4.Vakit, servet ve ithalatta, israftan kaçınmanın gerekliliği,
5.Milli servetlerin tanınması zorunluluğu,
6.Hırsızlık, yalancılık, riya ve tembelliğin en büyük düşman olarak tanınması,
7.Türklerin i ifan ve marifet aşıkı oldukları,
8.Nüfusumuzun artması ile beraber sağlığımızın korunması gerektiği,
9.Türkün düşmanı olmayan milletlere daima dost, ecnebi sermayesine aleyhtar olmadığı,
10.Türklerin işlerde inhisar etmedikleri,
11.Türklerin hangi sınıf ve meslekte olursa olsunlar, birbirleriyle candan seviştikleri.. gibi hususlar yer alıyordu.
İzmir İktisat Kongresi'ne katılan çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi gruplarının faaliyetlerine ilişkin esaslar kabul edildi. Bu esasların en önemlileri aşağıda belirtilen noktalar etrafında toplanıyordu:
1.Aşar'ın lağvı,
2.Temettü vergisinin, gelir vergisine tebdili,
3.Reji idare ve usulünün ilgası,
4.Hami gümrük tarifelerinin kabulü ve bu konuda dış müdahalenin reddi,
5.Kambiyo merkezleri, bilhassa tahvilat borsalarının millileştirilmesi, büyük ticaret merkezlerinde esham ve tahvilat borsalarının açılması,
6.Kendi limanlarımızda kabotaj hakkımızın kullanılması,
7.Teşvik-i Sanayi Kanunu'nun günün şartlarını karşılar hale getirilmesi ve beş sene sonra 25 yıl süre ile uzatılması,
8.Her sene sergiler açılması,
9.Sanayi bankasının açılması,
10.İş günün X saatten ibaret olması,
11.Haftada bir gün işçilere istirahat verilmesi,
12.İş başında sakatlanan işçilerin sermayedarlar ve müesseseler tarafından hayatlarının emniyet altına alınması,
13.Sendika hakkının tanınması.[6]
İzmir İktisat Kongresi'nde alınan kararların uygulamaya geçirildiğini söylemek mümkün değildir. Çünkü bu kongrede alınan kararların çoğu istenilen, yapılması düşünülen ideal programlardır. Fakat ilke olarak benimsenen özel teşebbüsün devlet eliyle desteklenmesi, gelişmesine ön ayak olunması ve milli burjuvazi sınıfının oluşturulması idi.
[1] Afet İnan, İzmir İktisat Kongresi, Ankara, 1989, s.12.
[2] A.Gündüz Ökçün, a.g.e., s.258.
[3] Yüksel Ülken, Atatürk ve İktisat, İktisadi Kalkınmada Etkinlik Sorunu ve Eklektik Model, s.79.
[4] İsmail Türk, "Atatürk ve Türk Mali Sistemi", Atatürk Dönemi Ekonomik Politikası ve Türkiye'nin Ekonomik Gelişmesi, Ankara, 1983, s.8.
[5] Yüksel Ülken, a.g.e., s.83-84.
[6] İsmail Türk, a.g.e, s.9-10., Nazif Kuyucuklu, Türkiye İktisadı, Beta Yayınları, İstanbul, 1986, s.161-175., Afet İnan, İzmir İktisat Kongresi, s.15, Korkut Boratav, a.g.e., s.40-43.
Hükümetin programında, mali ve ekonomik meseleler üzerinde önemle durulacağı da belirtilmiştir. Ancak 1920-22 yılları arasında Türkiye Kurtuluş Savaşı içinde bulunduğundan TBMM hükümetinin bu dönemdeki başlıca amacı yurdu istiladan kurtarmaktır. Savaşın gerektirdiği nedenlerle de hükümet o sıralarda üretim ve endüstriye yatırım yapacak durumda değildir. Aksine tüketici topluluk çoğunluktadır. Bununla beraber yönetici kadro zaferden sonra prensip olarak siyasi ve ekonomik bağımsızlığı öngörmüştür.
