13 Nisan 2016 Çarşamba

Yeni Bir Devlet Doğuyor

1243 Kösedağ Savaşı'ndan sonraki yıllarda Türkiye (Anadolu) Selçuklu Devleti zayıflamış ve Anadolu'da bağımsız Türk beylikleri ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu beyliklerden bir tanesi de Osmanoğullan Beyliği idi.

Ertuğrul Gazi'nin 1281 yılında ölümünden sonra Kayıların başına geçen Osman Bey; beyliğini güçlendirmek için, çevredeki Türk beylikleri ile çatışmaya girmiyor, BizanslIlardan toprak kazanmaya çalışıyordu.

Osman Bey ilk önce Eskişehir civarındaki çorak bölgeleri bir tarafa bırakıp kuzey-batıdaki Bizans derebeylerinin elinde bulunan verimli topraklara doğru fetihlere girişti. İnegöl Tekfuru ile savaştı. Karacahisar'ı aldı. Daha sonra Yenişehir’e kadar ilerledi. Eskişehir civarım denetimi altına aldı. Osman Bey m bu başarıları, Türkiye Selçuklu Sultan'ı tarafından O'nun Kuzey-Batı Uç Beyi yapılması suretiyle ödüllendirildi. Böylece Osman Bey, Türkiye Selçuklu Devletinin "Uç Beyi" olmuştu.

Osman Bey, bundan sonra Sakarya Nehri boyunda fetihlere girişti. Osman Bey'in bu ilerleyişlerinden şüphelenen Bizans tekfurları, Osman Bey'e karşı bazı hazırlıklar yaptılar. Ancak bu hazırlıklar bir netice vermedi. Osman Gazi, 1299’da İnegöl ve Bilecik’i ele geçirdi. Hatta bu sıralarda İznik bile kuşatılmış, ancak İstanbul'dan yardım geldiği için fethedileme- mişti.

Osman Bey, Ahilerle de yakın ilişkiler içinde bulunmaktaydı. Ünlü Ahi şeyhi Edebâli’nin kızı Bâlâ Hatunla evlendi. Beyliğin yönetilmesinde özellikle adâlet ve eğitim işlerinde Ahilerden faydalandı. 1299 yılında Türkiye Selçuklu Sultanı III. Alâaddin Keykubâd, Moğollar tarafından tahttan indirilerek İran'a sürgün edilmesiyle, Türkiye Selçuklu Sultanlığı boşaldı. Anadolu'da otorite kalmadı. Osman Bey bu tarihten itibaren. dıâer Anadolu beyleri gibi, daha bağımsız hareket etmeye başladı.

Ayrıca 1299 yılında, Türkiye (Anadolu) Selçuklu Devletinin ileri gelen bazı devlet adamları ve komutanları Osman Gaziye katıldılar. Osmanlı Beyliğinin Anadolu daki nüfûzu daha da arttı. İşte bu sebeple Osmanlı Devleti'nin kuruluş yılı olarak 1299 yılı kabul edilmiştir.

KAYNAK: Ana Hatlarıyla Siyasi Ve Kültürel Osmanlı Siyasi Tarihi.  Veli Şirin. Marifet Yayınları. İstanbul. s. 21-22

Osmanlıların Rumeli'deki İskan Siyaseti

Rumeli’deki Osmanlı fetihlerinin en belirgin özelliği; bu fetihlerin gelişigüzel bir macera şeklinde olmamasıdır. Fetihler; şuurlu bir şekilde, belirli program dahilinde bir yerleşme halinde meydana gelmiştir. Balkanlardaki fetihlerde ve yerleşmede (iskânda) takip edilen başlıca uygulamaları şöyle sıralayabiliriz:

Fethedilen yerlerde Hristiyan halkın varlığı ve idare tarzı bozulmadan korunmuştur.

Bizans Devleti’nin bozuk idaresi ve keyfi vergilendirmesi kaldırılıp, adâlet ve âdil bir vergi düzeni kurulmuştur.