Gazi Mustafa Kemal, cumhuriyetin ilanından sonra, Lozan Barışı'nı takip eden günlerde iktisadi durumu görüşmek ve alınacak önlemleri tespit etmek için bir "İktisat Kongresi" toplamağa karar verecekti. Kongreye; çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi temsilcileri katılacaklardı. Toplantı yeri İzmir seçilmişti. Çağrılan temsilcilerin sayısı yaklaşık 2 bin kişi kadardı. Meslek ve iş kollarını temsil edenlerin görüşleri bir araya gelince memleketin iktisadi tablosu ortaya çıkabilir ve ihtiyaçlar belirlenebilirdi.
İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat I923'te Gazi Mustafa Kemal tarafından açıldı. Kongreye Kazım Karabekir başkanlık etmekteydi. Çağrılan 2 bin temsilciden 1.35'i gelmiştir.
"İzmir iktisat Kongresi'nde; yeni Türkiye'nin ekonomik sorunları henüz savaştan çıkan Türk yurdu için başlıca konu oluyor. Lozan'da devamı istenen kapitülasyonlar ve diğer imtiyazların kabul edilmeyeceği ifade ediliyordu.
Bu kritik devirde ekonomik sorunlarını düzenlemek için kararlar alan İzmir iktisat Kongresi'nde, devlet adamlarımızın, özellikle Mustafa Kemal'in kongreyi açış konuşmasındaki fikirleri dikkate değer."[1] Çünkü Türkiye için amaç, savaşlardan yorgun çıkan halka ekonomik yön vermek ve harap olan yurdu kalkındırmak ve mamur etmektir.
O dönemin şutları altında ekonomik problemlerin durumu ve çözüm şekilleri üzerindeki çeşitli düşünceleri yansıtması açısından I. İzmir İktisat Kongresi oldukça önemli bir yer işgal eder.
Henüz barış antlaşmasının imzalanmadığı Lozan Konferansı'nda ekonomik ve ticari kapitülasyonlar hususunda anlaşma sağlanamayıp ara verilen müzarekeler esnasında toplanan İzmir İktisat Kongresi, önemini daha da artırmaktadır.
İzmir İktisat Kongresi'nin açış konuşmasında Gazi Mustafa Kemal şunları söylüyordu: "Sizler halk sınıfı içinden seçilerek geliyorsunuz. Halkın sesi hakkın sesidir. Memleketin halini, ihtiyacını, dertlerini ve emellerini bilen kişilersiniz. Tarihin ve tecrübenin süzgecinden arta kalmış bir gerçek varılır. Türk tarihi incelenecek olursa, gerileme ve çöküntü nedenlerinin iktisadi sorunlara bağlı olduğu görülür. Kazanılmış zaferlerin ve uğranılmış başarısızlıkların tümü iktisadi durumla ilgilidir. Türkiye'mizi layık olduğu uygarlık düzeyine eriştirebilmek için ekonomiyi ön planda tutmak (için) lazımdır. Çağımız ekonomi çağıdır.
Bugüne kadar ekonomiye gereken önem verilmiş değildir. Memleket evlatları yüzyıllar boyunca ihtiraslı bir dış politikanın körüklediği savaşlar uğruna diyar diyar dolaştırılmış ve öz yurdumuz ihmal edilmiştir. Millet evi ve barkı ile ilgilenmez ve yaşam koşullarını iyileştirmek olanağından mahrum bırakılmıştır.
Osmanlı Devleti zamanında milli bir devir yaşamıyorduk. Milli bir tarihe sahip değildik. Mazinin tarih diye uzattığı kitap, hakanların ve zümrelerin destanı mahiyetinde idi.
Milletimiz, düşman ordularını mahvetmiştir. Tam bağımsızlık için şu kural vardır: Milli egemenlikle desteklenmelidir. Bizleri bu hedefe götürecek tek kuvvet ekonomidir. Çiftçiler, sanatkarlar, tacirler ve işçiler birbirlerine rakip değil, birbirlerini tamamlayan gruplardır. Fabrikalarımızın çoğalmasını ve buralarda kendi işçilerimizin çalışmasını temenni ederiz. Herkes 'milli çalışma' misakı niteliğinde bir program etrafında toplanmalıdır."[2] Bununla da memleketin ekonomik yönden kalkınmasının temel şartlarından en önemlisinin memleketin değişik sınıflarının birbirleriyle çatışarak değil, birbirlerine destek olarak tek bir elle memleketin düze çıkarılması ve milli bir ruh ile "milli iktisadiyata" inanmaları ile mümkün olacağına işaret etmektedir.
Gazi Mustafa Kemal, İzmir İktisat Kongresi'ndeki konuşmasıyla ekonomi siyasetine milli görüşü getiriyordu. Ayrıcalıklı kumpanyaların millileştirilmelerine ve kapitülasyonlara dayanan "gayr-ı meşru rekabete" son vermeğe kararlı görünüyordu. Değişik sektörlerden 1.135 delegenin katıldığı kongrede Türk işadamlarını iktisadi kalkınmada etkili rol oynamağa çağırıyordu. "Memlekette yeterli sermaye bulunmadığını takdir ediyor, ödünç verilebilir fonların eksikliğini dış kredilerle gidermekte sakıncanın olmayacağını belirtiyor ve memlekette yararlı konularda yabancı sermayeye de izin verileceğini belirtiyordu."[3]
İzmir İktisat Kongresinde dikkat çekici bir diğer konuşma ise İktisat Vekili Mahmut Esat Bey taralından yapıldı. Mahmut Esat Bey, şöyle konuştu: "Yeni Türkiye muhtelif bir iktisat sistemi takip etmektedir. İktisadı teşebbüs kısmen devlet, kısmen teşebbüsü şahsi tarafından deruhte edilmelidir. Mesela kredi müessesatını, sanayi teşebbüsatını ilah.. devlet idare edecektir. Çünkü memleketimizde iktisadi vaziyet bunu istihzam ediyor."[4] Mahmut Esat Bey tarafından yapılan konuşma ve değindiği konular Mustafa Kemal'in haberdar okluğu bir durumdur. İzmir İktisat Kongresi'nin kabul ettiği Misak-ı İktisadi, yani iktisadi pakt ile gene bu kongrece kabul edilen çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi gruplarının hazırladıkları yakından tetkik edildiklerinde, İzmir İktisat Kongresi'nde sistem yönünden temeli atılan iktisadi çatının Türkiye imkanları dahilinde ve pratik olduğu görülür. Atatürk'ün dolayısıyla yeni Türkiye'nin çağdaş iktisadi düşünce sistemine getirdiği en büyük yenilik budur.
Yeni Türkiye'nin iktisat politikasını belirleyecek ve iktisadi kalkınmasını sağlayacak önerilerin saptanması için toplanan kongrenin önemini ve anlamını artırıyordu. Atatürk kongrede ısrarla ayrıcalık taşıyan yabancı şirketlerin ulusallaştırılması üzerinde duruyor, yasalara uygun olmayan rekabeti besleyen kapitülasyonlara son vermenin gerektiğini söylüyor ve böylece ulusal görüşü iktisat siyasetine temci yapma zorunluluğunu vurguluyordu. Atatürk'e göre Erzurum Kongresi, nasıl ulusal misak ve ulusal egemenliğe dayanan rejimi kurmuşsa ve bu nedenle tarihteki önemli yerini almışsa, İzmir İktisat Kongresi de, "gerçek kurtuluş demek olan iktisadi gelişme ve kalkınmanın ilkelerini saptayacak bir kongredir, tarihe öyle geçecektir[5]" şeklinde düşüncesini belirtecektir Atatürk.
İzmir İktisat Kongresi, gerek zaman, gerek geniş bir kadro ile toplanması ve almış olduğu kararlar açısından, yeni Türkiye'nin 1931'lere kadar sürecek dönemin iktisat politikasını büyük ölçüde oluşturmuş ve yönlendirmiştir.