Ortodoks ve Katolik çatışmaları ve baskıları kaldırılmış vicdan hürriyeti sağlanmıştır. Kimsenin din ve inanışına müdâhale edilmemiştir. Bu sebeple Hristiyan halk Osmanlı Devleti'ni kendi devleti olarak kolayca kabullenmiştir.

Daha önceki yüzyıllarda bölgeye yerleşmiş olan Pece- nek, Kuman (Kıpçak), Gagavuz (Oğuz) Türkleri fetihlerin yayılmasında yardımcı olmuşlardır.

Bunlardan başka, fethedilen yerlere derhal Türk göçmenler gönderilmiş ve yerleştirilmiştir. Fetihlere katılan aşiretler ve boylar da Rumeli'nde iskân edilmiş ve böylece Rumeli, aynen Anadolu gibi "vatan" yapılmaya çalışılmıştır.

İskânda öncelikle konar-göçerler (yörük ve tatarlar) tercih edilmiştir.

Göçmenlere ihtiyaç olan malzemeler verilmiş ve bir süre vergiden muaf tutulmuşlardır.

KAYNAK: Ana Hatlarıyla Siyasi Ve Kültürel Osmanlı Siyasi Tarihi. Veli Şirin. Marifet Yayınları. İstanbul. s. 24-25

Edirne'nin Fethi

Sultan Murat, babasının sağlığında ağabeyi Süleyman Paşa ile birlikte Rumeli fetihlerine katılmıştı. 1358 yılında Süleyman Paşdnm ölümü üzerine, bu fetihlerin yürütülmesi Murat Bey'in görevi olmuştu. Babasının ölümünden sonra Bursa’ya gelip Osmanlı tahtına çıktı, iktidarının ilk yıllarında Taht mücadelesine kalkan kardeşlerinin ayaklanmalarım bastırdı. Ankara şehrini Ahilerin elinden aldı. Bundan sonra tekrar Rumeli'ye, geçerek, fetihleri hızlandırdı. Çorlu, Keşan, Dimeto- ka, Pmarhisar, Babaeski ve Lüleburgaz fethedildi.

Sultan Murat’ın Rumeli’deki ilk hedefi Edirne'ydi. Bu şehir Balkan ve Rodop Dağları arasındaki boğaza hakim durumundaydı. Balkanlarda bu şekilde stratejik önemi olan ikinci şehir Sofya, üçüncüsü ise Niş idi. Üsküp'te böyle önemli şehirlerden birisiydi.

Lala Şahin Paşa komutasındaki bir Osmanlı ordusu 1363 yılında Edirne yi almak üzere hareket etti. Karşısına çıkan, Bizans ve Bulgarlardan meydana gelen bir orduyu yenen Lala Şahin Paşa Edirne yi fethetti. Edirne'nin fethiyle Sırp ve Bulgarların Bizans'la bağlantısı kesildiği gibi Türklere Balkanların fetih yolu açılmış oldu.

KAYNAK: Ana Hatlarıyla Siyasi Ve Kültürel Osmanlı Siyasi Tarihi.  Veli Şirin. Marifet Yayınları. İstanbul. s. 27

Osmanlı Dünyasında Zihniyet Tarihi

Son otuz yılda Avrupa kültür tarihindeki yenilenmede zihniyet tari­hi dediğimiz çalışmanın kuşkusuz önemli bir rolü vardır.*" Bu konuda yapılan incelemeler, ender yazı yazan kişilerin bıraktığı izlerin peşinde­dir. Tarihçiler alışılmış kaynaklarda karşılığını bulamadıkları sorulara bu kişilerin vasiyetnamelerinde kullandıkları değişik biçimlerden, ölülerin anısına hazırlatılan kitabelerden, askerlerin ailelerine yazdıkları basit mektuplardan, mezarlıklardaki ve parklardaki anıtlardan yanıt bulup çı­karmaya çakşırlar: Hangi toplumsal gruplar örgütlü dinden kopmuş ya da tam tersi ona yönelmiş, yeni yerleşen politik sistemlerin değeri ne, ya da dostluk ve sevgi ne biçimde dile getirilmiş? İzlenen yöntem