İzmir İktisat Kongresi'nde oy birliği ile alınan kararlar:
1.Lekesiz bir istiklal,
2.Milli hakimiyetin hiç bir şeye feda edilemeyeceği,
3.Bütün gayretlerin iktisaden memleketi yükseltmek gayesine matuf olduğu,
4.Vakit, servet ve ithalatta, israftan kaçınmanın gerekliliği,
5.Milli servetlerin tanınması zorunluluğu,
6.Hırsızlık, yalancılık, riya ve tembelliğin en büyük düşman olarak tanınması,
7.Türklerin i ifan ve marifet aşıkı oldukları,
8.Nüfusumuzun artması ile beraber sağlığımızın korunması gerektiği,
9.Türkün düşmanı olmayan milletlere daima dost, ecnebi sermayesine aleyhtar olmadığı,
10.Türklerin işlerde inhisar etmedikleri,
11.Türklerin hangi sınıf ve meslekte olursa olsunlar, birbirleriyle candan seviştikleri.. gibi hususlar yer alıyordu.
İzmir İktisat Kongresi'ne katılan çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi gruplarının faaliyetlerine ilişkin esaslar kabul edildi. Bu esasların en önemlileri aşağıda belirtilen noktalar etrafında toplanıyordu:
1.Aşar'ın lağvı,
2.Temettü vergisinin, gelir vergisine tebdili,
3.Reji idare ve usulünün ilgası,
4.Hami gümrük tarifelerinin kabulü ve bu konuda dış müdahalenin reddi,
5.Kambiyo merkezleri, bilhassa tahvilat borsalarının millileştirilmesi, büyük ticaret merkezlerinde esham ve tahvilat borsalarının açılması,
6.Kendi limanlarımızda kabotaj hakkımızın kullanılması,
7.Teşvik-i Sanayi Kanunu'nun günün şartlarını karşılar hale getirilmesi ve beş sene sonra 25 yıl süre ile uzatılması,
8.Her sene sergiler açılması,
9.Sanayi bankasının açılması,
10.İş günün X saatten ibaret olması,
11.Haftada bir gün işçilere istirahat verilmesi,
12.İş başında sakatlanan işçilerin sermayedarlar ve müesseseler tarafından hayatlarının emniyet altına alınması,
13.Sendika hakkının tanınması.[6]
İzmir İktisat Kongresi'nde alınan kararların uygulamaya geçirildiğini söylemek mümkün değildir. Çünkü bu kongrede alınan kararların çoğu istenilen, yapılması düşünülen ideal programlardır. Fakat ilke olarak benimsenen özel teşebbüsün devlet eliyle desteklenmesi, gelişmesine ön ayak olunması ve milli burjuvazi sınıfının oluşturulması idi.
[1] Afet İnan, İzmir İktisat Kongresi, Ankara, 1989, s.12.
[2] A.Gündüz Ökçün, a.g.e., s.258.
[3] Yüksel Ülken, Atatürk ve İktisat, İktisadi Kalkınmada Etkinlik Sorunu ve Eklektik Model, s.79.
[4] İsmail Türk, "Atatürk ve Türk Mali Sistemi", Atatürk Dönemi Ekonomik Politikası ve Türkiye'nin Ekonomik Gelişmesi, Ankara, 1983, s.8.
[5] Yüksel Ülken, a.g.e., s.83-84.
[6] İsmail Türk, a.g.e, s.9-10., Nazif Kuyucuklu, Türkiye İktisadı, Beta Yayınları, İstanbul, 1986, s.161-175., Afet İnan, İzmir İktisat Kongresi, s.15, Korkut Boratav, a.g.e., s.40-43.
Genel Özellikleriyle Bozkır Ekonomisi
İnsan ihtiyaçları sınırsızdır. Ayrıca ihtiyaçların belli bir öncelik sırası vardır ve bu ihtiyaçlar süreklidir. İnsan ihtiyaçlarının sınırsız olmasının en önemli sebebi, ihtiyaçların sürekliliğidir. Bu süreklilik ve sınırsızlık, ekonomik faaliyetlerin çoğalmasına, ticaretin ve dolayısıyla paranın ortaya çıkmasına ve ne yazık ki savaşların görülmesine sebep olmuştur. Tabii ki tarihte yaşanmış bütün savaşların nedeni iktisadi amaçlar değildir. Ama çoğunun sebebi iktisattır ve esasen bu sebep zaman zaman en başta dini, sonra da siyasi bazı sebeplerle gizlenmeye çalışılmıştır. Bu gizlemenin en önemli örneği Haçlı Seferleri’dir. Özellikle birinciden sonraki Haçlı Seferleri, Avrupalı soyluların, Arap Yarımadası’nın ve Mezopotamya’nın zenginliklerini ele geçirme çabasıdır. Bunun yanında dini sebepler de vardır ancak bu dini sebepler temelde, büyük bir ordu toplama amacıyla ileri sürülmüş nedenlerdir. Haçlı Seferleri sonucunda kesin zaferler elde edilememesi sebebiyle, beklenen ganimet elde edilememiş ancak, Batılıların tabiriyle, Ortadoğu ile ticaret başlamış ve zamanla Avrupa burjuvazisi oluşmaya başlamıştır.
Özelde hiçbir insan, genelde de hiçbir toplum, sınırsız ve sürekli ihtiyaçlarının tamamını kendi başına karşılayamaz. İnsan bedenî ve fikri bakımdan farklı yaratıldığından biri birine muhtaç olup, mutlaka birlikte yaşamak mecburiyetindedir. Bir insan aynı anda çiftçi, değirmenci, fırıncı, balıkçı, terzi, tüccar, asker, öğretmen olamaz. Her insan farklı iradi ve fiziki kabiliyette yaratılmıştır160. Bu nedenle insanlar ve toplumlar, ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla devletler biri birlerinden alışveriş yaparlar. Bu faaliyetin adı, ticarettir. Ticaretin en önemli sebebi, ihtiyaçların çok çeşitli, sürekli ve sınırsız olmasıdır. Otomobil üretmeyen bir ülke, otomobil üreten bir ülkeden, kendi ülkesinin nüfusu kadar araç da alsa, bu alımla otomobil ticareti bitmez. Çünkü insan eskitir ve tüketir. Ayrıca nüfus da artar. Otomobile ihtiyaç duyan yeni insanlar ortaya çıkar. Böylece ihtiyaçlar sınırsız ve sürekli hale gelir. Burada, çabuk tüketilemeyen bir mal olması nedeniyle otomobili örnek verdik. Bu örnek bütün ihtiyaçlar için genelleştirilebilir. İşte bu nedenle, sadece iktisat teorisi kitaplarında bazı
analizleri daha rahat yapabilmek için yer alan kapalı ekonomik modele, pratik hayatta rastlanması pek mümkün değildir. Bireyin kendi ihtiyaçlarının tamamını karşılayamadığı gibi, toplum ve devlet de ihtiyaçlarının hepsini kendi çabasıyla karşılayamaz. Bir ülke, gerçekten kapalı ekonomik modeli uygulayacaksa, halkının bazı ihtiyaçlarını görmezden gelmek zorunda kalmalıdır. Ama bu durum da dayanılacak gibi olmadığından, ülkeler ve toplumlar arasında ticari faaliyetler ortaya çıkmıştır. İnsan kendisinde olmayan için ya ticaret yapar ya da kavga eder; yani savaşır. Devletler arası mücadelenin başlangıç noktası budur. Bu sebeplerle, bugün olduğu gibi klasik dönemde de bir toplu veya devlet kapalı bir sistemin içinde kendi başına yaşayamaz.