şöyledir: Olabildiğince süreklilik taşıyan belgeler bir araya getirilir ve ardın­dan bu malzeme tablo ve grafikler halinde düzenlenip insanların davra-nışlarındaki göze çarpan değişikliklerden sonuçlar çıkarılmaya çalışılır. Tabii bu yöntemde de kaynak eksikliği yüzünden aşılamayan sınırlarla sık sık karşılaşılır. Ama inanılmayacak kadar çok örnekte görülebileceği gibi, bir kez sorular sorulduktan sonra, bunlarla ilgili kaynaklar da bu­lunabilmektedir.

Osmanlı dünyasında bu yöntem, özellikle 17. yüzyılın sonlarında başlayan dönem açısından ilginçtir; çünkü bu dönemden kalmış mezar-taşları ya da oradan buradan okunarak edinilmiş bilgilerin zaman zaman kaydedildiği mecmualar gibi insanların özel yaşamına ilişkin çok sayıda kaynağa sahibiz. Çeşitli vakfiyeler de bu bağlamda ele alınabilir. Büyük kentlerin kadı sicillerinde düzenli olarak tutulmuş kaza kayıtları da zih­niyet tarihi açısından başvurulabilecek kaynaklardır. Ama bu malzeme­leri değerlendirmek oldukça zordur, çünkü sadece belirli bazı konular­da (örneğin İstanbul'daki bazı mezar taşları konusunda) ön çalışmalar yapılmıştır. Çoğu kez yerel tarihe yönelik masraflı araştırmalar yapmak gerekir ki, araştırmacılar bunları sık sık herhangi bir kurumun desteği olmadan yürütmek zorunda kalırlar/" Ama bu tür araştırmaların yardı­mıyla, elit tabakaya dahil olmayan Osmanlı kentlileri açısından dinin ne anlam taşıdığına dair bir fikir edinebilme olanağı vardır. Elinizdeki ki­tapta bu tür araştırmalara bir çerçeve oluşturmaya çalıştık.

KAYNAK: Osmanlı Kültürü Ve Gündelik Yaşam. Suraıya FAROQHİ. Tarih Vakfı Yayınları. 2010 s. 23-23

Antik Çağda Bilecik

Bilecik’te ilk yerleşim M.Ö 3000 yıllarına kadar uzanmakta ve günümüze kadar kesintisiz bir şekilde gelmektedir. Anadolu’da Tunç Çağına geçiş sürecinde önemli bir yeri olan Bilecik’ten İ.Ö.3000’lerde tunç yapımı için kalay çıkarıldığı bilinmektedir. Nitekim Bilecik ve çevresinde birer Tunç Çağı yerleşimi olan höyüklerin ve arkeolojik alaların varlığı bilinmektedir. Merkezde Yıllık Höyük, Bozüyük ilçesi Dodurga kasabasında Çokçapınar Höyük ve Gavurtepe, Söğüt ilçesinde Oluklu Höyük ve Zemzemiye Köyü Arkeolojik Buluntu Alanı olarak bilinen yerlerde Tunç Çağı’na ait kalıntıların varlığı gözlemlenmektedir.

Siyasi ve kültürel gelişimi, Anadolu’nun geneliyle paralellik gösteren il, M.Ö.2.binde Hitit, ardından da İ.Ö.1200’de Frig egemenlik bölgeleri içerisinde kalmıştır. Bu süreçte Bilecik, hem maden ticareti dolayısıyla hem de Trakya ve Anadolu arasında bir geçiş noktası olması nedeniyle, hızlı gelişen bir yerleşim merkezi olmuştur. Frigler zamanında bölgeye hayat veren Sakarya ırmağının adıSangarios (ulu ırmak tanrısı) olarak bilinmektedir. Bilecik’in yer aldığı bölgePhrygia Epiktetos, Trakyalı Bithynialılar ülkesi olarak adlandırılmıştır.