İktisadi olaylar evrenseldir. Her ülke, kıtlığın etkisini azaltmak amacıyla belirli ekonomik sorunları çözmek zorundadır161. Bu durum esasen, klasik dönemde de geçerlidir. Bozkır devletleri de, halklarının ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, bazı eksikliklerini tamamlayabilmek zorunda olmuşlardır. Bu eksiklikler, ticaret, yağma, komşu ülkeleri vergiye bağlama ve işgücünü zorla veya iltica yolu ile elde etme yoluyla giderilmeye çalışılmıştır. Tipik bir bozkır ekonomisi örneği olan Hun ekonomisi de bunları yapmak zorundaydı. Hun coğrafyasında bahsederken, coğrafyanın insan ve toplumun, karakteri ve yapısı üzerine olan etkilerinden bahsettik. Bunun yanında coğrafya, iktisadi gelişmenin ve farklılığın da ilk sebebidir. Coğrafi farklılıklar veya yetersizlikler, bölgeler arasındaki gelişmişlik düzeyini ve iktisadi hayat şartlarını belirler. Bundan dolayı bölgeler arasında iktisadi hayat tarzı da farklılık arz eder162. Devletlerin ve kavimlerin iktisadi faaliyetlerinin en önemli belirleyicisi coğrafyadır. Bu nedenle, bozkır ekonomisinin esasını, yüksek ovaları ve yaylaları olan, bozkır coğrafyasının iklim şartları icabı, çobanlık ve hayvan besleyicilik teşkil ediyordu163. Hayvancılık Hun ekonomisini temel faaliyetiydi ancak kesinlikle tek faaliyeti değildi. Dolayısıyla, Hunlar hayvancılıkla uğraşırdı, gibi genellemeler kesinlikle çok yanlıştır. Hunlar, hayvancılığın yanı sıra, tarım, ticaret, madencilik ile klasik dönemin sanayisi sayılan el sanatları ve dokumacılıkla da uğraşmışlardır. Hunların ekonomik faaliyetleri, ilkel ve tekdüze değildi. Hun ekonomisi, özellikle iktisadi kollarının çeşitliliği ve en başta Çin olmak üzere, komşu devletlerle olan ilişkilere olan etkisiyle düşünülenden daha karmaşık bir yapıya sahiptir.
DİPNOTLAR:
160 Öztürk Mustafa; Tarih Felsefesi, s. 250
Üstünel Besim, Ekonominin Temelleri, Doğan Yayınevi, 3. Baskı, Ankara 1975, s. 92
Öztürk Mustafa; Tarih Felsefesi, s. 146
Kafesoğlu İbrahim, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, 25. Baskı, İstanbul 2005, s. 317
KAYNAK: Asya Hunları’nda İktisadi Hayat. Murat Öztürk. F.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı. Doktora Tezi. Elazığ 2013. s. 68-69
Özelde hiçbir insan, genelde de hiçbir toplum, sınırsız ve sürekli ihtiyaçlarının tamamını kendi başına karşılayamaz. İnsan bedenî ve fikri bakımdan farklı yaratıldığından biri birine muhtaç olup, mutlaka birlikte yaşamak mecburiyetindedir. Bir insan aynı anda çiftçi, değirmenci, fırıncı, balıkçı, terzi, tüccar, asker, öğretmen olamaz. Her insan farklı iradi ve fiziki kabiliyette yaratılmıştır160. Bu nedenle insanlar ve toplumlar, ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla devletler biri birlerinden alışveriş yaparlar. Bu faaliyetin adı, ticarettir. Ticaretin en önemli sebebi, ihtiyaçların çok çeşitli, sürekli ve sınırsız olmasıdır. Otomobil üretmeyen bir ülke, otomobil üreten bir ülkeden, kendi ülkesinin nüfusu kadar araç da alsa, bu alımla otomobil ticareti bitmez. Çünkü insan eskitir ve tüketir. Ayrıca nüfus da artar. Otomobile ihtiyaç duyan yeni insanlar ortaya çıkar. Böylece ihtiyaçlar sınırsız ve sürekli hale gelir. Burada, çabuk tüketilemeyen bir mal olması nedeniyle otomobili örnek verdik. Bu örnek bütün ihtiyaçlar için genelleştirilebilir. İşte bu nedenle, sadece iktisat teorisi kitaplarında bazı
analizleri daha rahat yapabilmek için yer alan kapalı ekonomik modele, pratik hayatta rastlanması pek mümkün değildir. Bireyin kendi ihtiyaçlarının tamamını karşılayamadığı gibi, toplum ve devlet de ihtiyaçlarının hepsini kendi çabasıyla karşılayamaz. Bir ülke, gerçekten kapalı ekonomik modeli uygulayacaksa, halkının bazı ihtiyaçlarını görmezden gelmek zorunda kalmalıdır. Ama bu durum da dayanılacak gibi olmadığından, ülkeler ve toplumlar arasında ticari faaliyetler ortaya çıkmıştır. İnsan kendisinde olmayan için ya ticaret yapar ya da kavga eder; yani savaşır. Devletler arası mücadelenin başlangıç noktası budur. Bu sebeplerle, bugün olduğu gibi klasik dönemde de bir toplu veya devlet kapalı bir sistemin içinde kendi başına yaşayamaz.