M.Ö. 6. yüzyılda Anadolu’nun neredeyse tamamını istila eden Perslerin egemenliğinde Daskyleion Satraplığı’na bağlı olan bölge, Perslerin ortadan kaldırılmasının ardından kurulan ve merkezi Nicomedia (İzmit) olan Bithynia Krallığı’nın (M.Ö.280/M.Ö.74) sınırları içinde kalır. Bilecik’in bu yüzyıllardaki hayatı bağlı bulunduğu krallık dolayısıyla Bithynia bölgesinin genel tarihi içerisinde gösterilmektedir.

Bithynia Kralı IV. Nikomedes, Roma’nın imkânlarından faydalanmak gayesiyle M.Ö.74 yılında Bithynia’yı Roma İmparatorluğuna bağlamış ve bu bölge Roma’nın Asya Eyaleti olmuştur. Bölgede Domitianus (M.S.81–96), İmparator Traianus (M.S.98–117), İmparator Hadrianus (M.S.117–138) dönemlerinde önemli gelişmeler sağlanmış ve Bilecik sınırları içerisinde bazı yerleşim yerleri kurulmuştur. Bilecik merkezinde, güneydeki Beşiktaş mevkiindeki dorukların boğazı anlamına gelen Agrilion (Akra-ilion) ve Pazaryeri’nde Armenokastron. Medetli ile Üyük Köyü civarında Chogeae, Selçik Köyü ile Osmaneli arasındaMidum (Modrene). Çay Köy ile Himmetoğlu civarında Tottain (Tataovion) veAttavion, Nesimhocalar ile Sarıhocalar köyleri civarında Protunica, Osmaneli ilçe merkezinde Leukai (Lefke), Çay Köy’de Dableis (Dablai),Arıcaklar Köyü yakınındaTataion ve Gölpazarı civarında Emporion (Pazaryeri) antik kentleri kurulmuştur.

Roma İmparatorluğu’nun M.S. 395 yılında ikiye ayrılmasıyla birlikte Bithynia Bölgesi ve Bilecik Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) sınırları içerisinde kalmış ve Bilecik tekfurluk olmuştur. Bu dönemde de yeni yerleşimlerin kurulduğu ya da eski yerleşimlerin gelişerek yaşamını sürdürdüğü görülür. Belekome, Malagina ve Mesonesos önde gelen ve adlarına sık rastlanan Bizans yerleşimleridir. Abbasi Halifesi Harun Reşid döneminde (797 yılında) Bithynia bölgesinin diğer şehirleri gibi Bilecik ve Söğüt civarı da fethedilerek Abbasi idaresi altına girmiştir. Çevresi kale ile korunan Belekoma kenti, tarih içerisinde Bizanslılar-Emeviler ve Bizanslılar ve Abbasiler arasında bir kaç kez el değiştirmesine karşın bölgede Bizanslı Beyler egemenliklerini sürdürmüşlerdir. Bilecik, Bizans’ın ileri bir karakolu olarak sık sık Selçuklu akınlarına hedef olmuş ve 11–13. yüzyıllar arasında Bizans-Selçuklu mücadelesine sahne olmuştur.

KAYNAK: http://www.bilecikkulturturizm.gov.tr/TR,69066/tarihce.html

Osmanlı Devleti Ve Bilecik

osmanlı devleti ve bilecik1071 Malazgirt Savaşından sonra Anadolu fatihi ve Anadolu Türk devletinin kurucusu Selçuklu Kutalmışoğlu Birinci Süleyman Şah’ın ordularınca Bilecik fethedilmiş; Bi
rinci Haçlı Seferinde ise Bilecik yeniden Bizans tarafından alınmıştır. Selçukluların bir boyu olan Kayıların bir bölümü (400 çadırlık bir oba) Ertuğrul Gazi yönetiminde batıya doğru yer değiştirerek Söğüt ilçesi ve çevresine gelmişlerdir.

Osmanlı vaka-i namelerinde Kayıların Söğüt ve çevresine yerleşme tarihi olarak 1230’lu yıllar gösterilmektedir. 1231 yılında İznik İmparatoru, Selçuklu sınırına tecavüz edince Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubat Bizanslılara karşı bir sefer düzenlemiş, Ertuğrul Bey de bu sefere bir akıncı olarak katılmıştır. Selçuklu ve Bizans orduları arasında Sultanönü mevkiinde meydana gelen savaşın sonucunda Bizans ordusu yenilmiş, Karacadağ ve Söğüt dolayları Büyük Selçuklu Devleti’nin eline geçmiştir. I. Aleaddin Keykubat Belekoma (Bilecik) Tekfurunu vergiye bağlamış; savaşta büyük yararlıklar gösteren Ertuğrul Bey’e Söğüt’ü mülk, Domaniç’i de yaylak olarak vermiştir. Ertuğrul Gazi’nin 1281 yılında vefat etmesi ile oğlu Osman Bey’in yönetiminde Söğüt uç beyliğinin kurulması (1284) hem bölge hem de dünya tarihi açısından bir dönüm noktası olmuştur.

Babasının yerine geçen Osman Bey 1286 yılında İnegöl yakınındaki Hisarcık kalesini Bizanslılardan alır; 1287 yılında da İnegöl Tekfuru’nu Domaniç yakınlarındaki İkizce’de (Erice) yenilgiye uğratır. Osman Bey ve silah arkadaşlarının Bizans Tekfurları ile olan savaşlarını izleyen Selçuklu Sultanı III. Alâeddin Keykubat büyük bir ordu ile Karacahisar önlerine gelmiş, Osman Bey’in kuvvetleriyle birleşerek Bizans’ın elindeki bu kaleyi kuşatmıştır. Kuşatma sürerken Selçuklu Sultanı geri döner. Osman Bey’e bir sancak, tuğ, âlem ve gümüş takımlı bir at göndererek Söğüt ve Eskişehir’i de içine alan bu sancağı Osman Bey’e verir. Karacahisar’daki Rum kilisesini camiye çeviren Osman Bey ilk kez kendi adına hutbe okutmuştur ki (1289) bu olaylar Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun ilk işaretleri olarak nitelendirilmektedir.

O tarihlerde henüz Türklerin elinde olmayan ve bir Bizans kenti olan Bilecik’in Osman Bey tarafından fethi ise 1299 yılında Belekoma kalesinin ve Yarhisar’ın fethedilmesiyle olmuştur.

Bilecik, Yıldırım Bayezid dönemine kadar Osmanlı yönetiminde kalmış ancak 1402 yılında Ankara meydan savaşında Bayezid’in Timur’a yenilmesi sonucunda 2 ay kadar Timur’un hâkimiyetine geçmiş ve Çelebi Sultan Mehmet tarafından geri alınmıştır. Bu tarihten sonra, Osmanlı yönetimi sırasında Bilecik giderek gelişmiş, ancak, şehrin kurulu bulunduğu alanın iskân için uygun olmaması daha hızlı gelişmesini engellemiştir. Bununla birlikte Bilecik, Bursa ve İznik’ten Eskişehir’e ve Anadolu içlerine giden yol üzerinde önemli bir konaklama ve dinlenme yeri olarak önemini korumuştur. Bilecik Trakya ve Marmara bölgelerini İç, Güney ve Güneydoğu Anadolu bölgeleriyle Ön Asya’ya bağlayan İstanbul-Bağdat demiryolu kenarında kurulmuştur. Roma ve Bizanslılar zamanında kent merkezinin küçük bir yer olduğu sanılmaktadır. Türklerin eline geçtikten sonra önem kazanmıştır. Osman Gazi’nin fethettiği ilk önemli kale olması ve Şeyh Edebalı Türbesi’nin burada bulunması, şehre olan ilgiyi artırmıştır.