İktisadi olaylar evrenseldir. Her ülke, kıtlığın etkisini azaltmak amacıyla belirli ekonomik sorunları çözmek zorundadır161. Bu durum esasen, klasik dönemde de geçerlidir. Bozkır devletleri de, halklarının ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, bazı eksikliklerini tamamlayabilmek zorunda olmuşlardır. Bu eksiklikler, ticaret, yağma, komşu ülkeleri vergiye bağlama ve işgücünü zorla veya iltica yolu ile elde etme yoluyla giderilmeye çalışılmıştır. Tipik bir bozkır ekonomisi örneği olan Hun ekonomisi de bunları yapmak zorundaydı. Hun coğrafyasında bahsederken, coğrafyanın insan ve toplumun, karakteri ve yapısı üzerine olan etkilerinden bahsettik. Bunun yanında coğrafya, iktisadi gelişmenin ve farklılığın da ilk sebebidir. Coğrafi farklılıklar veya yetersizlikler, bölgeler arasındaki gelişmişlik düzeyini ve iktisadi hayat şartlarını belirler. Bundan dolayı bölgeler arasında iktisadi hayat tarzı da farklılık arz eder162. Devletlerin ve kavimlerin iktisadi faaliyetlerinin en önemli belirleyicisi coğrafyadır. Bu nedenle, bozkır ekonomisinin esasını, yüksek ovaları ve yaylaları olan, bozkır coğrafyasının iklim şartları icabı, çobanlık ve hayvan besleyicilik teşkil ediyordu163. Hayvancılık Hun ekonomisini temel faaliyetiydi ancak kesinlikle tek faaliyeti değildi. Dolayısıyla, Hunlar hayvancılıkla uğraşırdı, gibi genellemeler kesinlikle çok yanlıştır. Hunlar, hayvancılığın yanı sıra, tarım, ticaret, madencilik ile klasik dönemin sanayisi sayılan el sanatları ve dokumacılıkla da uğraşmışlardır. Hunların ekonomik faaliyetleri, ilkel ve tekdüze değildi. Hun ekonomisi, özellikle iktisadi kollarının çeşitliliği ve en başta Çin olmak üzere, komşu devletlerle olan ilişkilere olan etkisiyle düşünülenden daha karmaşık bir yapıya sahiptir.
DİPNOTLAR:
160 Öztürk Mustafa; Tarih Felsefesi, s. 250
Üstünel Besim, Ekonominin Temelleri, Doğan Yayınevi, 3. Baskı, Ankara 1975, s. 92
Öztürk Mustafa; Tarih Felsefesi, s. 146
Kafesoğlu İbrahim, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, 25. Baskı, İstanbul 2005, s. 317
KAYNAK: Asya Hunları’nda İktisadi Hayat. Murat Öztürk. F.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı. Doktora Tezi. Elazığ 2013. s. 68-69
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)