KAYNAK: http://www.bilecikkulturturizm.gov.tr/TR,69066/tarihce.html

Milli Müele Ve Cumhuriyet Döneminde Bilecik

milli mücadelede bilecikAna hatları 24 Nisan 1920'de San Remo Konferansı'nda kararlaştırılan Sevr Antlaşması, 11 Mayıs 1920'de incelenmek üzere Osmanlı Hükümeti'ne verilmişti. Antlaşmanın kabulünü kolaylaştırmak ve Sevr hükümlerini uygulamak üzere, İtilaf Devletleri'nin teşvik ve desteği ile Yunan ordusu 23 Haziran 1920'de Anadolu'da ve Trakya'da saldırıya geçti. Bursa'nın, Balıkesir'in, Uşak'ın ve Nazilli'nin ardı ardına işgali ile Sevr'in uygulanmasını sağlamak ve antlaşma maddelerinde herhangi bir değişikliğe meydan vermemek bu saldırıda esas amaç olmuştu.

Sultan Vahidettin'in başkanlığında toplanan Şüra-yı Saltanat 22 Temmuz 1920'de "zayıf bir mevcudiyeti, mahva tercih edilmeğe değer" görerek antlaşmanın onanmasına karar vermişti. Tevfik Paşa'nın, Türk topraklarını parçalayan, milli şeref ve haysiyetle bağdaşmayan bu antlaşmayı imzalamaması üzerine Damat Ferit Paşa tarafından görevlendirilen Reşat Halis Bey, Hadi Paşa ve Rıza Tevfik (Bölükbaşı) Bey Sevr Antlaşması'nı 10 Ağustos 1920'de imzaladılar. Sevr Anlaşmasını ulu önder Atatürk ve yüce Türk Milleti hiçbir zaman kabul etmemişti.

Nitekim Atatürk, idealist arkadaşlarının kılavuzluğunda Ankara'da çağdaş bir parlamento kurarak padişahı devre dışı bırakmış, özgürlük ve bağımsızlığa doğru bilinçle ilerlemekteydi. Karar kesindi; düşmana karşı bir ölüm kalım mücadelesi başlatılacak, düşman ülkeden atılacak ve peşinden modern bir Türk Devleti kurulacaktı.

Anadolu’daki bu kararlı hareket, İstanbul’da padişah yönetiminde büyük bir panik yaratmıştı. Bab-ı Ali hükümeti Kuva-i Milliye hareketlerini bastırmaya çalışmış fakat bunda başarılı olamamıştı. Nitekim damat Ferit Paşa kabinesi bu yüzden istifa etmek zorunda kaldı. Yeni hükümeti Tevfik Paşa kurmuştu.

Kurtuluş Savaşından çok büyük yaralar alarak çıkmış olan Bilecik, savaşın getirdiği sosyal ve ekonomik çöküntü nedeniyle Cumhuriyet dönemine çok güçsüz başlamıştır.

Bilecik halkı Kurtuluş Savaşına tüm varlığı ile katılmış, gerek milis kuvvetleri ve gerekse düzenli ordularımıza on binlerce evladını vermiştir. Bilecik, Kurtuluş savaşından yanmış, yıkılmış; tam bir enkaz halinde çıkmıştır. 1920’lerde 12.000 olduğu tahmin edilen şehir nüfusu, savaştan sonra 4.000’e kadar inmiştir.

Savaştan önce Bilecik, bölgenin en önemli ipek endüstrisi merkezi olup; şehirde çok sayıda ipekçilik tesisi ve ipek kadife üreten fabrika bulunmaktaydı. Ancak, Yunanlıların çıkardığı intikam yangınlarında bu fabrika ve tesislerin tümü yanmıştır. Bu arada diğer fabrika ve işyerlerinin de yanmış olması il ekonomisini çökertmiştir. Cumhuriyet döneminde sosyal ve ekonomik yaralarını sarmaya çalışan Bilecik’in ilk gelişmesi tarım faaliyetlerde olmakla beraber bunu 1970 yıllarından başlayarak endüstriyel gelişme izlemiştir.

KAYNAK: http://www.bilecikkulturturizm.gov.tr/TR,69066/tarihce.html